Mehmet Emin Ay
12.06.2017
Mehmet Emin Ay
Kadim Bir Kulluk Geleneği Olarak İtikaf
Tüm Yazıları

Kadim Bir Kulluk Geleneği Olarak İtikaf

Değerli okuyucum.

12 Haziran 2017 Pazartesi günü itibariyle Ramazan-ı Şerif'in 17. Gününü idrak etmiş olacağız. Perşembe günü, bu mübarek ayın 20. Gününe ulaşacağımız için bugünkü yazımızda sizi Ramazan ayına mahsus önemli bir Sünnet-i kifâye olan İtikâf ibadeti hakkında bilgilendirmek istiyorum. Böylece itikâfa girmeğe niyetlenen kıymetli kardeşlerimiz için onları vaktiyle haberdar etmiş olacağız inşaallah...

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ile birlikte Ramazan ayının son on gününde ifa edilen bir ibadet olan itikâf'ı ele alırken önce onun geçmişteki izlerini araştırmak gerekecektir.

Allah Teala (cc) Hz.leri, "Halîlim/Dostum" diye vasıflandırdığı yüce peygamber Hz. İbrahim (as) ile ilgili ayetlerden birinde, Bakara suresi 125. ayette şöyle buyurmaktadır: "…İbrahim ile İsmail'e şöyle emretmiştik: "Gerek ibadet kasdıyla Ka'be'yi tavaf edenler için, gerek itikâfa çekilenler için, gerekse rükû' ve secde edenler için evimi tertemiz tutun!"

Hz. Musa'nın Tûr Dağı'na çıkmadan önce aralarında geçen "ahidleşme" hadisesini ise A'raf suresinin 142. ayetinde şöyle anlatır bize Yüce Mevlamız… "Musa ile otuz gece için sözleştik ve onu bir on gece ile tamamladık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk gece olarak tamamlandı."

Sonraki zaman diliminde ise itikâf ehli kimseler olarak Hz.Zekeriyya ve Hz.Meryem'i görmekteyiz. Onların da kendilerini Beytü'l-Makdis'de ibadete verdiklerini bu ibadetlerin sonrasına denk gelen zaman dilimlerinde ise görevli meleklerin müjdeli haberlerine muhatap olduklarını görmekteyiz. (Bkz. Al-i İmran/35 vd. Meryem/10-1116-17) Görüldüğü üzere itikâf kökü eskilere dayanan kadim bir kulluk geleneğinin adıdır.

Bu gelenek tevhid teslimiyet ve kulluk anlayışının son temsilcisi ve tebliğcisi olarak gönderilen sevgili peygamberimiz (sav) tarafından da devam ettirilmiştir. Onun hicretin ikinci yılında oruç ibadetinin farz kılınmasından sonra hayatının son senelerine tesadüf eden Medine yıllarında Ramazan aylarının son on gününü mutlaka itikâf üzere geçirdiğini görmekteyiz. Hatta Enes b. Mâlik ile Übey b. Ka'b'in verdikleri bilgiye göre sadece bir yıl seferde olduğu için Peygamberimiz itikâf ibadetini yerine getirememiş ancak ertesi sene bu kez yirmi günlük bir itikâf hayatı yaşamıştı. (Bkz. Ebû Dâvûd Savm 77; Tirmizî Savm 79) Bu itikâf günleri ise hayatındaki son itikâfı olmuştu…

Bu bilgiler bize Allah'ın sevgili-değerli kullarının hayatlarının belirli dönemlerinde Rabbiyle baş başa kaldıkları zaman dilimlerine sahip olduklarını göstermektedir. Bu sebeple diyebiliriz ki itikâf sonunda kulu nice ilahi vergilere mahzar kılan bir ortak payda olarak eskiden beri var olan bir kulluk geleneğidir.

İtikâf kelimesinin sözlükteki anlamı, "Bir şeye devam etmek insanın kendisini bir yerde alıkoyması ve bir yere kapanıp ibadetle meşgul olmak"tır. Dinî bir kavram olarak değerlendirdiğimizde ise itikâf: "Akıllı ve ergenlik çağına gelmiş veya temyiz kudretine sahip bir müslümanın beş vakit namaz kılınan bir mescidde Allah'ın rızasını kazanmak için belli âdâb içerisinde ibadet maksadıyla bir süreliğine durması ve dışarıyla ilgisini kesmesidir." İtikâfa girene "mu'tekif" veya -Kur'an-ı Kerim'de geçtiği şekliyle- "âkif" denilir.

Konuşmamızın başında sizlere aktardığım ayetler bu kadim geleneğin meşruiyetinden dolaylı yoldan bahsederken Bakara suresinin 187. ayet-i kerimesi ise doğrudan itikâfa vurgu yapar: "Mescidlerde itikâfa girdiğinizde artık eşlerinize yaklaşmayın."

Yine sevgili peygamberimizin bu husustaki uygulamasından bahseden pek çok hadis-i şerif de bu geleneğin bir müekked sünnet olarak Peygamberimiz tarafından ümmetine "güzel bir kulluk hatırası" olarak bırakıldığını gösteriyor bizlere…

Asırlardır kadim bir kulluk geleneği olarak devam ettirilen bu ibadet hakkında iki İslam büyüğünün görüşlerini aktarmak istiyorum sizlere…

Tâbiîn'in yani Ashab-ı Kiram'ı gören ve onlardan istifade eden kimselerin önemli isimlerinden biri olan İbn Şihâb ez-Zührî (rh.a) şöyle der: "İtikâf amellerin en şereflisidir. Çünkü itikâfa giren kimse geçici bir zaman için de olsa dünya meşgalelerinden uzaklaşır kendini tamamen Allah'a verir. Gerek oruçlu oluşundan dolayı gerekse namaz vakitlerini mescidde beklemekte olduğu için daima namaz kılıyormuş gibi kat kat sevap alır. Vaktini ibadet ve taatle Allah'ı zikrederek Kur'an-ı Kerim okuyarak geçirir. Dünya ve ahireti için faydasız ve lüzumsuz şeylerden uzak durur."

Sahabe-i kiram'dan Abdullah İbn Abbas'ın talebesi ve İmam Azam'ın hocalarından da biri olan Atâ b. Ebî Rebah (rh.a) ise der ki: "İtikâfa giren kişi, yüce bir zatın kapısına ihtiyacı sebebiyle defalarca gelip duran kimse gibidir. İtikâfa giren kimse adeta lisan-ı haliyle şöyle demektedir: "Ey Rabbim!... Beni bağışlayıncaya kadar buradan ayrılmayacağım."
İslam büyükleri tarafından bu şekilde görülen itikâf ibadetiyle ilgili bazı bilgileri sizlere aktaracak olursak öncelikle itikâfın çeşitlerinden söz etmemiz gerekir. Üç çeşit itikâf vardır.

1. Vacip İtikâf:

Bir kimse itikâf adağında bulunursa sözgelimi "Allah rızası için itikâfa girmek üzerime borç olsun" derse en az bir gün ve oruçlu olarak bu adağını itikâfa girmek şeklinde yerine getirmelidir. Şayet kişi "Bu hastalıktan kurtulursam veya hastam şifa bulursa" ya da "Şu işim olursa şu kadar gün itikâfa gireceğim" şeklinde bir şarta bağlı olarak itikâf adağında bulunursa ve isteği gerçekleşirse bu kez -yine oruçlu olarak- kaç gün adamışsa o kadar gün itikâfda bulunması gerekir. Bunu yerine getirmezse günahkar olur. Çünkü Maide suresinin 1. ayetinde "Ey iman edenler akitlerinize verdiğiniz sözlere vefa gösterip yerine getirin." ve Hz. Peygamber (sav)'in "Kim bir adakta bulunursa adağını yerine getirip Allah'a itaat etsin." (Buhârî İman 28) hadisi bu konuda bağlayıcı hükümler ihtiva etmektedir.

2. Sünnet İtikâf:

Ramazan'ın son on gününde girilen itikâftır. Çünkü sevgili Peygamberimiz -daha önce belirttiğimiz gibi- Ramazan orucunun farz kılınmasından itibaren ömrünün sonuna kadar Ramazan aylarının son on gününde itikâfa girmiştir.

3. Müstehab İtikâf:

Herhangi bir adak sonucu olmayan ve Ramazan ayının son on günü dışında kalan zaman dilimlerinde zaman zaman itikâfa girmek ise müstehabdır. Bunun herhangi bir muayyen müddeti yoktur. Hatta her mescide girişte "Bu mescidde bulunduğum sürece itikâfta olmaya niyet ettim" diyen bir kimse mescidden çıkıncaya kadar orada kaldığı müddetçe itikâfta sayılır ve itikâf sevabı alır.

İtikâfın Şartları

1. Diğer ibadetlerde olduğu gibi itikâfda da niyet şarttır. Niyet etmeksizin camide bulunmak itikâf yerine geçmez.

2. Erkeklerin beş vakit cemaatle namaz kılınan bir mescidde itikâfa girmesi gerekir. İtikâfın en faziletlisi Mescid-i Haram'da sonra Mescid-i Nebevî'de sonra Mescid-i Aksâ'da olanıdır.
Diğer mescidlerdeki fazilet cemaatin çokluğuna göre değişir.

3. Oruçlu olmak da vacip olan itikâfı yerine getirmek için şarttır.

Hz. Peygamber'in uygulamalarını ve bu konudaki tavsiyelerini dikkate alan İslam fakihleri Ramazan'ın son on gününde itikâfa girmenin sünnet olduğunu ifade etmişlerdir. Bir beldede bulunan müslümanlardan birisi bu sünneti yerine getirirse diğerlerinin üzerinden bu görev düşer.

Dolayısıyla her belde için itikâf sünnet-i kifâye hükmündedir. İtikâfa erkekler, içerisinde cemaatle beş vakit namaz kılınan bir camide girerler. Kadınların ise evlerinin bir köşesinde namaz kıldıkları odalarında girmeleri uygundur. Bununla birlikte Mekke ve Medine'de Harem-i Şeriflerde Ramazan ayının son on gününde müslüman hanımların da kendilerine tahsis edilmiş bölümlerde itikâfa girdikleri müşahede edilmektedir.

Bu uygulamanın Hz. Aişe'nin (ra) ve Peygamberimizin diğer eşlerinin O'nun vefatından sonra devam ettirdiği itikâf geleneğinin bir devamı olduğunu söyleyebiliriz. Ve eğer bir mümin ailece mübarek topraklarda bir Ramazan mevsimi yaşama imkanı bulursa elbette eşler için itikâf mekanları Harem-i Şerif olmalıdır.

Mescidde itikâfa girmiş olan bir kimsenin eşi ve diğer yakınlarınca ziyaret edilmesi, ziyaretçilerle konuşması ve onları uğurlaması, şayet kendisine yiyecek getirilme durumu söz konusu değilse yiyecek almak veya abdest-gusül amacıyla mescid dışına çıkması itikâfa herhangi bir zarar vermez.

Şu kadar var ki, itikâf ehli bir kimse bu günlerin saat be saat; an be an kadrini bilmeli, dünya meşguliyetleri yerine mümkün olduğu kadarıyla nafile namaz kılmalı, Kur'an okumalı, salât ü selam ve zikr ü tesbihat ile meşgul olmalıdır. Bilmelidir ki, şayet gereği gibi değerlendirebilirse bu gecelerde Kadir Gecesi'ne de rastlama ihtimali pek yüksektir.

Her ne kadar bizler itikâfı Ramazan'a has bir ibadet olarak görüyorsak da geçmiş ümmetlerin örnekleri bizlere kulun Ramazan dışında da kulluk şuuru ile yaşamasını telkin etmektedir.

Peki itikâfın bir sonraki Ramazan ayına kadarki hayatımıza yansımaları neler olmalıdır ve bu nasıl gerçekleşmelidir?

Gelin tekrar peygamberler tarihine dönelim. Burada önce konumuza esas teşkil eden Hz.İbrahim'den bahsetmeliyiz. O putlara tapmadığı için babasının mirasından mahrum bırakılıp sürgün edildiğinde "Ben de Rabbime giderim" demiş ve terk ettiği dünyalık ona fazlasıyla verilmişti. Zenginliğin yanında bir mucize olarak yüz yaşında evlat sahibi olması da başka bir ikramdı onun için… Hz.Musa kırk gün ibadeti sonunda Tûr Dağı'nda Rabbi ile konuşmakla ödüllendirilmişti. Hz.Zekeriyya ve Hz.Meryem de ibadetlerinin karşılığını, dünyaya gelmeleri ancak "mucize" sayılabilecek evlatlar ile almışlardı. Hatırlayınız; ilk vahiy yine bir Ramazan ayında ve bir tefekkür süreci sonunda vaki olmuş, Efendimizin (sav) Rabbine kavuşması da yine yirmi günlük itikâf yaptığı yılda gerçekleşmişti. Bütün bu örnekler adeta şu sözde mündemiç:

"Sen rıza kapısında aman Allah'ım dersen/O alemler sultanı dermanını vermez mi?

İşte itikâf bu rıza kapısında her daim "Aman Allah'ım" diyebilmektir. İtikâf; bir mescid sütununu kendine mekan tutup dünya ve dünyalıklara sırt çevirme kararlılığıdır.

İtikâf; sıcak yatağı ve yumuşak yastığı terk ederek bir seccadeye razı olmaktır. Ve itikâf; gerektiği zaman o seccadeyi mümin kardeşinin altına serebilme fedakarlığıdır.

İtikâf; türlü yiyeceklerle dolu sofralardan vazgeçip birkaç hurma ve bir bardak zemzemle doyasıya doymaktır.

İtikâf; masivadan arındırılmaya çalışılan gönüllere rahmet yağmurlarının yağdığı iklimlerin adıdır.

İtikâf; halk içinde Hak ile olmaktır. İtikâf; gönlü tasfiye ve nefsi tezkiye ameliyesidir.
İtikâf; kulun içinde hissettiği gurbet acısının vuslat sevincine dönüştüğü anlara sahne olan zaman dilimleridir. Ve itikâf; insanların uykuda olduğu anlarda kulun Rabbine arz-ı hal ettiği özel randevu anlarının zeminidir.

İtikâf; bir gün mecburen terk etmek durumunda kalacağı eşi-dostu evlad ü iyali makamı ve şöhreti mescidin dışına bırakıp sadece kendisini Allah'ın huzuruna götürmeyi bizzat yaşamaktır.

İtikâf; dilin zikirle, kalbin huşû ile aklın tefekkürle bedenin taatle gözlerin yaşlarla ve gönlün füyûzat-ı ilahiyle dolup taştığı günlerin adıdır.

Kısacası itikâf nefsin türlü bağlarından kurtulmanın ve gerçekten hürriyete kavuşmanın biricik adresidir...

İtikâf bir bakıma kulun dünyaya sırtını dönerek gönlünü Allah'a verip kullukta bulunması olduğuna göre "kalbi mescidlere bağlı olan" kimseler her daim itikâf üzeredir.

Ve yine kişinin namaz gibi önemli bir buluşma anında Allah ile iletişimine engel olan cep telefonunu kapatması da bir itikâf örneğidir. Seherin bir vaktinde sıcak yatağını terk edip Mevla'nın huzurunda divan durmak da bir itikâf lezzetidir. Yine kişinin gözünü haramdan alıkoyması bir itikâf; dilini gıybetten gönlünü kötü düşüncelerden arındırması da bir itikâf işlemidir.

Sonuç olarak itikâf bir zihniyet meselesidir ve hayatın tüm zamanlarını kapsamalıdır. Kişi onbir ayını duygu düşünce ve amel planında itikâf üzere yaşamaya çalışmalıdır ki Ramazan'ın son on günündeki itikâfdan eli boş çıkmasın.
Tüm hayatınızın Ramazan güzelliğinde ve itikâf lezzetinde geçmesi ve nihayet Mevla'ya kavuşmanın sevinciyle son bulması dileğiyle sağlıcakla kalınız.


Prof. Dr. Mehmet Emin AY



Fikriyat.com

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.

YAZAR ARŞİVİ

Mehmet Emin Ay

Mehmet Emin Ay Diğer Yazıları