Kur’an-ı Kerim’i doğru anlamak için bilinmesi gereken 23 kavram
Kur'an, yaratan ile yaratılan, Allah ile insan arasında bir köprüdür. Bir tanışma ve anlaşma aracıdır. Kur'an-ı Kerim'i okumak bir ibadettir. Yüce kitabımızı okumaktan gaye ise onu düşünerek ve anlayarak okumaktır. Bakara Suresi'nin 2. ayetinde Allah, Kur'an'ın inananlar ve muttakiler için bir "hidayet" kitabı olduğunu beyan eder. İşte, Kur'an-ı Kerim'i doğru anlamak için bilinmesi gereken 23 kavram...
Giriş Tarihi: 12.05.2020
09:04
Güncelleme Tarihi: 05.02.2022
12:36
Peygamber Efendimiz, yirmi üç yıllık peygamberlik hayatının on üç yılı Mekke'de, on yılı ise Medine'de geçmiştir Tefsir ilminde üzerinde ittifak edilen kanaate göre, Peygamberimizin Medine'ye hicret etmesinden önceki on üç yıl içersinde Mekke'de indirilen surelere Mekkî sureler, Mekke toprağında indirilmiş olsa bile hicretten sonra indirilen surelere ise, Medenî sureler adı verilmiştir. Mekke'de indirilen sureler, denilebilir ki, önemli bir eğitim öğretim programın ı içermektedirler. Bu dönemde, emsalsiz bir eğitimci olan Hz. Peygamber'in uyguladığı mükemmel bir eğitim öğretim programıyla inananlar, insanî kimliklerinde yüceltilmiş ve onların İslam ile özdeşleşen mümin kişilikleri derece derece geliştirilip inşa edilmiştir. Bu dönemde en fazla ve sık olarak hak-batıl, iman-küfür, tevhid-şirk, adalet-zulüm, güzel ahlâk- kötü ahlak, yükümlülükler-sorumluluklar, sevap-ceza, cennet-cehennem konuları üzerinde durulmuş ve müminlerin Hakk'a bağlılık, gerçek iman ve İslam, tevhid bilinci, hukuka saygı, adalet, güzel ahlâk, görev ve sorumluluk bilincinin kabullenilip özümseilmesiyle yepyeni bir toplum, İslam toplumu ortaya çıkartılmıştır.
Medine'de indirilen surelerle de sahabedeki bu insanî kimlik ve mümin kişilik, ortamın ağır şartları ve ahkam ayetleriyle daha da pekiştirilip sarsılmaz hâle getirildi.
Fikriyat'ın Kur'an-ı Kerim uygulamasında yer alan sureleri dinlemek için tıklayın
Sözlükte sağlam, esaslı ve dayanıklı anlamına gelen muhkem , terim olarak, manası kolaylıkla anlaşılan , harici bir yoruma ihtiyaç göstermeyen ve tek anlamı olan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta anlaşılan, manası açık ve net olan, niteliği ve içeriği belli olan Kur'ân'ın sarih lafızlarına ve ayetlerine denir.
Tercüme kelimesi sözlükte; bir sözü söylendiği dilde açıklamak, bir sözü başka bir dilde açıklamak, bir sözü bir kimseye ulaştırmak, bir sözü başka bir dile nakletmek, bir sözün anlamını diğer bir dilde dengi bir sözle aynen ifade etmek demektir. Tercüme aslın anlamına tamamen uygun olması için açıklıkta, delalet etmede, mücmel ve mufassal, genel ve özel, mutlak ve kayıtlı olmada, kuvvette, güzel edada, üslupta, ilim ve sanatta asıldaki ifadeye denk olması gerekir. Aksi takdirde eksik bir tercüme olur.
Bu itibarla böyle bir tercüme yapmak oldukça zordur. Tercümeye, günümüz Türkçesinde "çeviri" denmektedir. Tercüme, harfî veya lafzî, manevî veya tefsîrî olmak üzere iki kısımdır. Harfî-lafzî tercüme, bir cümleyi kelimesi kelimesine tercüme etmektir. Yani bir dildeki ifadeyi inceleyip, aktarılacak dildeki tam karşılığını bulmak ve anlamı aynen aktarmaktır. Manevî-tefsîrî tercüme ise; aktarılan sözün aslına benzemesi gözetilmeyen, sadece asıldaki anlam ve gayeleri güzel bir şekilde aktarmaktır. Günümüzde, daha çok bu tür tercüme yapılmaktadır. Kur'ân'ın lafzî tercümesini yapmak mümkün değildir. Tercüme yapanlar tefsîrî tercüme yapmaktadırlar. Yaptıklarına "tercüme" kelimesi yerine "meâl " kavramını kullanmaktadırlar.
Cem'u'l-Kur'ân, Kur'ân'ın toplanması, mushaf hâline getirilmesi demektir. Hz. Peygamber'e inen ayetler ; ince ve yassı taşlara, kaburga kemiklerine, derilere, kağıtlara, hurma dallarına vb. şeylere yazılıyor ve muhafaza ediliyordu. Ayetler, inmeye devam ettiği için Peygamberin sağlığında Kur'ân, mushaf haline getirilmemişti. Hz Peygamber'in vefatından altı ay sonra, Yemâme savaşında bir çok hafızın şehit olması üzerine Hz. Ömer'in teşvikiyle Halife Hz. Ebu Bekir, Kur'ân-ı mushaf haline getirme kararı aldı ve bu görevi, Peygamberin Kur'ân'ı vahiy meleği Cebrail'e son okuyuşunda hazır bulunan, vahiy kâtibi ve hafız olan Zeyd ibn Sabit'e verdi. Zeyd, titiz bir çalışma ile Kur'ân'ı mushaf haline getirdi ve halifeye teslim etti. Bu mushaf, Hz. Osman zamanında yine Zeyd ibn Sabit'in başkanlığında Abdullah ibn Zübeyr, Sâid ibn As, ve Abdurrahman ibn Hâris'den oluşan bir komisyon tarafından çoğaltıldı. Yer yüzündeki bütün mushaflar, bu ilk mushafların aynıdır.