Oruç, hayata “dur” deme özgürlüğüdür
Rahmet ve bereket mevsimi olan Ramazan-ı Şerif'in hemen her detayında bir sır, hikmet gizlidir. Ramazan ayının en güzel ziyneti olan oruç, sadece yemek ve içmekten uzak kalmak değil insanın düşünmesinin önünü açan bir ibadettir. Ramazan ayının hakikatlerini, orucun hikmetlerini Lacivert Dergi'ye anlatan Ekrem Demirli, "İnsan yiyen, içen, çoğalan, toplum kuran bir varlıktır. Oruç ibadeti, bize bunların insan için temel bir şey olmadığını anlatmak istiyor." cümlesiyle Ramazan ayına ve oruç ibadetinin detaylarına mercek tuttu.
Giriş Tarihi: 20.03.2024
15:04
Güncelleme Tarihi: 20.03.2024
15:31
İmsak ve iftar deyince ne anlamamız gerekiyor?
Ekrem Demirli:
İmsak, insanın kendini tutması , geri çekmesidir. İftar ise orucun bozulmasını ifade eder, açılma, yayılma, genişleme halidir. Kendini tutma ve açılma hali. Orucu bu iki eylemle ve o selbi nitelikle düşünmek lazım.
Ekrem Demirli Cuma Yazıları
Orucun insanı özgürleştiren bir şey olduğunu söylediniz az evvel. Bu özgürleşme hali, yeme-içmeden ve cinsellikten kesilme ile bağlantılı bir şey mi? Buradaki özgürlüğün mahiyeti nedir?
Ekrem Demirli:
Aslında bu sadece oruçla ilgili bir şey değil. Bütün ibadetlerin doğasında insanı özgürleştirme gayesi vardır. Bunu şöyle düşünmek lazım; ibadetleri ibadet kılan şey iradedir, tercihtir. Ragıb el-İsfehani'nin fiille ameli ayrıştırırken şöyle bir tarifi vardı: "Fiil bizim herhangi bir davranışımızdır, bu bakımdan hayvanların davranışları da fiil olarak nitelenebilir. Amel ise bizim iradi davranışlarımızdır." Bir şeyi yiyoruz, içiyoruz, bu bir tercih işidir, buna amel denilir. Fiili amel haline getiren şey niyettir. Dolayısıyla niyet aklımızla ilgili bir şeydir. Hayvanın niyetinden söz edemeyiz. Bir ağacın, bir bitkinin yahut insan dışında herhangi bir canlının fiilinden söz edebiliriz ama amelinden söz edemeyiz. Amel, akılla ilgili bir şeydir. Aklımız amellerde, fiillerde niyet şeklinde ortaya çıkıyor. Niyet şeklinde ortaya çıkan akıl, fiili amele dönüştürüyor. Amel seviyesine çıkartıyor. Biz bu amelleri irademize tercih ettiğimiz için aslında bir şeye dur diyoruz. Ben bunu modern çağda çok önemsiyorum çünkü modern çağda özgürlük, daha çok "yapma özgürlüğü" şeklinde algılanıyor. Büyük düşünürlerin söylediklerine baktığınız zaman bir şeyi reddetmeyi özgürlüğün tanımı olarak görebiliriz. Oruç bir şeyi yapmama özgürlüğüdür, bir şeyi yapmamayı tercih etmektir. Daha doğrusu o şeye bağımlı olmaktan kendimizi kurtarmaktır ama bu sadece oruç ile ilgili değil, diğer ibadetlerde de geçerli. Biz namaz kılarak o günlük hayatın bize dayattığı zorunlulukların dışında çıkıyoruz. Hayata "dur" diyoruz, hayatın dışına çıkıyoruz.
Yapabileceğin bir şeyi yapmama! Sanırım bu modern insan için işin en zor olan kısmı…
Ekrem Demirli:
Ben de öyle düşünüyorum. Oruçta bu yapmama hali çok fazla öne çıkıyor. Orucu konuşurken şöyle konuşmamız lazım: Oruç nedir; yememek ve cinsellikten uzaklaşmak. Başka bir şey yok. Orucu anlatırken genellikle; "Oruç aç kalmak değildir" diyorlar. Aksine ben diyorum ki; oruç aç kalmaktır. İnsanlar buradan bilgi çıkartamayınca orucun başka fonksiyonlarına yöneliyorlar. Örneğin; "Oruç ahlaklı olmaktır, Allah'ı tesbih etmektir" gibi söylemlerle karşılaşıyoruz. Bu durum ise bizi kutsal bir ay kavramına ulaştırıyor. Böylece Ramazan'da daha dindarız gibi bir sonuç çıkıyor karşımıza. Müslümanlık sadece bir aya indirgeniyor. Oruçlu iken yapılan eylemlerden farklı bir durumdur oruç ibadeti . Benim kanaatime göre Müslümanlar oruçlu iken yapılanları düşünerek oruçlu olmanın anlamını kaybettiler. Oruç ibadetini yerine getirirken aslında zihnimiz düşünmeye daha müsait bir durumda oluyor. Mesela daha sakin, sabırlı, ahlaklı oluyoruz. İyi de Müslüman'ın her zaman böyle olması gerekmiyor mu? Hülasa tarifimizi şu şekilde yapmak zorundayız: Oruç aç kalmaktır.
Türklerin oruca fazlasıyla önem vermesinin altında yatan bir sebep var mı?
Ekrem Demirli:
Bu konunun din sosyolojisiyle alakalı bir durum olduğunu düşünüyorum. Bütün toplumlar, şeriatın kendilerine sunduğu yahut emrettiği şeyi, bir süreçten geçirerek kendi hayat pratikleriyle başka bir noktaya taşır. Mesela Türkiye'de namaz konusunda teravih namazının daha önemli bir hâl aldığını görürüz fakat teravih üzerine çok konuşulmasından insanlar bunaldı ve teravih yerine kafelere gitmeye başladı. Bu durumun da büyük bir yanlışlık olduğunu belirteyim. Cuma ve bayram namazları da daha önemli görülür toplumumuzda. Bunun sebebi ise bayram namazlarının senede iki kere olmasıdır. Bahsi geçen bu durumda kişiler vakit namazlarını kılmıyorum/kılamıyorum ama en azından bayram namazını kılayım diye bir düşünceye giriyor. Kişi kendince namazdan nasibini böyle arıyor.
Ramazan ayında karşılaştığımız bir sorun da 11 ayın yükünü tek bir aya yükleme çabasıdır. Kabul edelim ki bu geleneksel bir tutum, kesinlikle dini bir tutum değildir. Bu konuyu anlamak için gelenek ve din ilişkisine bakmak lazım. Ben gelenek ve dinin her zaman uyum içinde olduğuna inanmayanlardanım. Bilakis geleneğin çatışma ve rol kapma çabası içinde olduğunu düşünenlerdenim. Böylece gelenek, dinden rol çalarken de dini araçsallaştırıp onu bir bastona çevirebiliyor.
Dini, dinin kendisinden çok gelenekten öğreniyoruz sanki. Bunu mu demek istiyorsunuz biraz da?
Ekrem Demirli:
Öyle de denilebilir. Ölçü olarak namaz ve oruç ibadetlerine bakmalıyız. İslam'da tartışmasız bir şekilde bütün sistem namaz üzerine kurulu dur. Oruç ise mazereti kolay kabul edilebilen bir ibadettir. Namazda asla mazeret kabul edilmez. Şuur var ise fiziksel yetersizlik dahi namazı engelleyemez. Denize düşmüş olan bir kişi sandala tutunarak namazını kılabileceği gibi felç olan bir kişi de ima ile namazını kılabilir. Oruç ibadetinde ise böyle bir durum söz konusu değil. Mazeretler, yani oruç tutulamamasına dair sebepler şeriat tarafından çok kolay kabul edilebiliyor. Bunun sebebi ise ibadetlerde bir sıralama olmasından. Namaz ibadetlerin merkezi iken oruç daha özel bir ibadet olarak konumlandırılmış.