Beyaz Adamın doymak bilmez hırsına kurban 1 milyon insan
Ruanda 20'nci yüzyılın en korkunç soykırımlarından birine sahne oldu. 100 gün süren katliamın sonunda II. Dünya Savaşı sonrasının en büyük soykırımı yaşanmıştı. Birlemiş Milletler, ABD ve Avrupa olaylara müdahil olmak şöyle dursun, Ruanda'yı kaderine terk edip hızla ülkeden çıkmışlardı. Peki, neydi asıl mesele? İki etnik topluluğu bu derece düşman hale getiren şartlar nasıl oluştu?
Giriş Tarihi: 09.10.2019
15:04
Güncelleme Tarihi: 11.10.2019
19:36
"O ÜLKELERDE BİR SOYKIRIM YAŞANMASI O KADAR DA ÖNEMLİ BİR ŞEY DEĞİL"
Fransa, soykırımı yapan Hutu hükümetinin uzun süre destekçisi olduğu için uluslararası kamuoyunda ve ülke içinde eleştiriliyordu. Bu sırada Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, Le Figaro gazetesine 1998'de verdiği mülakatta, "O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil. " dedi.
Fransızların ülkeye soktuğu balta ve satırlarla yaklaşık 100 günde 1 milyona yakın Tutsi, Hutular tarafından diri diri kesilerek öldürüldü. Cesetler gömülmediği için tifo, kolera ve dizanteri gibi birçok salgın hastalık türedi.
Nisan 1994'te Tutsilere karşı Kigali'de gerçekleştirilen ilk saldırılarda palalar kullanıldı. Birkaç saat içinde olaylar tüm ülkeye yayıldı.
Ruanda Vatansever Cephesi 8 Nisan'da Mulundi'den Kigali'ye doğru karşı saldırı başlattı.
Ülkede mahsur kalan Batılılar 9 Nisan'da BM'nin düzenlediği operasyonla kurtarıldı.
BM, 21 Nisan'da tampon güç ve gözlem için bölgede bulundurduğu Mavi Berelilerin sayısını 2500'den 250'ye düşürüldü.
BMGK, 30 Nisan'da Ruanda Vatansever Cephesi ve Ruanda Silahlı güçleri arasında ateşkes talep etti. Fakat bu talep sadece diplomatik ve insani alanda sınırlı kaldı.
12 Mayıs itibariyle hayatını kaybedenlerin sayısı 200 bine ulaştı. BM olaylar için "soykırım" kavramını kullanmak istemese de açıklamasında "bir etnik grubun üyelerinin tamamen ya da kısmen yok edilmesine yönelik uluslararası hukuku ihlal eden eylemler" ifadesini kullandı.
20. YÜZYILIN EN ÖNEMLİ DERSLERİNDEN BİRİ
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 17 Mayıs'ta Ruanda'ya giden silahlara ambargo kararı aldı.
BM Genel Sekreteri 31 Mayıs'ta sivil kayıpların 250 bin ila 500 bin arasında olduğunu açıkladı.
BMGK,8 Haziran'da soykırım olaylarını kınadı ve MINUAR gözlemcilerinin görev süresini uzattı.
Fransa, 23 Haziran'da ülkenin güney batısında sığınmacılar için güvenli bölge oluşturmak amacıyla Turkuaz Operasyonu'nu başlattı.
Ruanda Ordusu, 4 Temmuz'da Kigali ve Butare'nin kontrolünü sağladı. Ordu, 17 Temmuz 1994'te ülkenin tamamına yakınında kontrolü sağladı ve soykırım eylemleri sona erdi. 3 ay süren olaylarda 800 bin Tutsi ve muhalif Hutu hayatını kaybetti.
GERİYE SADECE HİKAYELER KALDI
İş işten geçtikten sonra medya önünde dökülen timsah gözyaşları eşliğinde gelen pişmanlık dolu sözler ve kuru temenniler bu insanlık ayıbını kapatmak için yetersiz kalırken, geriye sadece bir avuç gönüllünün kişisel kahramanlık hikayeleri kaldı. Kendi çabaları ile Tutsileri yetimhanelerde, evlerinde, kilise ve camilerde saklayarak katledilmekten kurtaran bir avuç değerli insanın hikayesi, zor şartlar altında bile insanlık adına bir şeyler yapılabileceğini gösterdi.
Ruanda 20. yüzyılın önemli derslerinden biridir. Ayrımcılığın ve etnik kodlarla siyaset yapımının ne tür kanlı olaylara yol açabileceğinin en açık göstergesidir. Sömürgeciliğin dizayn ettiği kanlı etnik siyaset küçük bir Afrika ülkesini kaosa sürüklerken, küresel aktörlerin çıkar gözetmedikleri yerlerde insan hakları ihlallerine sessiz kaldıklarını da bize gösterdi.
Serhat Orakçı