Ara Güler'in kaleminden Sait Faik
Dünyaca tanınan ve fotoğraf makinesiyle sayısız önemli ismin fotoğrafını çeken Ara Güler, edebiyat dünyasından birçok ismin de arkadaşıydı. Özellikle gençlik dönemlerinde Sait Faik ile yolları kesişmiş, onunla birçok anı biriktirmişti. Ara Güler'in Sait Faik için söyledikleri o dönemin edebiyat ve sanat dünyasına da ışık tutar nitelikte. Cağaloğlu ve Beyoğlu'nun Ara Güler tanımından, Orhan Veli ve Sait Faik'in iç dünyalarına kadar birçok mühim detay bu satırlarda yerini alıyor.
Giriş Tarihi: 15.04.2019
09:59
Güncelleme Tarihi: 15.04.2019
10:09
-Adın?
-Sait
-Ne?
-Sait... Faik. Sait Faik.
-Soyadın?
-Abasıyanık.
-İşin, mesleğin?
Bir şey bulamadı söyleyecek. Fransa'ya gitmek için pasaport alacaktı.
-Yazarım, dedi.
Öteki baktı, düşündü.
-Yazar olduğuna dair bir yazı getir, dedi.
İşte Sait Faik o yazıyı bir türlü bulamadı. Kimse bir iş yaptığına, bırak yazarlığı, bir iş yaptığına dair bir belge vermedi eline. Bir derneğe üye olduğuna dair ödediği aidat makbuzlarını buldu evde, onları götürdü, olmadı. Meslek hanesine "Yok" yazıldı.
ÖNEMSİZ BAKIŞLI, PARDÖSÜLÜ ADAM
Kırklı yılların sonlarında olmalıydı. Beyoğlu'nda Cağaloğlu yokuşunda önemsiz bakışlı, yakaları her zaman kalkık açık bej pardösülü, uzun boylu, sakin görünüşlü bir adam dolaşırdı. Gündüzleri Cağaloğlu'nda, akşamları da Beyoğlu'da onu sık sık görür, "İşte bu da buradaki aşina yüzlerden" diye düşünürdüm. Pek bilmezdim önceleri kimin kim olduğunu, hem neden bilmeliydim ki?
Sait Faik'i bilirdim, okumuştum, okuyordum ama ben kitaplardaki Sait'i biliyordum; beyaz kağıdın üzerinde kara satırlardaki Sait'. Hiç kuşku yok, bu da en önemli Sait'ti.
Sanırım, Sait'in kendisini ilk kez Agop Arad'ın yazıhanesinde tanıdım. Sait Faik Abasıyanık. Koskocaman bir ad. Sait işte oydu: Akşamları Beyoğlu'nda gündüzleri Cağaloğlu'nun ara sokaklarında hep karşıma çıkan o önemsiz bakışlı, yakaları kalkık, açık bej pardösü adam.
CAĞALOĞLU VE BEYOĞLU'NUN BAŞKA ZAMALARI
O zamanlar Cağaloğlu da Beyoğlu da bambaşkaydı. Genç yazarlar pek öyle bugünkü gibi gazetelerle iç içe değildi, olamazlardı. İstisnalar varsa da, genellikle gazete yazarları siyasal adamlardı. Edebiyatla ilgilenir gibi görünürlerdi ama her şeyden önce siyasetle uğraşırlardı. Öyle sanatı manayı takmazlardı. Hem ayrıca o zamanlar bugünkü gibi her hafta sonu ve başı bir sanat sergisi de açılmaz, bir roman veya bir öykü kitabı göklere çıkarılmazdı. Çok sonralar: gazete sütunlarında ilkin tiyatro eleştirileri başladı. Bugün sanat dediğimiz fotoğraf olayının ise esamesi okunmazdı.
GAZETELERDE SANATA YER YOKTU
Ben bu işine başladığım yıllarda, gazete yazarları büyük adlardı: Hüseyin Cahit Yalçın, Falih Rıfkı Atay, Refik Halit Karay, Necmettin Sadak gibi. Aralarında sanata en yakını Sedat Simavi'ydi. Hürriyet'i çıkarmadan önce Yedi Gün'ü çıkarıyordu. Ne var ki diğerleri gibi onun gazetesinde de edebiyata veya sanat sayfasına yer yoktu. Ancak sonraları gazete sütunlarında birkaç tiyatro eleştirisine, çok nadiren de resim sergileri hakkında ufacık haberlere rastlanmaya başladı. 1950'lerin ortalarında zaman zaman tiyatrodan söz eden sütunlar yer aldı. Bunun da önderleri genç kuşaktan gelme yazı işleri veya istihbarat servislerinde çalışanlar oldu. Eskiden sanat olaylarına, sanatçıya gazetecilikte yer yoktu açıkçası.
1960'LI YILLARDA GAZETEDE SANAT
Eskilerden olmasına karşın Ulunay, sonra sanat kronikleri olarak "FA" imzasıyla Fikret Adil, Sabri Esat Siyavuşgil, Vedat Nedim Tör, Vâ-nû (Vâlâ Nurettin), Zahir Güvemli, daha genç kuşaktan ise Osman Karaca. Adnan Berk, Tunç Yalman sanatçı dünyasının önemsenmesine ve gazete sütunlarına girmesine önayak oldular. Bir süre sonra gazetelerde müstakil sanat sayfaları, hatta sanat ekleri çıkmaya başladı ki bu da 1960'lı yılların ortalarına rastlar.