Ekrem Kızıltaş: Sezai Karakoç Üretmen Han'ın merdivenlerini arşınlardı
Ülkemiz son elli sene içerisinde ciddi bir değişim ve gelişim döneminden geçti. Bilhassa teknolojide yaşanan bu durum gazetecilik, yayıncılık ve kitapçılık konularında kendini gösterdi. Ekrem Kızıltaş yaklaşık 50 yıllık gazetecilik, yazarlık ve yayıncılık hayatında gördüklerini anlattı. Şöyle diyor Kızıltaş: MTTB konferanslarında büyük isimler "karşımda gelecekte Türkiye'yi yöneten kadroları görüyorum" derlerdi.
Giriş Tarihi: 12.07.2023
19:53
Güncelleme Tarihi: 12.07.2023
21:33
Ekrem Kızıltaş:
Tekrar başa dönecek olursak yazılı medyanın hala satış oranları azalsa da ana akım medya, gazetelerin Sabah, Hürriyet, Milliyet gibi bu gazeteleri andığımızda halen onların sırtlarında yumurta küfesi olduğunu ve kesinlikle herhangi bir konuda haber yapacakları zaman ciddi manada dikkatli olduklarını dolayısıyla yazılı medyada çıkan haberlere gözümüz kapalı -istisnalar haricinde- inanabileceğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha da dikkat çekici tarafı o gazetelerin, ana akım medyanın oluşturduğu internet sitelerinin de başka internet sitelerine nazaran daha fazla güvenilir olduklarını da söyleyebiliriz. Tamam, internet siteleri o gazetelerin de olsa belki tıklanma hevesi için birtakım böyle soft haberlere yer verebilirler. Ama eninde sonunda mesuliyet hissi ağır bastığı için onlarda genellikle yalan, uydurma haberler bulma şansınız yok. Yine de ben ne kadar kabul edilir bilmem ama evlerine en azından bir kâğıt gazetenin girmesini temin etmeleri gerektiğini ve özellikle haberdar olmak konusunda o gazetelere yani doğrudan belki yazılı bir nüshasına ulaşamazlarsa bile onların internet sitelerine güvenmelerinin daha sağlıklı olacağını yılların getirdiği tecrübeyle söyleyebilirim. Çünkü sosyal medya özellikle ve biraz da belki merdiven altı tabir edilebilecek internet medyası mesuliyet hissi konusunda sıkıntılı olduğu için her şeyi yayabilirler ama mesuliyet sahibi medya bu konuda dikkatlidir, onlara güvenebiliriz.
Bekir Salih Yaman :
Üniversite yıllarınız ve MTTB... Gençliğin ideolojilerin pençesine düştüğü bir dönemde neler gördünüz, MTTB oluşumunu bu bağlamda nerede konumlandırırsınız? Günümüzün idareci kadrolarını yetiştiren mektep olarak bilinen MTTB nasıl bir yerdi?
Ekrem Kızıltaş:
1975 senesi Milli Türk Talebe Birliği'ne benim başlangıç tarihim. Fiili olarak içinde bulunmaya başladığım tarih 1976, 1980'e kadar oradaydım. O günlerde Allah rahmet eylesin Prof. Dr. Ayhan Songar, Süleyman Yalçın, Sabahattin Zaim, Faruk Kadri Timurtaş, Osman Nuri Ergin gibi o dönemin hakikaten sahasında parmakla gösterilen insanları Milli Türk Talebe Birliği'nin sürekli konuklarıydı. Onların bayramlarda ziyaretlerine gider, ellerini öperdik. Onlar da dönem dönem Milli Türk Talebe Birliği'ni ziyarete gelirlerdi. Genellikle Milli Türk Talebe Birliği'nin konferans salonunda onların konferanslarını olurdu. -Üstad Necip Fazıl'ın, Şevket Eygi o yıllarda yurt dışındaydı, Sezai Bey bu tür şeylere temkinliydi- en azından o çevrede sürekli olarak o insanlarla temas halindeydik. Genellikle o salon haftada bir, on beş günde bir bize birtakım bilgiler veren insanların konuşmalarına sahne olurdu. Şimdi söylediğiniz şeyin hatırlattığı bir şeyi vurgulayayım. O salonda biz, bize konuşmalar yapanları dinlerken birçok insanın "Karşımda gelecekte, Türkiye'yi yöneten kadroları görüyorum" sözlerine çok muhatap olmuştuk. Bu söze o zamanlar kendi aramızda kıkır kıkır gülüşürdük, "Aaa ne bu mübalağa falan diye" fakat bugünden geriye doğru baktığımda hakikaten orada bulunan insanların şu anda Türkiye'yi yöneten insanlar olduğunu görüyorum. Bu muhteşem bir şey! O dönemde sağ ve sol kavramları ciddi manada boşaltılmış kavramlardı.
Ekrem Kızıltaş:
İşte "sağ aslında sol, sol aslında sağdır", İdris Küçükömer' in meşhur lafı. Belki en anlamlı laf, Cemil Meriç rahmetinin "İzm'ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe'lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı." Belki hakkında bir kitap yapılacak bir konuyu bir cümlede izah etme durumu var. Sol ve sağ dediğimiz o dönemde aynı mihraklardan tahrik edilen, aynı mihraklar tarafından silahlandırılan, çatışmaya sevk edilen belli ki Türkiye'yi belli yöne kanalize etmek için azdırılmaya çalışılan anarşinin piyonları gibiydi insanlar. Milli Türk Talebe Birliği genelde Müslüman Gençlik, İslamcı Gençlik gibi tabirleri vardı Biz okur, araştırır ve öğrenirdik. 1977'de Uluslararası Gençlik Toplantısı yapıyorsunuz, her taraftan misafirler geliyor. Bir sene sonra Kıbrıs'ta düzenlenen Dünya İslam Gençlik Kampı'na gidiyorsunuz. Dünyanın her tarafıyla bir şekilde talebe dernekleriyle bağlantınız var. Orada organize bir şekilde olabildiği kadar bir şeyler öğreniyorsunuz. Rahmetli Erbakan Hoca'nın daha sonra Milli Gençlik Vakfı'nı kastederek söylediği bir söz var: "Milli Gençlik Vakfı'nı bitiren aslında dört üniversite bitirmiş gibi olur" derdi. Ben de şimdi Milli Türk Talebe Birliği ile ilgili aynı sözün geçerli olduğunu düşünüyorum.
Ekrem Kızıltaş:
İşte ben Ordu'dan gelen bir gençtim. Bir yandan üniversitede okurken bir yandan Milli Türk Talebe Birliği bünyesi içerisinde gerektiğinde bakanlar, milletvekilleri, profesörlerle görüşüyoruz. Onlara birtakım tekliflerde bulunuyor, getiriyor, konuşturuyor ve dinliyoruz. Birtakım toplantılar organize ediyor, çeşitli seyahatlerde bulunuyoruz. Yurt dışından gelen insanları ağırlıyoruz. Dolayısıyla son derece ciddi tecrübe kazandıran bir yerdi. Ama burada Türkiye'nin 2023'ünü ilgilendiren bir konuyu da belki altını çizerek söylemek gerekir. O gün ve bugün arasında aslında kategorik olarak değişen fazla bir şey yok. Türkiye'de özellikle sosyal medyanın gelişmesi sonrası z kuşağı şöyle böyle falan gibi bir sürü laflar edildi. En son seçimlerle ilgili işte 6 milyon yeni seçmen geliyor, bunlar falan gibi bir şeyler söylendi. Ama biz ana gidişatın fazla değişmediğini gördük. Buradan hareketle şunu söyleyebilirim, 1970'li, 1980'li, 1990'lı, 2000'li yıllarda ve halen de Türkiye'de birtakım konuları meseleye edinen, bu konuda kendine yetiştirmeye çalışan, araştıran, inceleyen gençler vardı. Hiçbir şeye aldırmayan, bizim o dönemlerde "SEVGENÇ" ya da "HÜRGENÇ" dediğimiz gençlerde vardı.
Birtakım ideolojilere kendini kaptıran ve hakikaten tabiri caizse at gözlüğü takmış bir şekilde akıllanmak için aradan yılların geçmesini bekleyenler de vard ı. Tahmin ediyorum bugün de kategorik olarak çok fazla değişen bir şey yok. Malzeme değişti, şartlar değişti, şu değişti, bu değişti ama galiba gidişat çok fazla değişmedi. Dolayısıyla bugün de hakikaten birtakım şeyleri meselelerine çalışan kuruluşlarımız var. Farklı sivil toplum kuruluşları var. O dönemlerde azdı. Şimdi her bir yardım kuruluşu, dernek her biri kendi çapında ciddi hizmetler yapan ve o sahaya ilgi duyduğu için bünyesine katılanları yetiştiren, hayata hazırlayan ve belki ileride tıpkı Milli Türk Talebe Birliği'nin 1970'li yıllarda gördüğü fonksiyon gibi gelecekte belki Türkiye'yi idare edecek gençleri yetiştiren yerlerimiz var . Tabii ki o gün şöyleydi, bugün böyleydi, azdı, çoktu. Bunlar tartışılabilir ama bence ana fikir itibarıyla çok fazla değişen bir şey yok gibime geliyor.
Bekir Salih Yaman:
1930'lu yıllardan itibaren ülkemizde Necip Fazıl gerçeği diye bir gerçek söz konusu. Hem fikir adamlığı hem şairliği hem edebi yönü bunların yanında aynı zamanda bir aksiyonel yönü de mevcut. Yeri geldiğinde tek başına muhalefeti üstlenmiş çok ciddi bir kalem, çok ciddi bir figür. Siz de en yakınında bulunan isimlerden biriydiniz bir dönemde, kendisiyle bir ünsiyetiniz vardı. Size göre Necip Fazıl neyi ifade ediyor Ekrem Bey? Nasıl tarif edersiniz?
Ekrem Kızıltaş:
Allah (CC) gani gani rahmet eylesin. Necip Fazıl Kısakürek çok yakın olduğumuz değil ama 1976'dan vefatı öncesine kadar Milli Türk Talebe Birliği bünyesinde gelirdi, biz giderdik. Evine bayram ziyaretlerine giderdik. Orada Üstad rahmetli adeta çocuklaşırdı. Sağa sola bakardı çikolatayı uzatır, "Fazla alın! Fazla alın" derdi. Üstad, her halükarda hayat dolu bir insan dı. Hakikaten her anı hareketliydi. Bazı hallerde sürekli olarak aksiyon olması gerektiğini düşünen bir insandı. Üstadın yetiştiği şartlar, üstadın içinde bulunduğu durum, üstadın doğru yolu bulması, Abdülhakim Arvâsî Hazretler i ile karşılaşması ve doğru yolu bulmasının ardından tutunduğu tavır, tek parti yönetimi ardından Demokrat Parti döneminde çektikleri, daha sonraki dönemlerde yaşadıkları, 1970'ler, "kavganın şahikasında dolaştığı yerler" işte hapse giriş çıkışları falan gibi… Bu arada "Büyük Doğu"yu sürekli olarak çıkarma gayretleri, sürekli maddi sıkıntı çekmesi…
Çeşitli şekillerde bir yandan da gerek İstanbul'da kendi çevresinde sık sık da Anadolu'nun gidebileceği her yerine giderek insanları sinema salonlarında, kültür salonlarında falan insanları uyarmaya çalışması. Üstadın tüm hayatı, "mücadele ile geçti" Sürekli, sıkıntılarla, yokluklarla boğuştu. İşte gazetesini çıkarabilmesi için, Büyük Doğu'yu çıkarabilmesi için, paraya ihtiyaç var. Bütün şartlar onun aleyhinde yani mümkün olduğu kadar o gazeteyi çıkarmaması için şeyler her şey oluşturuluyor. Kitaplarının satılmaması için ya da işte konferanslarının izlenmemesi için oluşturulan olumsuz bir hava var. Buna rağmen Üstad, hiç durmadan koşturan, çalışan, çabalayan ve karşıdan kendisine yönelen hiçbir saldırıya en ufak bir şekilde hiçbir fütur getirmeyen bir yapı.