Edebiyatçılar birbirlerini nasıl anlattılar?
Türk edebiyatının en gözde yazar ve şairlerinin birbirlerini nasıl anlattıklarını biliyor musunuz? Kimileri yakın dost, kimileri adeta birer abi kardeş, kimileriyse uzaktan tanışıktılar. Erdem Bayazıt'tan Nuri Pakdil'e, Cemal Süreya'dan Sabahattin Ali'ye, Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Mehmet Akif Ersoy'a, Rasim Özdenören'den Necip Fazıl Kısakürek'e ünlü edebiyatçıların birbirleri hakkında kaleme aldıkları sözleri sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 29.08.2019
10:02
Güncelleme Tarihi: 29.08.2019
10:08
MİNA URGAN’A GÖRE ‘NECİP FAZIL KISAKÜREK’
"Urgan soyadıma gelince, onu kendim isteyerek aldım. On sekiz yaşını geçtiğim ve bekâr olduğuma göre, istediğim soyadını alabilirdim. (Böyle güzel özgürlükler vardı Mustafa Kemal döneminde.) Bizim aile aşırı bireyci olduğundan, herkes ayrı ayrı soyadları aldı. Örneğin, teyzemin iki oğlu, anne baba bir kardeş olmalarına karşın, aynı soyadını almaya yanaşmadılar. Annemle dayım da değişik soyadları seçtiler. Şimdi şu Urgan soyadını bana kimin önerdiğini söyleyince, küçük bir şok geçireceksiniz: Necip Fazıl Kısakürek! Evet, iyi bir şair ve yetenekli bir oyun yazarı bildiğiniz, henüz dinciliğe soyunmamış olan, bizim arkadaş grubundan Necip Fazıl Kısakürek! "Çalışkan", "erdemli", "ulugönüllü" gibi manevi anlamlar taşıyan bir soyadı değil, içinde çok sevdiğim U harfi bulunan bir nesne adı istiyordum. Necip Fazıl, "Urgan'ı seç" dedi. "Urgan da ne demek?" diye sorduğumda, Anadolu'da ip anlamına geldiğini açıkladı ve kahkahalar atarak, "solculuğundan ötürü günün birinde nasıl olsa asılacağın için, bu soyadı sana ayrıca uygun" diye ekledi."
NİHAL ATSIZ’A GÖRE ‘SABAHATTİN ALİ’
"Ben onu 1926-1927'de Türk Ocağı'nda tanıdım. Biz birkaç kişi, Türk Ocağı'nda "Kızıl Elma" diye ayrı bir oda açtırmıştık. Burada Ocak'ta aza olmayan genç mektepliler gelecek ve ülkü aşılanacaktı. O zaman Türk Ocakları'nda ırkçılık düşünceleri olmadığı için, Kızıl Elma'ya, Müslüman olmak şartıyla her ırktan vatandaşlar geliyordu. Muallim mektebinde talebe olan Sabahattin Ali de oraya gelenlerden biriydi. Lüzumundan pek fazla ve gürültü ile konuşan, ağır sözlere bile kızmayan ve herkesle laubali olan bu çocuk birtakım manzumeler yazıyor ve emsaline göre muvaffak oluyordu. Daima mübalağaya meyyal olan tabiatı dolayısıyla överken de hicvederken de şiddetli teşbihler yapıyor, etrafındakileri gülüyordu. Kendisini ilk gördüğüm zaman pek yüksekten konuştuğu için, talebe olduğunu öğrendiğim bu gence "Siz Yüksek Muallim Mektebi'nden misiniz?" diye sormuştum. O hemen sırıtmış ve "Hayır alçak muallimdenim" diye cevap vermişti. Kızıl Elma odasında ekseriye Türkçülük meseleleri üzerine münakaşalar yapılırdı. İnanmış, ateşli gençlerin yaptığı bu münakaşalar daha genç olan talebeler üzerinde müessir oluyordu. Nitekim o zamana kadar hiçbir şey olmaya Sabahattin Ali'de bile milletperverane şiirler yazmak isteği uyanmıştı."
SAİT FAİK ABASIYANIK’A GÖRE ‘ORHAN VELİ’
"Üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şairdir.
İki incecik bacak, kısaca bir trençkot, kanarya sarısı bir kaşkol, müselles (üçgen) bir yüz, şişirilmiş bir göğse benzeyen bir sırt, -denebilirse- ergenlik bozuğu bir yüz: İşte görünüşte Orhan Veli."
REŞAT NURİ GÜNTEKİN’E GÖRE ‘SAİT FAİK ABASIYANIK’
"Hangi tarafından bakarsanız bakın, Sait Faik bugünkü edebiyatımızın en değerli, en orijinal çehrelerinden biriydi. Bütün genç, orta yaşlı ve yaşlı nesillerin; ileri aydınlarla beraber orta halli okuryazarların, bizde pek az görülmüş bir ittifak ile sevip saydıkları bir insandı. Sonra bu sevgi ve saygıyı, sevgi ve saygıların en makbulü saymak lazım gelir. Çünkü içine mevki ve mansıpların, debdebeli gösterişler, kampiyon malı faziletler ve sairelerin parıltıları karışmamış bir sevgi ve saygı idi. Acısı henüz yenidir; fakat zamanla yatışıp durulunca da onun yine bugünkü parlaklığıyla suyun yüzünde kalacağına şüphe etmiyorum. Sait Türkçeyi en iyi yazanlardan biri idi. Fakat bu kâfi değildir; onun içine konacak şeyleri de bulmak lazımdır. İşte o bunu da çok iyi bilirdi. Yaşadığı zaman ve muhitin geniş bir köşesini erişilmesi güç bir kolaylıkla anlatmasını bilmiş bir yazardı. Zaman zaman küçük hikâyeden romana geçmiye savaşıyor görünen büyücek yazıları (Medar-ı Maişet Motoru, Kumpanya…) ondan büyük romanların da çok iyisini bekletebilirdi. Daha eski edebiyatlarımız, muhakkak olan değerleriyle beraber, kendilerini bir nevi oyuncakçılık karakterinden sıyıramamış görünürler. Nükteler, cilveler, espriler, sürprizler… Duygu ve düşüncelerin en şakaya gelmez olanlarını parlak oyuncak boyaları ile boyamak, teknik denen bir nevi oyuncakçı hüneriyle süslemek… "
CEMAL SÜREYA’YA GÖRE ‘ORHAN VELİ’
"Orhan Veli'nin kavgası edebiyatımızın en büyük kavgasıdır, buna inanıyorum. Irmağın yatağını daha doğal bir vadiye indirdi. Şiire kasket giydirdi, sivilleştirdi onu..."