Mehmet Akif'in ilim ve irfan hocası: Arap Hoca
Âkif'in ilminin beslendiği ilk ve en büyük kaynak, onu Kur'an ahlakıyla ahlaklandıran kişi, yani Arap Hoca'ydı. Müderristi. Seksen senelik hocalığında üstadı Hacı Kadri gibi dersten ve Ta'lim-i Kur'an'dan mezun ettiği binlerce talebeye icazet verdi. Cemaleddin Server Revnakoğlu da, Mehmet Âkif gibi Arap Hoca'ya gelmiş, onu dinlemişti. İşte, Revnakoğlu'nun yazdığı yazıdaki öğretmen ve öğrencisinin güçlü bağları, paylaştıkları kaderleri…
Giriş Tarihi: 23.03.2019
16:53
Güncelleme Tarihi: 23.03.2019
17:26
Üstat bunu söylediği zaman hasta bakıcının yardımıyla yatağında doğrulabiliyor, birkaç dakika yatağa dayanıp durduktan sonra yine yatağına uzanıyordu. Birkaç gün evvel ameliyat yapılmış, karnında toplanan sular alınmıştı. Üstat hastalığını unutmuştu…"
Arap Hoca, Âkif'in güzel seciyesini yükseltip onu bir ahlak abidesine yükselten, bu genç adamı Kur'an'ın hafızı kılan, kademe kademe Kur'an mütercimliğine yükseltip Arap dilinde üstat kılan cevheri ona bırakan bir şahsiyetti. Âkif'in ilminin ve ahlakının beslendiği ilk ve en büyük kaynak, onu Kur'an ahlakıyla ahlaklandıran bu kişiydi.
REVNAKOĞLU’NUN “ARAP HOCA” YAZISI
Son devrin talim, tecvid ilimlerinde talebe yetiştirmiş, gerçekten büyük bir üstat: Âkif'in hocası Arap Hoca. Herkese merhamet telkin eden vakur halleri, temkinli tavırları, kendisine mahsus tecvidli, tasnifli konuşması ve kırışık yağız çehresi ile ona her yerde "Arap Hoca" derlerdi. "Arap Hafız", "Kara İmam", "Filipeli İmam" da onun isimlerindendi.
GERÇEK İSMİNİ CENAZESİNDE ÖĞRENDİLER
Mesleğinde kimseye benzemeyen büyük iktidarının kemali dolayısıyla ulema arasında kendisine "Kutbu'l-kurrâ" da denilirdi. Fatih Camii'nin cemaati ise hocayı "Fatih'in kutbu" bilirlerdi. Kırk yıllık Fatihliler bu kutbun ahirete göç ettiğini gazetelerde görünce kullanılmayan adının Mehmed Râsim olduğunu bu acı vesileyle ve hayretle ancak öğrenebilmişlerdi.
“BANA GELDİĞİNDE 18-19 YAŞLARINDAYDI”
Arap Hoca, Âkif'i yetiştirmekten, onun hocası olmaktan duyduğu hazzı ve iftiharı gizleyebilmek kudretini kendisinde göremediğinden gözleri dolarak şöyle bahsederdi:
"Babasının yanında bana geldiği zaman 18-19 yaşlarındaydı. 'Akaid ve kavaidi sizden okuyacağım' dedi. Bir buçuk saat zarfında beş sayfa çiğ alır, su gibi yapar, dinlenirdi. Ben de, şerikleri de, dinleyen diğer hocalar da, ders müzakerecileri hep hayret ederdik. Beş sayfa çiğ, bu kolay değil. İskeçeli Hakkı Ali adında bir şeriki vardı, zavallı benim gibi çalışamıyor, yetişemiyor diye geceleri de ona gider, derslerini dinlerdi. Üç, üç buçuk ay sonra on sekiz sayfaya çıktı. Bu sıralarda yazdı. Bana verdiği 'Mahşer' adlı bir münacatı, bir de na't-ı şerifi vardır."
Âkif'i çok severdim, uzun müddet yanımda kaldı. Babasının ölümünün ardından baytardan aliyyü'l-a'lâ derecede mezun olduğu için onu Adana'ya at cinsinin ıslahına gönderiyorlardı. Bu tarihlere kadar sarıklı idi. Sonra Adana'daki vazifesine gitti. Şâyân-ı hayrettir, orada vazifesiyle meşgul olurken baki kalan on iki sayfayı kendi kendine ikmal etmiş, yazdığı mektuplarında: 'Hocam, hıfzımın bitirdim. İnşallah cemiyeti İstanbul'a döndüğümde yaparız." diyordu.'
Hayati hadiseler, memuriyetler bu arzusunu yerine getiremedi fakat İstanbul'a gelir gelmez ilk işi benim de gençliğimde mukabele okuduğum Bozdoğan Kemeri'ndeki Kirazlı Mescit'te mukabele okumak oldu. Daha sonraları Tabhane Medresesi fünûn-ı cedîde kısmına edebiyat hocası oldu.