Mesnevi'de yer alan hikayeler
Mevlana'nın 25 bin beyitlik Mesnevi'sinde yüzlerce hikaye yer alır. Bir düşünceyi zihinlere daha iyi yerleştirmek amacıyla yer verdiği hikayeler sayesinde Mevlana, sıradan olayları bile son derece ustalıklı yorumlarla takdim eder. Bu hikayeler, öğretici, tasavvufi anlamda bir yol göstericidir. Mesnevi'de yer alan bazı hikayeler ve anlatılmak istenenleri sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 09.12.2019
09:34
Güncelleme Tarihi: 09.12.2019
15:31
HİKÂYEDE ASIL ÜZERİNDE DURULAN KONU
Hikâyede asıl üzerinde durulan konu, Mevlânâ'nın "mahiv bilgisi " dediği yok olma bilgisidir. Mahiv , fenafillah, Allah'ta yok olma, nefsini mahvetme denilen şey tasavvufta oldukça geniş bir konudur. Bunun başarılabilmesi için kötü huyların ve kötü alışkanlıkların yok edilmesiyle başlanır. Uzun tasavvuf yolunun ilk adımı olan kötü huyların yok edilmesiyle yerine iyi huyların gelecektir. Örneğin cimrilik gidince cömertlik gelecek, cehalet yok olunca bilgi gelecektir.
Mahiv bilgisinin sonu, Allah'tan başka her şeyi ikinci plana itilecek bir gönül olgunluğuna erişmek tir.
KAHRAMANLAR NEYİ TEMSİL EDİYOR?
Padişah : Ruh
Cariye : Nefsi
Cariyeyi tedavi edemeyen hekimler : Sahte şeyhler
Cariyeyi tedavi eden hekim : Mürşid-i kâmil
Kuyumcu : İnsandaki heva ve heves
Zamanın birinde bir padişah vardı. Padişah bir gün adamlarıyla ava giderken yolda güzel bir cariye görüp ona âşık oldu. Onu alıp sarayına getirdi. Fakat bir müddet sonra o güzel cariye hastalandı. Günden güne eriyip tükenmeye başladı. Memleketin en iyi hekimleri cariyenin hastalığına bir çare bulamadılar. Padişah bunu görünce çok üzüldü, günlerce çareler aradı, sağa koştu, sola gitti olmadı. Sonunda bir mescide gidip el açarak dua etti, secdeye kapanarak ağladı. Cariyenin iyileşmesi için yalvardı.
Bu sırada uykuya daldı. Rüyasında bir pir gördü; pir ona: "Artık üzülme duan kabul oldu. Yarın şehrinize bir yabancı gelecek o bizdendir. Onun yapacağı tedaviyle cariyen iyileşecek. " dedi.
Sabah olup güneş doğunca padişah pencereye koşup rüyasında gördüğü piri beklemeye başladı. Uzaktan onun geldiğini görünce kendisi sarayın kapısına koşarak kapıyı açıp piri içeriye aldı. Konuşup görüştükten sonra, padişah pire hastanın hastalığını anlattı daha sonra onu hastanın yanına götürdüler.
Hekim önce hastanın yüzüne baktı sonra nabzını saydı. Hastalığın belirtilerini sorup sebeplerini dinledi. "Diğer hekimlerin tedavileri iyileştirmek yerine büsbütün harap etmiş hastayı ." dedi. Sonra şöyle devam etti. "Onların içerden haberleri yok, onun için de hepsinin aklı fikri işin dış yüzünde ." dedi.
Hekim hastalığın ne olduğunu anlamıştı, fakat bunu padişaha söylemedi. Hastanın hâlinden inlemesinden onun gönül hastası olduğunu anlayıverdi. Çünkü hiçbir hastalık gönül derdi gibi değildir. Hekim durumu anlayınca:
"Padişahım, dedi. Herkesi uzaklaştır köşede bucakta kimseler kalmasın ki ben hastayla baş başa kalıp rahat rahat çalışayım, hastanın hastalığını anlayıp ona göre bir tedbir düşüneyim ."
Padişah emretti oda boşaldı hastayla hekimden başka kimse kalmadı. Hekim yaklaşıp hastanın başucuna geldi yumuşak ve tatlı bir sesle:
"Memleketin neresi, nerelisin? Bana söyle, çünkü her memleketin halkının ilacı başka başkadır. Memleketinde yakın akrabandan kimler var, kime yakınsın?" diye sordu.
Hekim elini kızın nabzına koymuştu. Hem soruyor hem de nabzını kontrol ediyordu. Kız yavaş yavaş hekime bütün olanları anlatıyor, başından ne geçtiyse söylüyordu. Hekim kızın nabzını tutmuştu ve:
"Bu kız kimin adını söylediğinde eğer heyecanlanır, nabzı hızlanırsa demek ki sevdiği, uğruna hasta olup yataklara düşerek mum gibi eridiği odur." diye düşünüyordu.