‘Modernlik’ adı altında geleneğin reddi
Modern aslında klasikten beslenir. Moderniteyi ortaya çıkaran Batı, moderni geleneğin içinden "farklı bir yeni çıkarmak" olarak değerlendirdi ve böylelikle kendi klasiklerini sürekli yenileyerek, yeni biçimlerde üreterek geçmişiyle bir kopukluğun oluşmasına izin vermedi. Hatta gerektiğinde geleneğini icat ederek, kendi tarihi kültür ve kimliğini eski Yunan'a kadar bağladı. Türkiye'de ise modernlik, ne yazık ki uzun bir süre gelenekselin reddi olarak anlaşıldı…
Giriş Tarihi: 21.01.2019
12:50
Güncelleme Tarihi: 21.01.2019
12:58
HALK YASAKLARA RAĞMEN İLGİSİNİ KESMEDİ
Cumhuriyet döneminin tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanunu türbeleri de yasaklamış ve türbedarlık benzeri payeleri kaldırmıştı. Ancak bu kanun yürürlüğe girmesinden sonra yapılması muhtemel türbeleri önleyebildi, geçmişten intikal eden türbeler ise halk arasında gördükleri hürmete binaen varlıklarını ve popülerliklerini korumayı sürdürdüler.
Modern dönem elitinin hor görmesine aldırmayan halk, Osmanlı döneminde de itibar gösterilen türbelere olan ilgisini kesmedi. Hatta türbelerin kapatılmasına tepki gösterdi. Bu tepki diğer türbelerin yanında büyük ve tarihi şahsiyetlerin türbelerinin de kapatılmasına yol açan kanunun 1946'da esnetilerek tarihi şahsiyetlerin türbelerinin yeniden açılmasına ön ayak oldu.
Batıl ya da hak olsun halkın büyük kısmı yeni türbe yapılmasına izin verilmese de eski türbeleri ziyaret ve koruma geleneğinden vazgeçmediği gibi türbedarlık geleneği de yıllar boyu gönüllü şahıslar tarafından sürdürüldü ve sürdürülüyor.
HURDAYA ÇIKARILAN 600 YILLIK GEÇMİŞ: ARŞİV GELENEĞİ
Arşiv bir milletin geçmişi, hafızası, kültürü, medeniyetinin korunması ve ayakta tutulması anlamına geliyor. Arşivlerinin büyük kısmı bugün bile el değmemiş hâlde bekleyecek kadar geniş olan Osmanlı'da arşivcilik aslında tüm resmî belgelerin, kitapların saklandığı Uygur Türklerinden beri gelen, Selçuklu'da süren bir geleneğin zirveye çıkmış hâliydi.
600 yıllık Osmanlı varlığının en güçlü yanı ve devletin ayakta kalmasının da en önemli unsurlarından biriydi arşiv geleneği. Devletin ilk dönemlerinde başlayan resmî belgelerin korunması özellikle İstanbul'un fethinden sonra genişleyerek tam anlamıyla kurumsallaşan bir devlet geleneğine ve milyonlarca vesikanın yüzlerce yıl boyunca korunduğu bir imparatorluk arşivine dönüştü.
BİR KIYIMIN EN BÜYÜK KURBANI
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne devrolunan yaklaşık 150 milyonun üzerindeki arşiv belgesi işin boyutları hakkında fikir verebilir. 40'ın üzerinde ülkeye ait evrakın da bulunduğu bu arşiv, ne yazık ki önemli bir kıyımın da kurbanı oldu. Cumhuriyet döneminin başlarında yönetimde söz sahibi olan kadroların ve kadrocuların sırtını döndüğü sayısız geleneksel ve kültürel varlıktan biri de 600 yıllık arşivlerimiz oldu.
Ne yazık ki bu ülkenin 600 yıllık geçmişini tarumar ettiği günlerde Osmanlı evrakına Bulgarlar, Ruslar, Fransızlar, Avusturyalılar sahip çıkmak için yarışıyorlardı. 1930'larda hurda kâğıt olarak Sirkeci'den vagonlara yüklenerek Bulgaristan'a, Rusya'ya gönderilen Osmanlı'nın arşiv vesikalarının bir kısmı da sonraki dönemlerde kâğıt yapılmak üzere kâğıt fabrikalarında yok edildi. Yüz binlerce evrakı çöpe ya da SEKA'ya giden arşivlerimizin kalan yüzde 25'i de bakımsızlıktan kullanılamaz hâle geldi. Tüm bunlara rağmen sadece elde kalan arşivlerin tasnifi için 70 yıllık çalışma gerekiyor.
ANADOLU’YA HAS AHLAKİ SOSYOEKONOMİK SİSTEM: AHİLİK
"Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız, Hazret-i Selman-ı Pak'tır pirimiz üstadımız" diyen ahilik her ne kadar bir esnaf örgütlenmesi olsa da bu esasen altında namus, erdem, alın teri, kanaat, diğerkâmlık, dürüstlük ve çalışkanlığın yattığı bir ahlak ve bir gelenektir.
Zengin-fakir ayrımı yapmayan ahilik; çalışmak, üretmek ve alın teri ile kazanıp kimseye muhtaç olmamak ahlakıdır. Bu sebeple herkesin bir mesleği, işi, sanatı ya da zanaatı olmasını gerekli kılar. Ahi Evran Veli'nin 13'üncü yüzyılda kurduğu Ahilik, Anadolu'nun vatanlaşmasında ve Osmanlı Devleti'nin kurulmasında büyük rol oynayan dinî, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi boyutları olan Anadolu Türklerine has bir sistem olarak tarif ediliyor. Bu sistem gelenekleşerek 16'ncı yüzyılda bir esnaf teşkilatlanmasına dönüşmüş olsa bile özünde esnafından kadısına, devlet adamından müderrisine toplumun bütün kesimlerini kucaklayan bir anlayış yatıyor.
AHLAKIN VE ERDEMİN BİRLEŞTİĞİ İKTİSADİ YAPI
İnsanı eşref-i mahlukat olarak gören ve insanlara ayrım yapmadan hizmet ve iyilik etmeyi düstur edinen bu sistemleşmiş gelenek içerisinde bireyler yamak, çırak, kalfa, usta eğitimlerinden geçtiği gibi tekke ve zaviyelerde de hem ahlaki hem de görgü ve beceri açısından türlü zanaat ve sanatta eğitiliyordu.
Selçuklu ve Osmanlı iktisadi hayatının belkemiğini teşkil eden ahiler ayrıca kurdukları vakıflarla fakir, garip, kimsesiz ve yolcuları koruyor, savaşa gidenlerin ailelerine bakıyor, zarar edenlere yardım ediyorlardı. Kısacası toplumsal bir geleneğe dönüşmüş ve amacı bireyin değil toplumun topyekûn kalkınması olan ahilik ahlakın ve erdemlerin birleştiği bir sosyal iktisadi sistemdi.
19'uncu yüzyılla birlikte yabancıların iç ticarette artan etkinliği, tekelleri ele geçirmeleri ile zayıflayan ve Baltalimanı Anlaşması ile sona ermesi öngörülen bu sistem günümüzde Anadolu'da kimi esnaf tarafından ahlaki veçheleri ile yaşatılmaya, canlandırılmaya çalışılsa da şimdiki varlığı daha ziyade folklorik bir öge seviyesinde.