Hırka-i Saadet Dairesi’nde bir teravih
Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethinin ardından halifelik makamını alması ile Mukaddes Emanetler Osmanlı'ya teslim edildi. Bu emanetler arasında yer alan Resul-i Ekrem Efendimizin hırkası "Hırka-i Saadet", Topkapı Sarayı'nda bulunduğu odaya ismini verdi ve yüzyıllarca bu dairede muhafaza edildi. Fikriyat olarak, dini muhtevanın daima yaşatıldığı bu dairede, bir asır önce kılınan bir teravih namazına dair kaleme alınanları sizlerle buluşturuyoruz.
Giriş Tarihi: 12.05.2019
12:38
Güncelleme Tarihi: 12.05.2019
12:47
‘HIRKA-İ SAADET’ BULUNDUĞU DAİREYE İSMİNİ VERDİ
Hz. Muhammed'in (sav) Kâb bin Züheyr'e hediye ettiği "Hırka-i Saadet ", Topkapı Sarayı'nda kutsal emanetlerin bulunduğu odaya ismini verdi. Asırlar boyu da bu dairede muhafaza edildi.
Sarayın bu bölümü daima önem verilen ve dini muhtevanın yaşatıldığı bir bölüm oldu.
HIRKA-İ SAADET DAİRESİNDE BİR TERAVİH
Tarihler 1923 yılını gösterdiğindeyse Mukaddes Emanetlerin bulunduğu bu odada kılınan bir teravih namazı kaleme alınacak ve o günün muhtevası bugünlere aktarılacaktı.
O yılın Ramazan'ını uğurlarken gazeteci, yazar ve siyaset adamı Ruşen Eşref Ünaydın, Hırka-i Saâdet Dairesinde kıldığı teravihi Ramazan Gazetesi 'nde kaleme almıştı.
‘LALE DAİRESİNDE EZAN OKUNURDU’
Ruşen Eşref Ünaydın, Hırka-i Saâdet Dairesinde kıldığı teravih namazı ile ilgili şu sözlere yer vermişti:
"Lale dairesinde ezan okunurdu; Dini nidaların üstüne bülbüllerin nağmeleri gülâbdanlardan dökülen damlalar gibi serpiliyordu. Kokulu şimşirler arasından geçtik. Din ve tarih yâdlarıyla dolu gönlüm başımın üstünde yıldızlarla dolu geceye benziyordu. Dehlizlerin sıra sütunları arasındaki loşluğu kırmızı fanuslar mini mini noktalamıştı. Asırları, saltanatları ve vecdeleri tanıyan bu sütunlardan birine yaslandım. Kulaklarımda surelerin nağmeleri ve gözlerimde mutasavvıfane bir bahar özleten mahmur çini harikaları var!..."
‘BİLMİYORDUM Kİ HANGİ ASRIN TÜRKÜYÜM?’
"Sütun gölgeleri arasında rüya hayaletleri gibi silikleşmiş küçük cemaat, işte teravihe kalktı.
Her iki rekâtta bir güzel sesler selavât getirmeye başladı.
Öyle bir cuşiş içinde idim ki şu zamanda yaşar bir fani olduğumu yavaş yavaş unutuyordum. Bilmiyordum ki hangi asrın Türküyüm! Dirseğim yanımdaki Enderunludan daha vuzuhla Mısır fethinden dönen yeniçeriye sürünüyordu."
‘BERGÜZAR-I MUHAMMED’İN YANI BAŞINDA…’
"Duyduğum nefes, rükûlarda mafsalları çıtırdayan buruşuk yüzlü akağadan ziyade, Zigetvar'ı görmüş bir pir gazinin soluğuydu. İmamın geçkin sesi Revan gününden geliyor gibiydi. Her selâm verişte sanıyordum ki dizinde teşbih, belinde hançer, bin zünûb ve gururun istiğfarı için murakabeye varmış bir eski hakanla göz göze geleceğiz. Zira bu tayfanın hepsi buralarda, bu sehhâr dehlizde bergüzâr-ı Muhammed'in yanı başında saf beste idi…"