İstanbul'un anlam kattığı deyimler ve sıra dışı öyküleri
"Vermeyince Mabud, neylesin Mahmud" deyiminin hikayesini biliyor musunuz? Peki ya "püsküllü bela" deyiminin Osmanlı'da yaygınlaşan hangi obje için kullanıldığını? Veya "Üsküdar'da sabah oldu" sözünün müezzinlerle ilgisinin ne olduğunu? Dilimizden düşmeyen birçok deyimin, taşı toprağı altın İstanbul'un eşsiz tarihiyle bütünleşen öykülerini sizlerle buluşturuyoruz.
Giriş Tarihi: 19.06.2019
09:20
Güncelleme Tarihi: 19.06.2019
16:18
Üsküdar'da miskin (cüzzam ) hastalığına tutulanların barındırıldığı "Miskinler Tekkesi" nde, hastalığın en son safhasında olan ve neredeyse bütün dünya ile alakaları kesik bir halde yaşayan iki derbeder vardı.
Bir koğuşun iki ayrı köşesinde yatan bu iki hasta, bir gün nasılsa yerlerini değiştirme kararı aldılar.
Ancak bu karar alındıktan sonra her gün konuşup sözleştikleri halde bir türlü kalkıp yerlerini değiştirmeleri mümkün olmadı.
Neredeyse bir sene uğraşarak büyük bir zahmetle yerlerini değiştirdikten sonra biri diğerine dönerek "İnsan kuş misaliymiş... Geçen yıl neredeydik bu yıl neredeyiz?" der.
DERDİNİ MARKO PAŞA’YA ANLAT
Cerrah olarak büyük şöhret kazanan ve imparatorluk tarihinde mirliva rütbesi alan ilk doktor olan Marko Paşa, Sultan Abdülaziz'in hekimbaşısı ve devrin Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane nazırıydı.
Bulunduğu yüksek mevkie ve ağır görevlerine rağmen kendisine gelen herkesi, hatta çözemeyeceği sorunları dahi sabırla dinlemesi sebebiyle "derdini Marko Paşa'ya anlat" deyiminin doğmasına vesile olmuştu.
Onun bu tavrı için şu hikâye anlatılır: Pek çok insanın derdine derman olan Paşa, çaresiz kaldığı durumlarda karşısındakini dikkatle dinledikten sonra, "Anladım ama ne?" diye sorar.
Bunun üzerine hasta derdini tekrar anlatır ancak Paşa, önce sorduğu soruyu tekrar eder: "Anladım ama ne?" Bu hal birkaç defa tekrar ettikten sonra ne söyleyeceğini bilemeyen hasta, paşanın yanından ayrılmak zorunda kalır.
Kanuni Sultan Süleyman, maiyetiyle birlikte Halkalı civarında ava çıkar. Aniden başlayan şiddetli bir yağmur, padişah ve adamlarını karşılarına çıkan ilk eve sığınmak zorunda bırakır.
Ev sahibinin yaktığı ateşin karşısında elbiselerini kurutup ısınan padişah, yanındakilere dönerek "Şu ateş bin altın eder!" der. Yağmurun dinmemesi üzerine padişah ve maiyetindekiler geceyi de bu evde geçirirler.