Necip Fazıl tasavvufla nasıl tanıştı?
İnsanların hayatında dönüm noktaları olur. Yaşadığı olay, tanıştığı kişi yıllarca oluşturduğu benliğini ve tabularını tümüyle değiştirebilir. Şiir, piyes, tiyatro, fıkra, hikaye, politika ve dini konularda kaleme aldığı çok sayıda eserleriyle Üstad Necip Fazıl da böyle bir dönüşüm hikayesinin kahramanıdır. "Benim kurtarıcım, müjdecim" dediği Abdülhakim Arvasi ile olan tanışmasını ve hayatının seyrinin nasıl değiştiğini sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 26.07.2019
17:54
Güncelleme Tarihi: 26.07.2019
18:21
Necip Fazıl'ın Abdülhakim Arvâsî'yi tanıması ise şöyle gerçekleşmiştir:
1934 yılı içinde bir gün Avrupa Yakası'ndan karşıya geçerken, vapurda bir adam ile tanışır. Adam, sohbet esnasında dinden, dine bağlılığın günden güne zayıfladığından bahseder. Necip Fazıl onun bu anlattıklarından hayli sıkılır. Bir neticeye varmak ister ve tasavvuf bahsini açar. Adam bu konu üzerinde fazla konuşmak istemez. Bunun üzerine Necip Fazıl, "Zamanımızda irşada ehliyetli bir kimse var mı? Böyle birini tanıyor musunuz?" diye sorar. Adam da "Böyle bir kimse var." diyerek, Beyoğlu Ağa Camii'nde cuma günleri vaaz veren Abdülhakim Arvâsî'yi işaret eder ve ona: "Orada dinleyecekleriniz halk için, nâs için söylenen sözler. Siz o sözlerin içine girmeye ve ötesindeki hikmeti görmeye bakın!" der.
Aynı haftalarda Necip Fazıl, bir cuma günü yakın arkadaşı Abidin Dino ile Beyoğlu Ağa Camii'ne gelerek Abdülhakim Arvâsî'yi ziyaret eder. Bu ilk tanışmada Abdülhakim Arvâsî, ona Eyüpsultan'da Gümüşsuyu mevkiinde ikâmet ettiğini belirterek bir davette bulunur. Mânevî yönden büyük kapıya dâhil edildiği anlamına gelen bu davet karşısında, Necip Fazıl oldukça sevinir. Yaşadığı o tarifi imkânsız sevincini şu ifadelerle zikreder: "Kabul edilmiştik. Ama henüz, iç içe giden iç daireye değil... Dış daireye, güvenilir insanlara mahsus ilk sohbet, konuşma dairesine avluya…"
Aradan haftalar geçtikten sonra Necip Fazıl, uzun yıllar hasretini çektiği kişiyi daha yakından tanımak için ressam arkadaşı Abidin Dino ile beraber Eyüpsultan'a Abdülhakim Arvâsî'nin dergâhına gider. Abdülhakim Arvâsî sohbette ilk olarak ona tasavvuf hakkında malumatı olup olmadığını ve bu konuda herhangi bir kitap okuyup okumadığını sorar. Necip Fazıl, Bahriye Mektebi'nde iken Semerâtü'l-Fuâd ve Dîvân-ı Nakşî adlı tasavvufî içerikli eserleri ve son olarak da Ma'rifetnâme'yi okuduğunu belirterek bu suali cevaplar.
Bunun üzerine Abdülhakim Arvâsî ona: "Bu iş kitapla olmaz. Akılla da varılmaz. Hiç yemeğin lezzeti çatal ve bıçakla aranıp bulunabilir mi?" diyerek tasavvufun kâl yani söz ilmi olmadığını hâl ilmi olduğunu ona izah eder. Böylece ilk görüşmenin ardından 1943'te Abdülhakim Arvâsî'nin vefatına kadar süren aralarındaki büyük bağlılık ve muhabbet ortamı başlamış olur.
Bu süreç içinde Necip Fazıl'ın mürşidi ile her görüşmesi onun ruhunun derinliklerinde etkili izler bırakır. Bu denli büyük tesirlere vesile olmasına rağmen Abdülhakim Arvâsî, müntesibi olduğu Nakşibendiyye tarîkatına girmesi noktasında Necip Fazıl'a herhangi bir açık davette bulunmamıştır. Necip Fazıl, şeyhinin kendisine herhangi bir zorlamasının olmadığını şu ifadelerle belirtmiştir: "Seni yola kabul ettim. Kütüğe yazıldın! Bundan böyle şu vazifelere başla! Şu toplantılara katıl! Âyinlerde ve merasimlerde bulun! Bu lisan ve hareketlerden eser yok! Ne tören, ne âyin… Her şey mânevî bir plânda geçiyor ve ruhun beyaz kâğıdı üzerinde kelimeler beyaz mürekkeple yazılıyor... Zâhirde hiçbir şey belli değil…" İfadelerden anlaşıldığı üzere Necip Fazıl'ın Abdülhakim Arvâsî ile irtibatı bilinen şekliyle şeyh ve mürîd olmanın ötesinde bambaşka mânevî bir bağlılık hâlinde gerçekleşmiştir.