Okunması gereken İskender Pala kitapları
Yazdığı kitaplarla "divan edebiyatını sevdiren yazar" olarak anılan İskender Pala, birbirinden güçlü eserleriyle okurlarını farklı alemlere taşıyor. Divan edebiyatının kendine has bahçesinde gezintiye çıkaran Pala, bu sayfalarda geçmiş zamanların neşeleri ve sevinçlerini, hüzünlerini ve acılarını hissettiriyor. İskender Pala'nın okunması gereken kitaplarını sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 26.09.2019
09:09
Güncelleme Tarihi: 26.09.2019
10:07
Bir bütün idim ben Leylâ ile. Sense Leylâ'yım diyorsun. Sen Leylâ isen eğer; beni yakmaya hayalin yeter, takatim yok sana kavuşmaya. Varlığı olmayan bir zerreye aynadan ne fayda? Canım gideli hayli zamandır, cismindeki bir başka candır; bir özge candır. Sensin beni benden ayıran, uzaklaştıran. Ben yokum, senin tecellin var. Vuslatının ağır yükünü kaldıramam ki. Önceleri sen vardın, şimdi ben yok oldum. Manevi dünyamda dostum daima sensin. Dış görünüşe değer verme bahsi ortadan kalktı artık. Gönül çok önceleri sana koştu canım seninle gitti. Şimdiki canım Leylâ'ya değil, Mevlâ'ya yönelik. Bir'lik yolunda seninle olmam, yanarım. Şimdi, gözümün nuru, gönlümün aydınlığı! Ben maskaralığa nam salmışım nam salmışım bari sen bu yola girme. İçinden çıkma namus perdesinin. Mecnun olan benim; bana yaraşır delilik, kınamışlık. Şimdi git, aşk töresini, âşıklık geleneğini, maşuk gidişatını bozma. Gir şimdi, ey vefalı! Açtırma kötü söz arayanların dudaklarını; sakız verme dedikodu arayanların ağızlarına. Beni aramaya çıktığını âleme bildirip deliliğine ferman yazdırma. Kimse seni burada görmeden git. Ben ki varım; sen içimdesin, bunu bil!
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayın.
DÖRT GÜZELLER - TOPRAK, SU, HAVA, ATEŞ
Anasır-ı Erbaa "dört öğe", "dört element" demek. Biz ona "Dört Güzeller" dedik. Hani hepimizin bildiği toprak, su, hava ve ateş... (Terra, aqau, aer, ignis)... Yerkürenin galaksideki oluşumunu sağlayan dört unsur bunlar. Kimyada bir bütün veya bir yahni oluşturan şeylerden her biri.
Bilim ilerledikçe dört elementin sayısı her gün birkaç tane daha artıyor ve periyodik cetvelin listesi gittikçe uzuyor. Şimdilik bu sayı 121 olarak biliniyor. Ve biz artık elmasın bir tek elementten oluştuğunu, sofra tuzunun iki, şekerin üç element bileşimi olduğunu, cep telefonunun kırk element içerdiğini, insanın otuz elementten yaratıldığını acı gerçekler olarak biliyoruz. Dört element ise insanların hayatı yaşarken bir an olsun farkına varmadıkları bir detay gibi duruyor artık. Yine de, ne zaman bir kum tanesinde dünyayı görsek, ne zaman bir nisan yağmurunda ıslansak, ne zaman güzel bir müzik veya hoş bir koku duysak, ne vakit bir ocağın çıtırtısında hayallere dalsak, değil dünyayı, cenneti görmüş gibi oluyoruz. Bize o duyguyu veren işte o önemsemediğimiz dört öğedir. Gözünüz ister gökyüzüne ve yıldızlara, ister okyanusa veya yağmura, ister bir yangına veya ışığa, isterse bir ağaca veya mezara bakıyor olsun... Anasır her yerde bizi kuşatıyor, sarıp sarmalıyor. Şefkatli bir anne gibi...
Bu kitabın içinde "Dört Güzeller"in kültür ve medeniyet boyutuyla tanışacaksınız.
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayın.
Anlatımı güzelleştirmek, savunulan fikir ve düşünceyi daha etkili kalmak daha etkili kalmak üzere her dilde kalıplaşmış bazı sözler bulunur. Atasözleri, dua ve temenni cümlecikleri, sövgü ve ilençler, bilmece ve tekerlemeler... Bu tür kalıplaşmış sözler arasında, dilin bünyesinde en sık rastlanılanlar ise deyimdir. Dilin bünyesinde kalıplaşmış ve kökleşmiş olarak değişmeden kullanılan deyimler, hiç şüphe yok ki anlatıma canlılık ve güç katarlar. Bu sayede düşüncelerin ve olayların muhataba daha etkili biçimde yansıtıldığı bir gerçektir.
Bazı kişilerle ilgili anılar ve hikâyeler, tarihten alınmış olaylar, ve. Deyimlerin ortaya çıkış nedenleri arasında ön sıraları paylaşırlar. Bu bakımdan deyimlerin kaynaklarını arayıp bulmak, oldukça meşakkatli bir iştir. Bazen rastgele bir sayfada, bazen bir dipnotta, bazen de hiç ummadığınız bir el yazması sayfasında bir deyimin ortaya çıkış hikâyesiyle karşılaşmak mümkündür.
Deyimlerimizin ortaya çıkış hikâyelerini bilmenin, dilimizin kültüre yansıyan yüzüne bir renk katacağı kesindir. Umarız, bu konuda daha geniş araştırma yapacaklar için bu küçük kitap bir başlangıç olur.
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayın.
"Peygamber'in mihmandârı! Bir arzun varsa yapayım. Bir vasiyetin varsa yerine getireyim!"
"Ey Emîr! Sakın Allah'ın dinini bozma, müminler arasına fitne girmesine müsaade etme. Askere adalet ile muamele eyle ve düşman karşısında can kaygusu çekme. Bana gelince, senden ve senin ait olduğun şu dünyadan hiçbir şey istemediğimi bil ve herkese böylece ilan et. Şurada can oynatan cengâverlerden son arzum odur ki Azrail (a.s) bize uğradıktan sonra na'şımı Konstantiniyye surlarına yakın götürsünler. O gün savaş hattı nerede oluşursa, bedenimi o noktaya kadar taşısınlar ve orada, savaşan mücahitlerin arasında beni defneylesinler. Ta ki atlarımızın ayakları bedenimi çiğnemiş olsun, Bizans dokunamasın. Ayrıca, eğer yapabiliyorlarsa, cenazemi kendi atımın arkasında bir sedyeye bağlayıp taşısınlar. Tıpkı Kutlu Nebi'yi getiren Kusvâ'nın Medine'de bizim hanemizi bulduğu gibi o da benim için nereye gideceğini ve nerede duracağını bulacaktır."
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayın.
İstanbulcunun Sandığı, şehri kuşatan bir dolu söz, yazı, alışkanlık, eşya, hatıra ve bütün bunların hikâyesi. İstanbulcunun sandığı bir şehrin ruhunun minyatür hâli. İstanbulcu olmak için İstanbul'un kadîm sakini olmak şart değil, şehrin havasını bir kez solumak, hatta bir filmden, bir romandan, bir şiirden ona bakmak dahi o ruha bulaşmak için kâfi. İskender Pala, İstanbulcunun Sandığı'nda gizli duyguları harmanlıyor; bazen içleniyor, bazen neşeleniyor; kimi zaman sitemini açığa vurup kimi zaman hülyalanıyor.
…Eğer şehri eğlencesiz bir film gibi uzaktan izliyorsa bir serçe, solgun günbatımlarının siluetine ağlamaktan yorulursa yolda ve dönemeden yuvaya düşüp ölürse yavrularına hasret; o zaman, işte o zaman sarsılır duvarları şehrin ve tekrar kurulmak üzere başlar yıkılmaya.
…Zaman ki hem dost, hem düşman; hem mazlum, hem zalim. İstanbul ki hem vatan hem gurbet; hem bilge, hem âlim. Zaman, aktıkça kuduran nehir bazen ve bazen İstanbul, durdukça köpüren zehir... Nefrete dost ve tuzak sevdaya zaman; hayırda şer ve şerde hayır gizleyen İstanbul'um aman...
İstanbulcunun Sandığı'nda İskender Pala zarif kalemiyle şehrin kalbine dokunuyor.
Kitabı incelemek ve satın almak için tıklayın.