Fes Osmanlı'ya nereden geldi?
Arabi veya sıfır numara; yar tekmesi veya kuş yuvası; ayıp kapayan veya kel örten; limon kabuğu, ve saksı dibi. Bu sıfatlara aşina olanınız var mı? Bir asır kadar Osmanlı'nın başında taht kuran feslerden bir moda oluşturulmuştu. Padişahlar dahi belli bir türde olmayan fesleri giymezdi. Öyle ki baş tacı olan bu feslerden kişinin ne iş yaptığı dahi anlaşılırdı. İşte tarihin mahzenlerine gömülmeden önce günlük hayatın başrollerindeki feslerin tarihi geçmişi...
Giriş Tarihi: 18.09.2019
13:46
Güncelleme Tarihi: 25.05.2022
17:25
🔘 Fesler yapağıdan (koyun ve kuzudan ilkbaharda kırkılan tüy) yapılır ve bunun için en uygunu merinos koyunundan elde edilendir. Boyayı iyi tutması ve çabuk sertleşmemesi için yapağının kalitesinin yüksek olması gerekir.
🔘 Fesin dokunuşu çorap örgüsüne benzer ve önce torba gibi bir şekil alır; sonra bol su ile keçeleştirilir. Boyanmış fesler tekrar su ile yıkanarak dink işlemi yapılır ki bundan sonra küçülür ve külâh haline gelir; bir sonraki safha havalandırma ve tüylendirme, son safha ise kalıplama ve perdahtlamadır (perdah).
Sultan Abdülmecid'in mecidiye kalıbında yapılmış fesi
🔘 Başlangıçta fesler Avrupa ve Mısır ile Tunus'tan ithal ediliyordu. İhtiyacın artması yerli imalâtın başlamasını gerektirdi ve İstanbul'da Feshâne adıyla ilk fabrika kuruldu. Fesin sivil halka yayılmasından sonra bundan başka Bursa, Edirne, İslimye ve Selânik'te de fabrikaların açılmasına rağmen yerli imalât ihtiyaca yetmedi ve aradaki açık daima ithalât yoluyla kapatıldı. 1829 yılında piyasada bulunan yerli ve ithal fesler şu fiyatlarla satılıyordu: Tunus perdahtlı 26 kuruş, Mısır 18 kuruş, Avrupa perdahtsız 5 kuruş 20 para, Avrupa "ağaç" marka 5 kuruş, yerli İstanbul 6 kuruş 10 para .
🔘 Fesin halk arasında benimsenmeye başlamasıyla sivillerin devlet görevlilerinden ayırt edilebilmeleri için "dalfes " (sade, yalın fes) giymeleri, yani etrafına bir şey sarmamaları istenmişti; yalnız ulema efendiler beyaz tülbent sarabileceklerdi. Halkın dalfes giymemekte ısrar etmesi üzerine esnaf takımının yemeni, çember, ağabani, yazma, tülbent gibi şeyler sarmalarına izin verildi ve bundan sonra fes süratle yayıldı.
XIX. yüzyılın ikinci yarısına ait püskülü dağılmış bir fes
🔘 Fes Türk kültür tarihinde önemli bir yere sahip olup şarkılara, türkülere girmiştir. Devrin şair ve edipleri eserlerinde eğri giyilen, kaşa düşürülen feslerden bahsetmişler, çocuk feslerine nazarlık, muska ve ziynet altını takıldığını yazmışlardır. Başta fes olmadan fotoğraf çektirmenin ise ayıp sayıldığı söylenir.
🔘 Erkeği daha yakışıklı gösterdiği için hakkında şiirler dahi yazılmıştır. Şair Dertli meşhur fes kasidesinde şöyle der:
"Al renkler bahşeder ruhsâre-i hûbâna fes/Benzemez mi şah-ı gülde gonce-i handâna fes Kudret-i mevlâ ile günden güne şöhretlenip/Başların üstünde yer buldu gelip meydâna fes. Fes değil medhiye-i fesden muradım Dertliyâ/Bir vesiledir dua-i Hüsrev ü Hâkâna fes."
🔘 Rıfat Bey'in 'Pek yaraştı eğri sarık eğri fes ' diye başlayan şarkısı dillerdedir. 'Aman aman al fesli/Eşbeh civanım dal fesli' diye başlayan Aydın ve 'İstanbul'dan aldırayım fesini/Nerelerde işiteyim sesini' diye başlayan İstanbul türküsü fesin erkeğe kattığı hüsnü cemali terennüm eder.
PÜSKÜLLÜ BELA DEYİMİ NEREDEN GELDİ?
Ahşaptan yapılmış bir fes kalıbı
🔘 Fesin süsünü oluşturan ve ona özellik kazandıran püskül üzerinde de epeyce söz söylenmiştir. II. Mahmud devrinin bükülmemiş ipekten bol mavi iplikli püskülü başın hareketi veya rüzgâr sebebiyle sık sık dağılıyordu ve taşıyana derbeder bir görünüş veriyor, sık sık taranması, düzeltilmesi gerekiyordu.
🔘 Bu püskülleri taramak için çarşıda, sokaklarda küçük çocuklar ellerinde taraklarla dolaşır ve para kazanırlardı. Böylece püskül onu taşıyanın başına dert olmuştu. "Püsküllü belâ" deyiminin, henüz fesin tam anlamıyla benimsenmediği, yalnız asker arasında zorunlu tutulduğu dönemde buradan kaynaklanmış olması muhtemeldir.
🔘 Yapımındaki esneklik dolayısıyla fesin kolayca deforme olabilmesi sebebiyle yaygın bir kalıpçı esnafı ortaya çıkmıştır. Önceleri ahşap olan kalıpların yerini daha sonra İzmir'de görülen ve arkasından da İstanbul'da kullanılan pirinç kalıplar almış, böylece kalıpları ütü gibi ısıtarak işe başlayan ustalar fesleri "dar beyoğlu, hamidiye, aziziye, yarım zuhaf, tam zuhaf, İzmir biçimi, alikorna, hasırlı" gibi isimlerle anılan sıfırdan on altıya kadar numaralanmış çeşitli ölçü ve biçimlerde kalıba çekebilmişlerdir.
🔘 Fesin yasaklanmasından sonra kullanılmayan Feshâne'deki kalıplarla elde kalan fesler halen İstanbul Şehir Müzesi'nde , sultanlara ait bazı feslerle ahşap fes kalıpları da Topkapı Sarayı Müzesi'nde muhafaza edilmektedir.
Derlenen kaynaklar: Hülya Tezcan, "Fes", TDV İslâm Ansiklopedisi, Ekrem Buğra Ekinci, Bir Zamanlar Başlara Taht Kuran Fes.