Alışılmış yalnızlığın ters köşesindeki yazar: Yusuf Atılgan
Az yazdı ama çok tanındı. 28 yaşındaki tedirgin Bay C.'si, dışarıdan bakıldığında sıradan ve basit görünüşe sahip ama içinde derin kuyuları olan Zebercet'i, çalışkan iş bilir köy çocuğu Selim'i, bunların yanında Hacırahmanlıspor Futbol Kulübü… İşte, tüm bu eserlerin başmimarı Yusuf Atılgan'ı vefatının yıl dönümünde yeniden sizlerle buluşturuyoruz.
Giriş Tarihi: 26.06.2019
10:40
Güncelleme Tarihi: 09.10.2021
09:39
İKİNCİLİK YUSUF ATILGAN'IN
Gazetede, kazanan eserlerle ilgili olarak jüri üyelerinin görüşleri yayımlanır.
Herkes Baykurt'un eserinden söz ederken Necatigil, "Birincilik için oyumu Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ına verdim" der.
Orhan Kemal pek sevmemiştir Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ını, şöyle der: "...O da güzel roman doğrusu. Oğlanın romancı dokusu var. Kumaş iyi kumaş. İşçilik güzel. Beliriyor. Ama romanın meselesi ne? Getirdiği yorum ne? (...) Romanın kapağını kapatınca bana vermek istediği, bana duyurmak zahmetine katlandığı mesaj ne? Kaypak bir mesajı var ama bir roman için, hem de iyi bir roman için bu yetmez..."
1959'da Varlık Yayınları tarafından kitaplaştırılır.
KİTABINI OKUDU, EVLENMEK İSTEDİ
"Aylak Adam" romanı, Atılgan'ın hayatını bundan sonra devam ettireceği kadınla tanışmasına da vesile olur. Ankara Devlet Konservatuarı öğrencisi ve henüz 17 yaşındaki Serpil Gence, roman kahramanlarından "B"yi kendine oldukça yakın bulmaktadır. Atılgan'ın adresini bularak ona mektup yazar. Mektuplaşmaya ve sonrasında Manisa'da ve Ankara'da görüşmeye başlarlar.
"Dedim ki ben bu adamı bulacağım. Körse de topalsa da fark etmez. Ondan sonra da ne olur ne biter bilemem. Aylak Adam'da da içten içe hissedersiniz; 'hem çok hoş biri, hem tekin değil bu adam' dersiniz. Korkutucu bir yanı vardır. Belki yaklaşabilirsiniz, belki ele geçirebilirsiniz ama sonuna kadar da problem olacak biri olabilir. Çok rasyonel şeyler değil tabii. Sadece sezgiler. Ama aradım. Üç ay kadar Ankara'da iz sürdüm. Bulamadım."
"Kalktım İstanbul'a geldim. Bir arkadaşımın yardımıyla bir yayın evinden Manisa'nın bir köyünde yaşadığını öğrendim. Oturdum mektup yazdım. Çok gençtim, İstanbul'a gelmem bile sorundu. Manisa'ya gidemedim. O sırada Aylak Adam çok popüler olmuş, o da beş yüze yakın mektup almış. Hiç sevmezdi o tür şeyleri. Mektuplara baksın, cevaplar yazsın; ilgili değildi hiç. Bir tek bana cevap vereceği tutmuş. Sonra bir yıl kadar mektuplaştık. Sonra geldi İstanbul'da buluştuk."
1973'de Bilgi Yayınları arasında çıkan ikinci romanı "Anayurt Oteli"nin yayımlanmasından sonra Serpil Atılgan ile on dört sene süren görüşmeleri, evlilikle neticelenir. "Zebercet" karakteriyle bir nevi kendisini yansıtmış olan Yusuf Atılgan, büyük bir tutkuyla bağlandığı Serpil Gence'ye yalnızca ikisinin çözebileceği türden şifrelerle dolu bu romanı ithaf eder.
Serpil Gence, bu sırada Arena Tiyatrosu'nda oyunlarda oynamaktadır ve bu yüzden İstanbul'a taşınmıştır. Romanı bir kitapçıdan alır. Ancak romanı bitirmeden doğruca Manisa'nın yolunu tutar. Yusuf Atılgan, Serpil Gence ile 1976'da evlendikten sonra artık İstanbul'a yerleşir.
1979 yılında oğlu Mehmet dünyaya gelir. Oğluna fazlasıyla düşkündür ve oğluna daha iyi bir gelecek sunabilmek adına 1980'de Milliyet (sonra Karacan) Yayınları'nda danışmanlık ve çevirmenlik; sonrasında ise Can Yayınları'nda redaktörlük yapar.
"Babam öldüğünde 10 yaşındaydım. Sonuçta çocuktum elbette. Herhangi bir eserini de okumuş değildim o zaman. Gerçi "Ekmek Elden Süt Memeden"i okumuştum ama o kadar. Gündelik hayatında nasıl biriydi diye sorarsanız, bana karşı çok sevgi dolu, şefkatli, ilgili bir babaydı. Annem kadar, hatta dönem dönem annemden daha fazla benimle ilgilendiğini hatırlıyorum. İkisinin ayrı ayrı çalıştığı dönemler vardı. Karacan ve Can Yayınları'nda benim dört yaşıma kadar olan dönemde mesaili çalışıyordu. Bu yüzden çocukluğumun hatırlayabildiğim döneminin oldukça uzun bir zamanını babamla geçirdim diyebilirim. Belediye otobüsüne binip alakalı alakasız yerlere giderdik. Ya da gittiği yerlere beni de alır götürürdü. Çalıştığı dönemlerde beni Karacan Yayınları'na götürdüğünü, orada esnaf lokantalarında yemek yediğimiz zamanları da hatırlıyorum. Küçük Çamlıca'yı çok severdi. Orada, tepede bir melengeç ağacı vardı. Ona "koca melengeç" derdi, altında oturup çay içerdik. Vapura binmeyi çok severdi. Bütün vapurların ismini, nerede yapıldığını falan bilirdi mesela. Özellikle daha eski vapurlar, İnkılap gibi, Sarayburnu gibi... Bu isimlere dikkatimi çeker, "bak bu İskoçya'da yapılan vapurlardan o yüzden bizim burada Haliç'te yapılanlara oranla daha derindir" derdi. Beni daha o yaşta şehirde gezdirerek bende bir kent bilinci oluşturmaya çalışıyor gibiydi. Şehrin dokusu, kültür mirasıyla ilgili ufak tefek şeylere dikkatimi çekmeye çalışırdı."
KİTAPTAN UYARLANDI, ÖDÜLE DOYMADI
"Anayurt Oteli" Ömer Kavur tarafından aynı adla sinemaya aktarılır. Türk Sineması'nda önemli ve ayrı bir yeri olan bu film, Antalya Altın Portakal, Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu, Venedik, Valencia ve Nantes, Üç Kıta Film Şenliği ödüllerini alır.
YARIM KALAN HAYATTAN YARIM KALAN KİTAP
Atılgan; önce "İşkence" adını koyduğu "Canistan" adlı romanını tamamlayamamıştır. Ancak tamamlanmamış bu roman, 2000 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanır.
"Duruşma, yargıç, tanık ve sanık" adlı dört bölümden oluşan kitap, eski bir hesaplaşmayı anlatır. Atılgan bu dönemde zorlu bir yazım süreci geçirir. Bir keresinde Enis Batur'a "Çok düzayak gidiyor" diyerek sıkıntısını aktarır. Bir süre sonra, kitabın "sanık" bölümünü tamamlayamadan aramızdan ayrılır.