Yahya Kemal kimdir? Yahya Kemal'in şarkılara dönüşen şiirleri...
Yahya Kemal, Türk edebiyatı tarihi içinde "dört aruzcular"dan biri olarak kabul edilmektedir. "Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur; "Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur." mısralarını kaleme alan şairin ölüm yıl dönümünde şarkılara dönüşen şiirlerini derledik.
Giriş Tarihi: 01.11.2019
13:51
Güncelleme Tarihi: 01.11.2021
09:04
Kandilli yüzerken uykularda Mehtâbı sürükledik sularda... Bir yoldu parıldayan, gümüşten, Gittik...Bahs açmadık dönüşten. Hulyâ tepeler, hayâl ağaçlar... Durgun suda dinlenen yamaçlar... Mevsim sonu öyle bir zaman ki Gaaip bir mûsıkîydi sanki. Gitmiş kaybolmuşuz uzakta, Rü'yâ sona ermeden şafakta... Kandilli yüzerken uykularda dinlemek için tıklayın.
Şiirlerinde yıkılan, silinen İstanbul'u özellikle görmezden gelen Yahya Kemal, bu acı olguyu sohbetlerinde açığa vurur. 400 senede Türk yaptığımız Boğaziçi'nde Singapur Gazinosu, Lido ve Borivaj isimli yerlerin, yabancı adlı sinemaların arz-ı endam etmesi yıkar Yahya Kemal'i. Üstad, yıllar önce şehitlikleri dolaşırken Şehzadebaşı'nda 18 Seğmenler Mezarlığı'ndan bahsediyor, fetih sabahı şehit düşen ve oraya gömülen 18 sekbandan. Bu mezarlığın mutlaka muhafazası lazımdır, der, sonra Bahçekapısı'nda, üzerinde İzzet Molla'nın kitabesi bulunan türbede iki şehit mezarı, bunların da muhafazası lazımdır, der.
Tarihçi Camille Julien'in bir sözü Yahya Kemal'e yeni bir ufuk açtı: "Fransa toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı." Bu cümle Yahya Kemal'in tarih felsefesinin formülü oldu ve bunu Türk tarihine uyguladı. Böylece Ziya Gökalp'in daha çok ırki değerlere dayanan görüşü yerine milli tarih kavramını nihai vatan edinilen topraklar üzerinde başlatmış oldu. Bugünkü Türk milleti ile Anadolu toprağı arasında bir medeniyetin yoğrulmuş olduğuna inanıyor, Türkler 'in Anadolu'ya geldikten sonra ortaya koydukları yeni medeniyeti ve bu medeniyeti meydana getiren unsurları tanımak gerektiğini kabul ediyordu.
Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum; Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum. Kalbimde vardı "Byron"u bedbaht eden melâl Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl... Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını, Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını, Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu... Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu... Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan, Rü'yâma girdi her gece bir fâtihâne zan. Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular... Mahzun hudutların ötesinden akan sular, Gönlümde hep o zanla berâber çağıldadı, Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı! Bir gün dedim ki "istemem artık ne yer ne yâr!" Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar; Gittim son diyâra ki serhaddidir yerin, Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin!
Bu duygularla Türkiye'ye dönen Yahya Kemal, şiirde Türk klasik devrinin sesiyle örnekler vermeye başladı. Eski Şiirin Rüzgârıyle kitabındaki şiirlerinin büyük bir kısmı bu yılların arayışıdır. Bir taraftan da Peyâm-ı Edebî (1919), İleri (1919-1921), Tevhîd-i Efkâr (1920-1921), Pâyitaht (1921) Yarın (1921-1922), gazetelerinde tarih ve edebiyata dair görüşlerini makaleler halinde yayımlıyordu. Bundan bir müddet sonra Anadolu'da başlayan Millî Mücadele hareketlerini de aynı gazetelerde ve Dergâh (1921) mecmuasında çıkan yazılarıyla destekledi. Sonraki yıllarda önceki makaleleri Edebiyata Dâir, ikinciler ise Eğil Dağlar kitapları içinde yer aldı.
Ölümünden sonra talebesi ve yakın dostu Nihad Sâmi Banarlı'nın himmetiyle kurulan "Yahya Kemal Enstitüsü" bütün şiirlerini, nesir yazılarını, hâtıralarını ve mektuplarını on üç kitap halinde yayımladı. Bu on üç kitabın 10'u Banarlı'nın sağlığında, geri kalan üç tanesi de ölümünden sonra çıktı. Banarlı'nın ifadesine göre, Yahya Kemal'in şiir kitapları ölmeden önce kendi tavsiyeleri ve tertip şekli hakkındaki arzuları dikkate alınarak ve kendisinin koyduğu isimler altında yayımlandı. Buna göre eski ve klasik divan tarzında olanlar Eski Şiirin Rüzgârıyle, Hayyâm'dan tercümeleri de dahil olmak üzere bütün rubâîleri Rubâîler, yeni tarz şiirleri de Kendi Gök Kubbemiz adı altında toplandı.
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik Haykırdı, ak tolgalı beylerbeyi "İlerle!" Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan Bir gün yine doludizgin atlarımızla Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla Cennette bu gün gülleri açmış görürüz de Hâlâ o kızıl hâtıra gitmez gözümüzde Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
Yahya Kemal'de İslâmî duyguların kaynağı, çok ileri yaşlarda bile bir dâüssıla gibi kendisini saran Üsküp hâtıraları içindeydi. Bu hâtıralarda "ümmî" fakat görgülü bir kadın olan annesi Nakıye Hanım, gelenekten gelen bilgilerle ve bir kadın hassasiyetiyle onda ilk dinî duyguları uyandırdı. Henüz mektebe başlamamış olan çocuğuna, "Oğlum, dünyada iki insanı sev... Peygamber Efendimizi, bir de Sultan Murad Efendimizi sev!" diyen bu rikkatli anne, böylece bu iki büyük isim etrafında ilk dinî ve millî terbiyeyi veriyordu.(Sultan Murad'dan maksadının hem Murâd-ı Hüdâvendigâr, hem II. Murad olduğunu Yahya Kemal ilâve eder).
Şair Leskofçalı Galib Bey'in yeğeni olan Nakıye Hanım oğluna bildiği ilâhileri öğretir, onu müslüman Osmanlı geleneğiyle büyütmek ister. Böylece çocuk Ahmed Âgâh, Üsküp'ün camileri, türbeleri, evliya kabirleri arasında, dinî hayatla millî ve mahallî örf ve geleneğin birbirine karıştığı "uhrevî bir âlemde", Yûnus ilâhilerinin, Muhammediye'lerin okunduğu bir evde "sofuluğa mütemayil olmayan" bir müslüman dünyasının lezzetini alır. Hatta bir ara, biraz da çocukça bir aşk duygusu ve şiir hevesinin birbirine karıştığı bir atmosferde, Üsküp'teki Rufâî Tekkesi'ne devam eder. Şairin bu yıllarına ait duygularını en güzel biçimde "Kaybolan Şehir" adlı şiiri dile getirir.