Eski Türk kavimlerinden dünyaya tıbbi miras
Tüm dünyanın birçok hastalıktan korunmak amacıyla kullandığı "aşı", bizlere eski Türk kavimlerinden miras kalmış ve asırlar boyunca Anadolu coğrafyasında yaşatılan bir yöntem olmuştu. Günümüzde içeriğinde kullanılan maddeler nedeniyle tartışmalı bir konu olan aşı, bundan yaklaşık üç yüz yıl önce Anadolu topraklarından Avrupa'ya götürüldüğünde ilk etapta reddedilmiş; ancak işlevinin kanıtlanması sonrası birçok hastalığın önüne geçilmişti…
Giriş Tarihi: 08.10.2018
18:32
Güncelleme Tarihi: 08.10.2018
18:35
AŞININ İSTANBUL’DAN AVRUPA’YA UZANAN YOLCULUĞU
İstanbul'da bulunduğu süre içerisinde İngiltere'ye bir dizi mektup gönderen Lady Montagu, bu mektuplarda aşı işlemini ayrıntılı olarak açıkladı.
İngiltere'ye döndükten sonra da Türklere ait aşı geleneğini yayan Lady Montagu akrabalarının birçoğunu aşılattı.
Aşının uygulanması konusunda gerek müdahalenin her türlüsüne karşı çıkan kilise yetkililerinden, gerekse birçok hekimden şiddetli muhalefet gördü. Ancak pes etmemesi sonucunda aşı giderek yaygınlaştı ve büyük bir başarı elde edildi.
AŞI KISA ZAMANDA BENİMSENEN BİR UYGULAMA OLDU
Bu konudaki en önemli adım, İstanbul'da Montagulerin aile hekimliğini yapan Dr. Emmanual Timoni'nin aşının bilimsel açıklamasını 1724 yılında İngiltere Kraliyet Hekimler Birliği'ne sunmasıyla atıldı.
Bu gelişme üzerine aşı, ismi aşının icadıyla birlikte anılan Edward Jenner'dan yarım yüzyıl önce İngiltere ve Fransa'da benimsenerek kullanılmaya başlandı.
1717 YILINDAN BU YANA KULLANILIYOR
Günümüz kaynaklarına göre 1796 yılında Sarah Nelmes adlı süt sağıcısının elindeki kesikten sığır çiçek hastalığı kapan sekiz yaşındaki James Phipps vakasını gören Edward Jenner, sığır çiçek hastalığının insan çiçek hastalığına bağışıklık sağladığını bir yerlerden duymuş olmalıdır.
ABDÜLHAMİD AŞI ÜRETİMİNE NASIL DESTEK VERDİ?
O dönemde, aşı üretim çalışmalarını yürütmekte olan Pasteur, çalışmalarını sürdürebilmek için dönemin devlet başkanlarına maddi katkı için bir yazı kaleme aldı.
Yazılardan birinin dönemin Osmanlı sultanı II. Abdülhamid'e ulaşması sonrası Abdülhamid, yardım yapabileceğini; ancak çalışmalarını İstanbul'da sürdürmesini istediğini bildirdi.
Bu teklif Pasteur tarafından kabul görmeyince ikinci teklif oluşturuldu. Pasteur'a Mecidiye Nişanı ile birlikte 10 bin altın yollandı; aynı zamanda Osmanlı'dan üç kişinin de yanında asistan olarak yetiştirilmesi istendi.
DOĞUNUN İLK KUDUZ MERKEZİ KURULDU
Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne'den müderris Alexander Zoeros Paşa'nın başkanlığı altında, Kaymakam Dr. Hüseyin Remzi ve Kaymakam Veteriner Hüseyin Hüsnü beylerin gönderilmesine karar verildi.
Daha sonra bu ekip çalışmalara temel teşkil etmesi için "kuduz mikrobu" enjekte edilmiş bir kemik iliği ile Osmanlıya geri döndü.
1887'nin Ocak ayında Zoeros Paşa'nın kliniğinde Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi) kuruldu. Bu kurum dünyada üçüncü, doğunun ise ilk kuduz merkezi oldu. Daha sonra bu merkez difteri serumu da üretti.