Tarihin tozlu sayfalarında kalmış Ramazan hatıraları
Bazı hatıralar insanı derinden etkiler. Hele de bunlar tarihin önemli şahsiyetleri tarafından yaşanmış ve anlatılmışsa. Peki, Osmanlı'da Ramazan ayındaki ilginç açık artırma neydi? Necip Fazıl ağlatan karpuzun hikmeti neydi? Tanpınar'ın dilinden eski Ramazanlar nasıldı? İşte sizler için Ramazan ayında tarihe mal olmuş anıları derledik.
Giriş Tarihi: 12.05.2019
12:28
Güncelleme Tarihi: 12.05.2019
13:30
TÜRKLERİN MİSAFİRPERVERLİĞİ BÖYLE OLUR
Meşhur İngiliz yazar Julia Pardoe, 1836 yılında geldiği İstanbul'da 9 ay boyunca kaldı. Daha sonraki senelerde ise İstanbul hakkında kitaplar kaleme aldı. Kaldığı zaman diliminde Süleymaniye'de davet edildiği iftar yemeğini ise hiç unutamayarak hatıralarında genişçe yer verdi. Türk misafirperverliğini ise şöyle anlatır:
"İster fakir, ister zengin olsun, yemek vakti gelen misafirlerini her zaman iyi karşılar ve sofralarına oturturlar. Yüksek sözle söylenen 'Buyuruuuun!' asla zorla ve soğuk bir tonla sarf edilmez. Kendilerini sadece Allah'ın bir kulu sayarlar. Bunun içinde dünya mallarına iğreti gözüyle bakarlar. Kendilerinde fazla olan şeyleri de olmayanlara verirler ve bunu bir borç saymazlar."
I. Dünya Savaşı'nda Çanakkale'deki Mehmetçik, savaşa ve yazın kavurucu sıcağına rağmen bir ay oruç tuttu. 12 Ağustos 1915 Arefe günü, savaş içinde bayram yaparak hayat bulmaya hazırlanıyorlardı. Aynı gün 57. Alay Kumandanı Kurmay Yarbay Hüseyin Avni Bey, civar tepelerde koyun sürüsünü andıran beyazlıkları görünce, emir subayına bunların ne olduğunu sordu.
Aldığı cevap, "Kumandanım; malum yarın bayram, askerimiz bir ay oruç tuttu. Şimdi de bayram yapmaya hazırlanıyor, çamaşırlarını yıkayıp serdiler! Onlar Allah'ın huzuruna temiz elbiselerle çıkmak istiyorlar!" oldu.
Fakat bir sıkıntı vardı. Ertesi gün bayram namazı kılınırken, bütün alay birkaç dakika içinde yok edilebilirdi. Onun için Hüseyin Avni Bey; alay imamından bayram namazı kılınamayacağını askere duyurmasını istedi. Neticede bayram namazının kılınmayacağını sabahleyin tebliğ etmek üzere anlaşıp ayrıldılar.
Hüseyin Avni Bey, sabah alaca karanlıkta çadırından çıkınca ilkbahar ve sonbahara mahsus olan sis, sıcak yaz ortasında bütün yarımadayı kapladığını gördü. Bu havada düşmanın taarruz edemeyeceğinden emin olunca, huşu içinde bayram namazı kılındı ve herkes birbirinin bayramını tebrik etti. Bayrama özel bütün imkânlar seferber edildi. Mehmetçiğe Kakmadağı'ndan sıcak bulgur çorbası getirtildi. Daha birkaç kaşık içilmeden sis de dağıldı. Önce top ve makinalı tüfekler patladı. Akşamüzeri olduğunda 57. Alay, o gün de destan yazdı. Her zamanki gibi başlarında kumandanları Hüseyin Avni Bey olduğu halde, tamamı şehitler bahçesinde ikinci bayramlarını kutluyorlardı!
NECİP FAZIL’I AĞLATAN KARPUZ
Necip Fazıl Kısakürek, Ramazan ayında zindanda geçirdiği günlerden birinde kendisi üzerinde tesiri oldukça derin olan bir anısını aktarır: "Ramazandı. Oruçluydum. Tanıdığım bir tüccar iftar yemeğimi her gün evinden, hususi otomobiliyle gönderirdi. Ben de hapishane kapısının yanındaki tel örgüde yemeğimi beklerdim. Herkesin deliğine çekildiği o saatlerde bana izin verirlerdi. Yine böyle beklerken bir gün ihtiyar bir adam tel örgüye sokuldu. Üstü başı dökülen, amele kılıklı bir ihtiyar… Beni asla tanımadan: "Oğlum, içerde bir Necip Fazıl varmış! Şu karpuzu ona hediye getirdim; Allah rızası için götürüp verir misin? dedi. Gözlerim, hücum eden yaşlardan yangın içinde: "Ver, baba, hemen götüreyim! Dedim ve aldım. İşte, hasbi, her türlü nefs oyunundan uzak, Allah için verilen hediye… Bu meçhul Müslüman'dan tüten edayı ömrümce unutamam… Keşke o karpuzu kesmeseydim; hep ona bakıp düşünseydim, İslam ahlakımı fikretseydim, ağlasaydım, ağlasaydım…
MEHMET AKİF’TEN BİR KISSA
Mehmet Akif Ersoy bir kıssa üzerinden, orucun sadece bedenin mes'ul olduğu bir ibadet olmadığını, kalplerin de oruçlu tutmakla mükellef olduğunu anlatır: "Ramazan mollasının biri köylüye, geceleri teravih kıldırmış; gündüzleri de Mızraklı, Kırk Sual, Kara Davud gibi yaşını başını çoktan almış eserlerden vaz etmiş. Lakin bayram gelince heybesini işlemeli çamaşırlarla, kesesini fitrelerle, zekatlarla doldurmak şöyle dursun, cemaatin fukara-yı şakirin kısmı yalnız adamcağızın selametine dua, ağniya-yı sabirin zümresi ise sadece kendilerini duadan unutmamasını ricada bulunmuş. Belanın büyüğüne bakın ki biçare molla o aralık heybesini de çaldırmış. Şu bir ay süren geceli gündüzlü ibadetin nezd-i Bari'de teraküm etmiş ecrini alabilmek için kıyameti beklemeye değil gelecek üç ayların vüruduna kadar pineklemeye bile tahammülü olmayan mollacağız bu saygı yoksulu cemaatten öfkesini almak istemiş: 'Ey köylü dayılar! Beni bütün Ramazan çalıştırdınız; bu gün on para vermedikten başka heybemi de çaldınız. Lakin ettiğiniz yanınıza kaldı zannetmeyiniz. Ben Kadir gecesi teravih kıldırırken size ayeti mahsus yanlış okudum.' demiş. Köylüler hep bir ağızdan: 'Hoca düşündüğün şeye bak! Sen bize ayeti yanlış okudunsa, biz de namaza abdestsiz durduk!' cevabını vermiş."