Gül imgesinin şiirimizde geçirdiği değişimler
Geçmişten günümüze 'sevgili güldür' metaforu Türk edebiyatında muhtelif şekillerde karşımıza çıkar. Sevgili bir güldür fakat nasıl bir güldür? Bunun tanımı çağlar boyunca farklılaştı. Sevgili mis kokusu ve zarifliğiyle mi, binlerce dikeni olması mı yoksa yapraklarında güneşin görülmesi sebebiyle mi güldür? Ya da modern şiirdeki haliyle şairin zihni, ruhsal durumuna ve dünya görüşüne göre teşekkül eden bambaşka bir gül mü? Bu içerikte geçmişten günümüze "gül imgesi" ne yüklenen misyonları siz Fikriyat okurları için inceledik.
Giriş Tarihi: 17.12.2019
14:47
Güncelleme Tarihi: 17.12.2020
09:11
İkinci Yenicilerin “gülleri”
Orhan Veli ve arkadaşları 1940'lı yıllarda Türk şiirini imgeden sıyırmak ister. Bu şairler, imge ve musikiden uzak, çetrefilsiz, küçük insanın konu edildiği bir şiir anlayışını oluşturma isteklerini türlü şekillerde ifade eder. Fakat 1950'lerde modern şiirin "tekâmülü" olarak nitelendirilebilecek İkinci Yeniciler, yepyeni imaj ve imgelerle Türk şiirine farklı bir soluk getirirler. Gül imgesinin İkinci yeni şairlerinin kaleminde bambaşka biçimlerde teşekkül ettiğini görüyoruz.
Cemal Süreya'nın 'sokak' gülü
Klasik şiirin en güzide mazmunlarından olan "saraylı" gül, modern şiirde, artık sokağa taşınır, indirgenir. Bunun en iyi örneğini Cemal Süreya'nın "Gül" şiirinde görürüz:
"Gülün tam ortasında ağlıyorum Her akşam sokak ortasında öldükçe Önümü arkamı bilmiyorum Azaldığını duyup duyup karanlıkta Beni ayakta tutan gözlerinin
…
Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum Her nasılsa sokağa düşmüş Kolumu kanadımı kırıyorum Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene"
Cemal Süreya
"Hırçın hırçın, pembe pembe, öfkeli öfkeli" bir gül...
Farklı bir gül imgesiyle karşılaştığımız bir diğer şiir ise Edip Cansever'in "Gül Kokuyorsun" şiiridir.
"Gül kokuyorsun bir de amansız, acımasız kokuyorsun gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun hırçın hırçın, pembe pembe öfkeli öfkeli gül gül kokuyorsun nefes nefese"
Edip Cansever
Klasik şiirin gül imgesi Edip Cansever'in şiirinde tamamen alaşağı edilir. Geleneksel şiirde ve kültürde misk kokusuyla nam salan gül, bu şiirde gördüğümüz üzere insana rahatlık veren hoş kokusuyla değil, "aman, acımasız ve keskin" koku vasıfları yüklenerek karşımıza çıkar. Aynı zamanda zarafetin, naifliğin, endamın simgesi olması nedeniyle sevgiliyi tasvir ederken kullanılan bu şiirde gül artık "hırçın hırçın, öfkeli öfkeli"dir.
Modern anlamda bir Leyla ile Mecnun Hikayesi olarak 'Mona Roza'
"Gelin gülle başlayalım atalara uyarak Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine"
Sezai Karakoç , pek çok açıdan gelenekteki gül tasavvurunu şiirlerine taşıdığı gül imgesi izinde modern şiire yepyeni açılımlar getirdi.
Gül imgesi, Mona Roza'da geleneksel şiir kültüründen gelen unsurların, modern şiirin imkânlarıyla bütünleştirildiği bambaşka bir söylemle karşımıza çıkar. Mona Roza, çoğunlukla arka planındaki aşk öyküsüyle bilinse de Sezai Karakoç bu şiirin yazılış amacını şu sözleriyle açıklar:
"Orhan Veli akımı bir sel gibi edebiyatımızı kaplamış. Okul kitaplarından henüz Yahya Kemal'in saltanatı devam ediyorduysa da piyasayı Orhan Veliciler istila etmeye başlamıştı. Yaşlılar edebiyat fakültesi profesörleri makalelerinde Yahya Kemal'den bahsediyorlardı ama dergilerde gençler Orhan Veli ve arkadaşlarının açtığı çığırdan giderek tüm geleneksel şiir değerleriyle ilişkilerini kesmiş bulunuyorlardı. Şairanelik hor görülüyordu. Edebiyatımızın 'gül' 'bülbül' gibi mazmunları alay konusuydu. Bütün değerler yere serilmiş gibi gözüküyordu. Kadın; 'tak takıştır sür sürüştür muhallebiciye gel piyasa vakti' çerçevesinde algılanıyordu. Ben hecede ısrar ediyordum. Gül kavramını yeniden diriltmenin gereğini düşünüyordum hep. Monna Rosa (Mona Roza) böyle doğdu. Modern bir Leyla ile Mecnun denemesiydi bu. Bir gencin dilinden anlatılış şeklinde başladı şiir.'Rosa ' bilindiği gibi 'gül' demekti. Böylece aşağılanan 'gül' kavramını yeniden gündeme getirmek istedim. Aslında gül mazmunu ve modern anlamda 'Leyla ile Mecnun' hikayesi şiirimize tekrar bu şiirle girdi denebilir."
"Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyvenin gülleri ve beyaz yatak Kanadi kirik kus merhamet ister Ah, senin yüzünden kana batacak Mona Roza siyah güller, ak güller"
Gelenekten gelen bir ses: Sezai Karakoç şiirinin ‘gül’leri
Sezai Karakoç'un geleneksel şiirde olduğu gibi gül imgesiyle sembolize ettiği en önemli şahıs Hz. Muhammed'dir. Bu geleneksel imge, Karakoç'un şiirinde aynı zamanda dini bir imgeye dönüşür. Gelenekten gelen dini unsurlar Karakoç'un şiirinde yalnızca bir motif veya imge olarak değil, yaşayan ve yaşatılmak istenen bir değer olarak sunulur. Şairin "Gül Muştusu" isimli şiiri buna örnektir:
"Gül gelecek, Kıyamet demek gülün geri gelişi demek Gül, Peygamber muştusu, Peygamber sesi"
Şair, çağdaş bir mesnevi örneği sayılabilecek Gül Muştusu şiirinde, "diriliş" fikrinin gül imgesi ile birlikte Peygamberimizden gelecek yardımla gerçekleşebileceğini gösterir bize. Şairin arzuladığı, bir gül mevsimi; yani diriliştir. Bu gül mevsiminin gelebilmesine yardımcı olacak kişi ise güle dair tüm vasıfları yüklenen Peygamber Efendimizdir:
"Yetiş Peygamber imdadı yetiş Yetiş Allah'ın izniyle Yetiştir erlerini Diriliş bayraklarını taşıyan Şehit gömleklerini peşin giymiş Ateşten, sudan geçer gibi geçen Allah önünde her varı yok gören Dağların üstünde erip Kentlere şafak gibi ağan Küçük askerlerini Gül diksinler diye yeni topraklarına İnsanın ta gönlüne Yetiştir erenlerini Allah'ım Amin"