Osmanlı’nın ateşten hızlı kahramanları “Tulumbacılar”
"Yaman geliriz yaman gideriz" naraları ve cesaretleri ile bir dönem ahşap evlerin saltanat sürdüğü İstanbul'u yangınlardan koruyan ve semt sakinlerinin yiğitlik, şeref ve namusunun timsali tulumbacıların, itfaiye teşkilatına dönüşme yolculuğu 1925 yılında başlar. Türkiye'de her yıl 25 Eylül 'de başlayıp 1 Ekim günü biten hafta, yangın haftası olarak kutlanır.
Giriş Tarihi: 29.09.2018
12:54
Güncelleme Tarihi: 29.09.2018
13:16
İstanbul, Cumhuriyet devrinde merhum Vali Haydar Bey'in kurduğu İtfaiye Teşkilatı'na kadar, günlerce devam eden büyük yangın afetleri geçirdi. Bu yangınlarda bazen sekizde birini, bazen dörtte birini, bazen yarısını kaybetti. Şehrin simasını değiştiren, saraylar, konaklar, hanlar, hamamlar, çarşılar, ecdat yadigâr abideler; Türk İrfanının ve tarihinin hazineleri olan kütüphaneler bir çırpıda yok oldu.
1908 BÜYÜK İSTANBUL YANGINI
Bu facialara karşı ilk koruyucu tedbir, 18. yüzyılın ortalarına doğru Lâle Devrinin padişahı III. Sultan Ahmet'in büyük Veziri Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından Yeniçeri Asker Ocağı'na bağlı bir tulumbacı ocağı kurulmasıyla alındı. Ondan önceki yangınlar, semt semt asayiş ve inzibatı için kurulmuş yeniçeri kolluları "Karakollar " neferleri ile halk tarafından söndürüldü.
1720 senesine kadar İstanbul'da çıkan yangınları, yeniçeriler söndürürlerdi. On sekizinci asrın başlarında yangın söndürmek için tulumba yapıldı ve Tulumbacı Ocağı kuruldu. Türkiye'de ilk yangın söndürme örgütü 25 Ekim 1714 yılında Dergâh-ı Ali Tulumbacı Ocağı olarak kuruldu.
1869'da belediye merkezlerine, mahallelere tulumbalar verilerek semt tulumbacı ocakları, bir kaç sene sonra da itfaiye alayları kuruldu. Cumhuriyet dönemiyle birlikte yangın söndürme görevi 25 Eylül 1923 tarihinde belediye hizmeti olarak kabul edildi. 1923'ten sonra itfaiye teşkilatı, belediyelere devredildi. Türkiye'de her yıl 25 Eylül 'de başlayıp 1 Ekim günü biten hafta yangın haftası olarak kutlanır.
OSMANLI DEVLETİ'NDE YANGIN SÖNDÜRME TEŞKİLÂTI
Tulumbacılık aslında bir tür şehir kabadayılığıydı. Mintanları, rütbe alâmetleri, kahvehane ve koğuş muhabbetleri, keçe külâh, yalın ayak ve dizlik fanila şahbazlığı, pırpırlığı ile zamanın gençlerini sarmış bir heves halini almıştı. İstanbul tulumbacılığı ile ilgili kısa bir zaman içinde zengin bir edebiyat, türlü adetler, merasim ve zengin bir argo doğdu.