Arama

Ünlü yazarların kaleminden Ramazan

Ramazan, halk arasında on bir ayın sultanı" olarak adlandırılan ve arka planında büyük bir kültür oluşturan mübarek bir aydır. Toplumsal hayatın rengini değiştiren ve günlük hayatı doğrudan etkileyen müstesna bir dönem olan Ramazan, dini atmosferin toplumsal düzeyde en fazla varlığını hissettirdiği aydır aynı zamanda. Hal böyle iken bu mübarek ay ünlü edebiyatçılarımızın kalemine de yansımıştır. Peki, ünlü edebiyatçılarımızın orucun hikmetini idrak ettirebilecek ve eski İstanbul'un Ramazanlarına doğru yolculuğa çıkartabilecek bu kitapları ve yazıları hangileridir?

Ahmet Rasim, ramazanla ilgili yazdığı köşe yazılarında bu ayla birlikte şehrin değişen yüzüne bir ayna tutmuştur. Rasim, bu köşe yazılarında sadece eski ramazan kültürünü anlatmakla kalmamış, çocukları korkutan hurafelerin -umacı, cadı, hortlak vs.- yersizliğine değinmiş, İslam'da kimden ve neden korkmak gerektiğini bildiren gerçek hakikatleri dile getirmiştir. Kitapta ayrıca ramazan eğlencelerinden, bu mübarek ayın insanlara verdiği huzur ve heyecandan, ramazan akşamlarında sokakların canlılığından, teravih namazlarının eskiden nasıl kılındığından, iftarların hep beraber muhabbetle yapıldığından ve her evi saran sahur telaşından bahsetmiştir.

  • 10
  • 14
SÜHEYL ÜNVER- BİR RAMAZAN BİNBİR İSTANBUL
SÜHEYL ÜNVER- BİR RAMAZAN BİNBİR İSTANBUL

Bir Ramazan Binbir İstanbul adlı kitapta bulunan yazılar, daha önce, 2 Nisan 1957 ile 31 Nisan 1957 tarihleri arasında Vatan gazetesinin Ramazan Köşesi'nde tefrika edilmiş ve ilk defa bu kitapta bir araya getirilmiştir. Kitapta, Süheyl Ünver'in Ramazan kültürüne dair ilginç tespitleri ve gözlemleri mevcuttur. Ona göre; Ramazan'da oruç tutamayan İstanbullular, bu durumdan oldukça rahatsız olurlar. Yalnız Müslümanlar değil, başka dine mensup İstanbullular da, başkalarının gözü önünde yemek yemekten ve sigara içmekten nefislerini korurlar ve asla laubali davranmazlar. Yazar, bu durumu İstanbul kibarlığının ve bütün dinlere saygı göstermeyi emreden ahlak kuralının bir gereği olarak görür.

  • 11
  • 14

Süheyl Ünver¸ Bir Ramazan Binbir İstanbul adıyla kitaplaşan Ramazan yazılarından birinde "Ramazan Medeniyeti" başlığını kullanmaktadır. Onun "Ramazan Medeniyeti" kavramıyla bize söylemek istediği önemli bir husus var; o da şudur ki on bir ayın sultanı olarak tavsif edilen Ramazan ayı¸ sadece ibadet mevsimi değildir. Aynı zamanda bu aya mahsus inanç ve ibâdetlerin sosyal ve kültürel hayatı beslediğini¸ böylece kendisine mahsus bir edebî ve estetik alan inşâ ettiğini görüyoruz. İşte merhum Ünver'in işaret ettiği medeniyet olgusu da burada başlamaktadır.

"Dünya yüzünde sevilmeye ve sayılmaya lâyık Türklerin hiçbir medenî eserleri olmasa bile, yalnız şu gökten yıldızları toplayıp minareler arasında yazı yazmayı akil etmeleri ve bunda muvaffak olmaları, onların medeniyette ne kadar ilerde olduklarını göstermeye kâfidir."

  • 12
  • 14
YAHYA KEMAL BEYATLI-HİLAFETE YAKIN BİR GÜN
YAHYA KEMAL BEYATLI-HİLAFETE YAKIN BİR GÜN

Türk edebiyatının ünlü şairlerinden Yahya Kemal, İstanbul'un işgal altında bulunduğu günlerde Topkapı Sarayı'nı ziyaret etmiş, oradaki intibalarını ve hissiyatını 14 Şubat 1921 tarihli İleri gazetesinde yayımlanan ''Hilafete Yakın Bir gün'' başlıklı yazısıyla dile getirmiştir. Şair, Saray katiplerinden Lütfi Bey'le birlikte dolaşırken, Yavuz Sultan Selim'in odasını şöyle tarif ediyor:

"Cihangir Selimi Evvel'in (Yavuz Sultan Selim) odası o kadar küçük ve sade ki, uzun seferlerinden birinde konduğu fakirane bir han odasını andırıyor. Zannediyorsunuz ki, eyerlenmiş atı yanı başındaki kapıda beklemektedir. Büyük Padişah, kısa bir istirahatten sonra çıkıp gidecek. Revan Köşkü'nde gezerken, kulağıma derinden bir Kur'an sesi geldi. Birdenbire İslam mimarisini tam manasıyla gördüm. Çünkü İslam mimarisinin içine, bir ruh gibi muhakkak rahle başında bir Kur'an sesi lazım. O olmadığı zaman, bu mimari kuru bir şekilde görünüyor. Bu fikrimi, rehberim Lütfi Bey'e söyledim ve bu Kur'an sesinin nereden geldiğini sordum. ''Hırka-i Saadet Dairesinde'' dedi. Yavaş yavaş sesin geldiği pencereye yaklaştım. Baktım: yeşil, yemyeşil ruhani yeşil bir daire, pencereye arkasını çevirmiş bir hafız, öteki aleme dalmış bir ruhun istirahatiyle okuyor, diğer bir hafız da gözlerini yummuş, birr köşede tesbihini çekerek bekliyor. Rehberim Lütfi Bey'e sordum: ''Hırka-i Saadet'te ne zaman bu hatim indirilr?'' Lütfi Bey, gülümseyerek kulağıma dedi ki: ''Her gün! Her saat! Dört yüz seneden beri geceli gündüzlü bilafasıla…''

  • 13
  • 14

Hayretten gözlerimi kapanmış dinliyordum. Lütfü Bey biraz malumat verdi: ''Yavuz Sultan Selim, hilafetin alameti olan Hırka-i Şerif, Sened-i Şerif ve diğer Emanet-i Mübareke'yi Mısır'dan İstanbul'a hatimle indirterek getirmiş; İstanbul'a vardığı gece, Saray'da yüksek bir mevkiye yerleştirmiş; mimarbaşı ve ustalar asıl tevdi olunacak makamı harıl harıl inşa ederlerken, sefer yorgunluğuna bakmaksızın sabaha kadar ayakta beklemiş. O gece, geceli gündüzlü Kur'an okunması için bir vazife tertip ederek, kırkıncısı bizzat kendi olmak üzere kırk hafız tayin eylemiş, işte o günden bu ana kadar, bu dairede bir saniye tevakkuf etmeksizin (durmaksızın) Kur'an okunuyor. Bu hafızlar el'an kırk kişidir. Daima, ikişerli nöbetle vazifelerini ifa ederler. Bugün de, bu iki hafızın nöbeti''' dedi.

Bu gece, bu saat, ben burada bu satırları yazarken, Hırka-i Saadet Dairesi'nde Kur'an okunuyor! Tam dört yüz seneden beri de böyle fasılasız okunmuş. O günden beri, bu düşünce, bir saat rakkası gibi hafızamda sallanıyor. O günden beri, Hilafet'in Türk kalbinde ne kadar derin bir temeli olduğunu duydum. Hilafet makamı olan İstanbul'da, böyle bir makamın yanında dört asırdır durmamış bir Kur'an sesi olduğunu bilmezdim. Nice Türkler, hatta nice İstanbullular da bilmezler. Bu sarayın içinde dört yüz seneden beri olmuş ihtilaller, hal'ler kıtaller, bu Kur'an sesini bir an susturamamış. Bu hadiseyi idrak ettikten sonra, İstanbul'dan niçin çıkarılamıyoruz, bu şüpheyi halleder gibi oldum."

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN