Necip Fazıl tasavvufla nasıl tanıştı?
İnsanların hayatında dönüm noktaları olur. Yaşadığı olay, tanıştığı kişi yıllarca oluşturduğu benliğini ve tabularını tümüyle değiştirebilir. Şiir, piyes, tiyatro, fıkra, hikaye, politika ve dini konularda kaleme aldığı çok sayıda eserleriyle Üstad Necip Fazıl da böyle bir dönüşüm hikayesinin kahramanıdır. "Benim kurtarıcım, müjdecim" dediği Abdülhakim Arvasi ile olan tanışmasını ve hayatının seyrinin nasıl değiştiğini sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 26.07.2019
17:54
Güncelleme Tarihi: 26.07.2019
18:21
Necip Fazıl, "Efendi Hazretleri" lakabıyla bahsettiği Abdülhakim Arvâsî'nin mânevî nazarı karşısında adeta avlandığını şu cümlelerle özetler: "Bu büyük mânevî buhran (metafizik) kıvranış, yepyeni bir kuruluşa doğru temelinden sarsılıştı; en kısa zamanda sezdiğime göre onun Efendi Hazretleri'nin tez nazarıdır ki beni bu hâle getirmişti. Avlanmıştım. Beni avlamışlardı. Adî sinir hastalıklarıyla yahut marazî ruhiyât kitaplarının çerçevelediği basit ve süflî ruh ihtilallarıyla alâkası yoktu bu hâlin... Ulvî mi ulvî bir çile… Belki aklın verasına çıkıp çıldırma noktasına gelmenin ve sonra kudsî bir nur, bu ruh feyziyle kanat ve muvazene kazanarak oradan geriye dönmenin hâliydi bu… Ve aklın, akla güvenmenin sefaletini anlama hâli."
1934 senesi bin yıllık edebiyatımızın parmakla sayılabilecek büyük isimlerinden biri olan Necip Fazıl için bir destani bir dönüm noktası olacaktı. Üstad o dönemde 30'lu yaşlarındaydı. İşte, "Benim kurtarıcım, müjdecim, mürşidim, şeyhim, nurum, ruhum, canım, topyekûn hayatım..." dediği Esseyyid Abdülhakîm Arvasî hazretleri ile tanıştığı seneye kavuşmuştu. Bu dönemden sonra "Genç Şair", "Kaldırımlar Şairi" gibi yakıştırmalar geride kalacaktı.
Necip Fazıl'ın Abdülhakim Arvâsî'yi tanıması ise şöyle gerçekleşmiştir:
1934 yılı içinde bir gün Avrupa Yakası'ndan karşıya geçerken, vapurda bir adam ile tanışır. Adam, sohbet esnasında dinden, dine bağlılığın günden güne zayıfladığından bahseder. Necip Fazıl onun bu anlattıklarından hayli sıkılır. Bir neticeye varmak ister ve tasavvuf bahsini açar. Adam bu konu üzerinde fazla konuşmak istemez. Bunun üzerine Necip Fazıl, "Zamanımızda irşada ehliyetli bir kimse var mı? Böyle birini tanıyor musunuz?" diye sorar. Adam da "Böyle bir kimse var." diyerek, Beyoğlu Ağa Camii'nde cuma günleri vaaz veren Abdülhakim Arvâsî'yi işaret eder ve ona: "Orada dinleyecekleriniz halk için, nâs için söylenen sözler. Siz o sözlerin içine girmeye ve ötesindeki hikmeti görmeye bakın!" der.
Aynı haftalarda Necip Fazıl, bir cuma günü yakın arkadaşı Abidin Dino ile Beyoğlu Ağa Camii'ne gelerek Abdülhakim Arvâsî'yi ziyaret eder. Bu ilk tanışmada Abdülhakim Arvâsî, ona Eyüpsultan'da Gümüşsuyu mevkiinde ikâmet ettiğini belirterek bir davette bulunur. Mânevî yönden büyük kapıya dâhil edildiği anlamına gelen bu davet karşısında, Necip Fazıl oldukça sevinir. Yaşadığı o tarifi imkânsız sevincini şu ifadelerle zikreder: "Kabul edilmiştik. Ama henüz, iç içe giden iç daireye değil... Dış daireye, güvenilir insanlara mahsus ilk sohbet, konuşma dairesine avluya…"
Aradan haftalar geçtikten sonra Necip Fazıl, uzun yıllar hasretini çektiği kişiyi daha yakından tanımak için ressam arkadaşı Abidin Dino ile beraber Eyüpsultan'a Abdülhakim Arvâsî'nin dergâhına gider. Abdülhakim Arvâsî sohbette ilk olarak ona tasavvuf hakkında malumatı olup olmadığını ve bu konuda herhangi bir kitap okuyup okumadığını sorar. Necip Fazıl, Bahriye Mektebi'nde iken Semerâtü'l-Fuâd ve Dîvân-ı Nakşî adlı tasavvufî içerikli eserleri ve son olarak da Ma'rifetnâme'yi okuduğunu belirterek bu suali cevaplar.