Hattatları yetiştiren Medresetü’l-Hattatin’in hüzünlü hikayesi
Bir kamışın şekillenmesiyle başlar tüm hikâye... Kamış şekillenir, kağıdın üzerinde mürekkebini yayar. Oluşan her bir harf, meleklerin dualarıyla korunur. Hat sanatı da böylece ortaya çıkar. Eğitim sisteminde çocukların güzel yazabilmesinde kullanılırken Batı'nın güzel sanat anlayışı içerisinde eriyip yitmeye yüz tutar. Kendi bünyesinde hat sanatçısı yetiştirecek Medresetü'l-Hattâtîn de zamanla büyük bir parçalanmayla oradan oraya savrulur. Öyle ki akademide hocaları aşağılanır, metruk binalarda ayakta kalmaya çalışır, hocaları maaşlarından vazgeçer. Sanatlarımız içerisinden dualara nail olmuş hat sanatı ve okulunun hüzünlü hikâyesini sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 01.03.2019
15:27
Güncelleme Tarihi: 27.01.2022
10:31
Medresetü'l-Hattâtîn adıyla açılan müessese elbette bu hastalıklara bir deva olarak düşünülmüştü. Kuruluşuna dair, ebcetle tarih düşürmek üzere yazılan manzume, tüm sorulara cevap teşkil ediyor. Peki, manzumenin şairi kimdi? Bu gibi tarih manzumelerinde şair kendi adını bir evvelki mısrada bildirir. Fakat bunda öyle bir isme yer verilmemiş.
Uğur Derman, bu meseleyle ilgili şunları söyler: "Altıncı beyitte geçen "âcizane, hem de mes'udâne" ifadesinden, acaba Mes'ud isimli bir şair olabilir mi, diye düşündüm. O devirde yaşamış böyle birini de bulamadım. Bu konularda neşideleri bulunan Yenişehr-i Fenârizâde Hüseyin Hâşim Bey'in olabileceğini sanıyordum. Fakat elime geçen metrukâtında buna rastlamadım. Hüseyin Hâşim Bey, 1861-1920 yılları arasında yaşamıştır."
HER HARFİNİ BİR MELEĞİN BEKLEDİĞİ SANAT
Ahmet Hamdi Tanpınar, Müstakimzâde'nin Tuhfe-i attâtin'de her harfi bir meleğin beklediğine dair sözlerini naklettikten sonra, hat sanatının, harfler meleklerini kaybettiği, yani arkasındaki büyük kültür ve medeniyet geri çekildiği için "sadece asil bir hendese" olarak kaldığını söyler.
Bu husus, daha 19'uncu asır sürerken, yani Osmanlı devrinde, belirmeye başlamış bir olaydı. Aslında hüsn-i hattın tekâmülü ancak anılan yüzyılda tamamlanmıştı. Maziyle kıyaslandığında, son mertebeye bu asırda varılmıştı. Hat dışında musiki, mimari, tasvirî ve tezyinî sanatlarımız Batı'nın yıkıcı tesiriyle, benliğini hızla kaybetme yolundaydılar. Onlarda karşılığı bulunmadığı için, kendini kurtarabilen sadece hat sanatı olmuştu.
MEDRESETÜ'L-HATTÂTİN'DE BU OLACAK BİR ŞEY Mİ?”
İbnülemin'in 'Son Hattatlar' da alaycı bir dille anlattığı Medresetü'l-Hattâtin açılış merasimindeki tuhaflıklar bu çöküşün bir tezahürü olarak görülebilir miydi? Uğur Derman'ın bu soruya da cevabı oldukça açık:
"Pek tabi... Düşünün bir kere: Daha bir ay önce Çanakkale'de, Sultan Reşad'ın deyişiyle "Savlet etmişti Çanakkal'a 'ya bahr ü berden / Ehl-i İslam'ın iki hasm-ı kavisi birden" hadisesi tahakkuk etmiş. İstanbul'da bu tarz aksaklıkların zuhuru herhalde olağan sayılmalıdır. Birini söyleyeyim: Reisü'l Hattâtin Kâmil Efendi Besmele yazmakta kullanacağı kamış kalemi açmak için, hususi bir âlet olan kalemtıraş bulunamadığından, bir kör çakıyla kalem açıyor. Tabii yazılması da bu yüzden uzun sürüyor. Medresetü'l-Hattâtin'de bu, olacak bir şey mi?"
“TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU MEDRESENİN ÇANINA OT TIKADI”
Evkaf Nezâreti tarafından kurulan bir öğretim müessesesi, "ders verilen yer" manasını taşıyan bir ismi elbette tercih eder. Aynı yıllarda kadı yetiştirmek için Medresetü'l-Kudât; dini, felsefi konularda uzman yetiştirmek için Medresetül-Mütehassisîn gibi kuruluşlar da açılmıştı. Bunlar klasik medrese anlayışının ıslahı gayesini taşıyorlardı. Uğur Derman, "Şahsen daha ziyade yakınında olduğum Medresetü'l- Hattâtîn'in, kadim medreselerle hiçbir münasebeti yok, ama 3 Mart 1924'de tatbikine başlanan Tevhid-i Tedrisat Kanunu, diğerleriyle beraber oranın da çanına ot tıkamıştır." der.
MEDRESETÜ'L-HATTÂTİN'İN MEDRESELER KAPATILDIKTAN SONRAKİ MACERASI
Medresetü'l-Hattâtin binası, Hassa Başmimârı Tâhir Ağa eliyle 1770'lerde inşa edilmiş bir sübyan mektebidir. Bânisi Tersane Emini Yusuf Efendi'dir. Burasının Medrese'ye tahsisinden önce meşhur Hoca Tahsin Efendi (1813?-1881) tarafından Darü'l - İlm olarak kullanılmıştır.
1924'de kapanan Medresetü'l-Hattâtin, Müzeler Müdürü Halil Edhem Bey'in gayretiyle ve Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'in yakın takibiyle, sekiz ay sonra Hattat Mektebi ismini alarak yeniden açıldı. Esasen bütün muallimler maaş beklemeden vazifelerine sabırla devam ederek öğretimi aksatmamışlardı. Bu müessese Hattat Mektebi olarak 1929'a kadar sürdürüldü. Bu defa harf inkılâbı dolayısıyla tekrar kapatıldı.
Yine Halil Edhem Bey'in gayretiyle dört ay sonra Şark Tezyini Sanatlar adıyla 1936'ya kadar hizmetini sürdürdü. Ancak hat muallimleri kendilerini Mektebin kapısı önünde buldular. Kâmil Efendi müdürlüğe, Tuğrakeş Hakkı Bey ise müzehhibliğe kaydırılarak vazifelerini sürdürdüler. Hulusi Efendi gibi müstesna bir sanatkâra, Müzeler Müdürü Halil Edhem Bey, geçimini kısmen karşılamak için "türbeler baş bekçiliği" vazifesini buldu.