Arama

Edebiyatçılar birbirlerini nasıl anlattılar?

Türk edebiyatının en gözde yazar ve şairlerinin birbirlerini nasıl anlattıklarını biliyor musunuz? Kimileri yakın dost, kimileri adeta birer abi kardeş, kimileriyse uzaktan tanışıktılar. Erdem Bayazıt'tan Nuri Pakdil'e, Cemal Süreya'dan Sabahattin Ali'ye, Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Mehmet Akif Ersoy'a, Rasim Özdenören'den Necip Fazıl Kısakürek'e ünlü edebiyatçıların birbirleri hakkında kaleme aldıkları sözleri sizler için derledik.

  • 7
  • 13
OKTAY RİFAT’A GÖRE ‘SAİT FAİK ABASIYANIK’
OKTAY RİFAT’A GÖRE ‘SAİT FAİK ABASIYANIK’

"Sait'in ölümüne ne kadar yandım anlatamam, hâlbuki bir ahbaplığımız arkadaşlığımız da yoktu. Yirmi yıl kadar önce bir kahvede tanışmıştık. Ayağını iskemlenin altına dayamış yüzüme bakıyordu. Parklarda dolaştığımızı da hatırlıyorum. Orhan da vardı… İlk okuduğum yazısı bir yolculuk hikâyesidir. İskeleye gidip gidip bir gemiyi seyredişini anlatıyordu. Bu gemi ile ya Fransa'ya gitmiş yahut gelmiş; böyle bir şey. Arkadan soğan kayığının hikâyesi gelir. Bu hikâyede karşılıklı iki cins insan vardır. Bir yanda soğan kayığının biçimine vurulan biri; öte yanda soğanlardan edecekleri karı düşünenler. Sait bu soğan kayığının biçimine vurulan adamdı. Ölünceye kadar da hiç değişmedi.

Anlattığı insanlar da çoğu zaman onun gibi şair tabiatlıydı. İşte ağzından mavi dumanlar çıkaran, cam cam, billur billur, fanus fanus, çeşmibülbüller gibi yaşayan adam. İşte bütün haftalığını bir günde harcayan Panco, işte hikâyeciye şairce oyunlar oynayan Yani Usta, işte topal martı ile konuşan balıkçı.

Sait çok iyi bildiği bu insanların yaşama kavgasını pek anlatmıyordu. Bu kavganın hikâyesi nedense onu ilgilendirmiyordu. Bizler ondan bu hikâyeyi istiyorduk. Gelgelelim anlatmıyordu işte. Artık anlatamaz da. Ama bizler, bu bizlere en yakın insanların yaşama sevinci ile ilgili davranışlarını derinlemesine, gene en çok onun hikâyelerinde bulacağız. Onun hikâyelerini okuyup sokağa çıktığımız zaman bir evin damını, uzakta uçan bir kuşu, yaprakların arasında denizi görünce birileri arkamızdan "hişt, hişt!" diye seslenecek."

  • 8
  • 13
CEMAL SÜREYA’YA GÖRE ‘YAHYA KEMAL’
CEMAL SÜREYA’YA GÖRE ‘YAHYA KEMAL’

"— Yahya Kemal en büyük şairimiz mi?
— Öyle demeyelim. En büyük şairlerimizden biri. Büyük şairleri sıraya koymak doğru değil. Yarış atı değil ki onlar, birinci, ikinci, üçüncü diye ayıralım."

  • 9
  • 13
MİNA URGAN’A GÖRE ‘NECİP FAZIL KISAKÜREK’
MİNA URGAN’A GÖRE ‘NECİP FAZIL KISAKÜREK’

"Urgan soyadıma gelince, onu kendim isteyerek aldım. On sekiz yaşını geçtiğim ve bekâr olduğuma göre, istediğim soyadını alabilirdim. (Böyle güzel özgürlükler vardı Mustafa Kemal döneminde.) Bizim aile aşırı bireyci olduğundan, herkes ayrı ayrı soyadları aldı. Örneğin, teyzemin iki oğlu, anne baba bir kardeş olmalarına karşın, aynı soyadını almaya yanaşmadılar. Annemle dayım da değişik soyadları seçtiler. Şimdi şu Urgan soyadını bana kimin önerdiğini söyleyince, küçük bir şok geçireceksiniz: Necip Fazıl Kısakürek! Evet, iyi bir şair ve yetenekli bir oyun yazarı bildiğiniz, henüz dinciliğe soyunmamış olan, bizim arkadaş grubundan Necip Fazıl Kısakürek! "Çalışkan", "erdemli", "ulugönüllü" gibi manevi anlamlar taşıyan bir soyadı değil, içinde çok sevdiğim U harfi bulunan bir nesne adı istiyordum. Necip Fazıl, "Urgan'ı seç" dedi. "Urgan da ne demek?" diye sorduğumda, Anadolu'da ip anlamına geldiğini açıkladı ve kahkahalar atarak, "solculuğundan ötürü günün birinde nasıl olsa asılacağın için, bu soyadı sana ayrıca uygun" diye ekledi."

  • 10
  • 13
NİHAL ATSIZ’A GÖRE ‘SABAHATTİN ALİ’
NİHAL ATSIZ’A GÖRE ‘SABAHATTİN ALİ’

"Ben onu 1926-1927'de Türk Ocağı'nda tanıdım. Biz birkaç kişi, Türk Ocağı'nda "Kızıl Elma" diye ayrı bir oda açtırmıştık. Burada Ocak'ta aza olmayan genç mektepliler gelecek ve ülkü aşılanacaktı. O zaman Türk Ocakları'nda ırkçılık düşünceleri olmadığı için, Kızıl Elma'ya, Müslüman olmak şartıyla her ırktan vatandaşlar geliyordu. Muallim mektebinde talebe olan Sabahattin Ali de oraya gelenlerden biriydi. Lüzumundan pek fazla ve gürültü ile konuşan, ağır sözlere bile kızmayan ve herkesle laubali olan bu çocuk birtakım manzumeler yazıyor ve emsaline göre muvaffak oluyordu. Daima mübalağaya meyyal olan tabiatı dolayısıyla överken de hicvederken de şiddetli teşbihler yapıyor, etrafındakileri gülüyordu. Kendisini ilk gördüğüm zaman pek yüksekten konuştuğu için, talebe olduğunu öğrendiğim bu gence "Siz Yüksek Muallim Mektebi'nden misiniz?" diye sormuştum. O hemen sırıtmış ve "Hayır alçak muallimdenim" diye cevap vermişti. Kızıl Elma odasında ekseriye Türkçülük meseleleri üzerine münakaşalar yapılırdı. İnanmış, ateşli gençlerin yaptığı bu münakaşalar daha genç olan talebeler üzerinde müessir oluyordu. Nitekim o zamana kadar hiçbir şey olmaya Sabahattin Ali'de bile milletperverane şiirler yazmak isteği uyanmıştı."

  • 11
  • 13
SAİT FAİK ABASIYANIK’A GÖRE ‘ORHAN VELİ’
SAİT FAİK ABASIYANIK’A GÖRE ‘ORHAN VELİ’

"Üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şairdir.

İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles (üçgen) bir yüz, şişirilmiş bir göğse benzeyen bir sırt, -denebilirse- ergenlik bozuğu bir yüz: İşte görünüşte Orhan Veli."

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN