‘Modernlik’ adı altında geleneğin reddi
Modern aslında klasikten beslenir. Moderniteyi ortaya çıkaran Batı, moderni geleneğin içinden "farklı bir yeni çıkarmak" olarak değerlendirdi ve böylelikle kendi klasiklerini sürekli yenileyerek, yeni biçimlerde üreterek geçmişiyle bir kopukluğun oluşmasına izin vermedi. Hatta gerektiğinde geleneğini icat ederek, kendi tarihi kültür ve kimliğini eski Yunan'a kadar bağladı. Türkiye'de ise modernlik, ne yazık ki uzun bir süre gelenekselin reddi olarak anlaşıldı…
Giriş Tarihi: 21.01.2019
12:50
Güncelleme Tarihi: 21.01.2019
12:58
BİR KIYIMIN EN BÜYÜK KURBANI
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne devrolunan yaklaşık 150 milyonun üzerindeki arşiv belgesi işin boyutları hakkında fikir verebilir. 40'ın üzerinde ülkeye ait evrakın da bulunduğu bu arşiv, ne yazık ki önemli bir kıyımın da kurbanı oldu. Cumhuriyet döneminin başlarında yönetimde söz sahibi olan kadroların ve kadrocuların sırtını döndüğü sayısız geleneksel ve kültürel varlıktan biri de 600 yıllık arşivlerimiz oldu.
Ne yazık ki bu ülkenin 600 yıllık geçmişini tarumar ettiği günlerde Osmanlı evrakına Bulgarlar, Ruslar, Fransızlar, Avusturyalılar sahip çıkmak için yarışıyorlardı. 1930'larda hurda kâğıt olarak Sirkeci'den vagonlara yüklenerek Bulgaristan'a, Rusya'ya gönderilen Osmanlı'nın arşiv vesikalarının bir kısmı da sonraki dönemlerde kâğıt yapılmak üzere kâğıt fabrikalarında yok edildi. Yüz binlerce evrakı çöpe ya da SEKA'ya giden arşivlerimizin kalan yüzde 25'i de bakımsızlıktan kullanılamaz hâle geldi. Tüm bunlara rağmen sadece elde kalan arşivlerin tasnifi için 70 yıllık çalışma gerekiyor.
ANADOLU’YA HAS AHLAKİ SOSYOEKONOMİK SİSTEM: AHİLİK
"Her seherde besmeleyle açılır dükkânımız, Hazret-i Selman-ı Pak'tır pirimiz üstadımız" diyen ahilik her ne kadar bir esnaf örgütlenmesi olsa da bu esasen altında namus, erdem, alın teri, kanaat, diğerkâmlık, dürüstlük ve çalışkanlığın yattığı bir ahlak ve bir gelenektir.
Zengin-fakir ayrımı yapmayan ahilik; çalışmak, üretmek ve alın teri ile kazanıp kimseye muhtaç olmamak ahlakıdır. Bu sebeple herkesin bir mesleği, işi, sanatı ya da zanaatı olmasını gerekli kılar. Ahi Evran Veli'nin 13'üncü yüzyılda kurduğu Ahilik, Anadolu'nun vatanlaşmasında ve Osmanlı Devleti'nin kurulmasında büyük rol oynayan dinî, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi boyutları olan Anadolu Türklerine has bir sistem olarak tarif ediliyor. Bu sistem gelenekleşerek 16'ncı yüzyılda bir esnaf teşkilatlanmasına dönüşmüş olsa bile özünde esnafından kadısına, devlet adamından müderrisine toplumun bütün kesimlerini kucaklayan bir anlayış yatıyor.
AHLAKIN VE ERDEMİN BİRLEŞTİĞİ İKTİSADİ YAPI
İnsanı eşref-i mahlukat olarak gören ve insanlara ayrım yapmadan hizmet ve iyilik etmeyi düstur edinen bu sistemleşmiş gelenek içerisinde bireyler yamak, çırak, kalfa, usta eğitimlerinden geçtiği gibi tekke ve zaviyelerde de hem ahlaki hem de görgü ve beceri açısından türlü zanaat ve sanatta eğitiliyordu.
Selçuklu ve Osmanlı iktisadi hayatının belkemiğini teşkil eden ahiler ayrıca kurdukları vakıflarla fakir, garip, kimsesiz ve yolcuları koruyor, savaşa gidenlerin ailelerine bakıyor, zarar edenlere yardım ediyorlardı. Kısacası toplumsal bir geleneğe dönüşmüş ve amacı bireyin değil toplumun topyekûn kalkınması olan ahilik ahlakın ve erdemlerin birleştiği bir sosyal iktisadi sistemdi.
19'uncu yüzyılla birlikte yabancıların iç ticarette artan etkinliği, tekelleri ele geçirmeleri ile zayıflayan ve Baltalimanı Anlaşması ile sona ermesi öngörülen bu sistem günümüzde Anadolu'da kimi esnaf tarafından ahlaki veçheleri ile yaşatılmaya, canlandırılmaya çalışılsa da şimdiki varlığı daha ziyade folklorik bir öge seviyesinde.
KURUMSALLAŞMIŞ HAYRIN ABİDESİ: VAKIF GELENEĞİ
Osmanlı için "vakıf medeniyeti" de denir. Osmanlı topraklarında vakıf sayısının 35 bini bulduğu tahmin ediliyor. Bu rakam göz önüne alındığında "vakıf medeniyeti" tabiri abartılı görünmüyor. Bir malı insanların hayrına yönelik olarak bir amaca tahsis etmek, ferdi mülkiyetten çıkararak "Allah'ın mülkü" kabul etmek ve hayrı kurumsallaştırmak bu toprakların en yerleşik geleneklerinin başında geliyor.
Hayırda yarışanların kurduğu vakıfların sayısının yanında oldukça ilginç amaçlarına da bakınca insanın hayrete düşmesi işten bile değil. Eğitimden sosyal yardımlaşmaya, sağlıktan halka su sağlamaya, hamam hizmetlerinden bayındırlık işlerine, camilerden bedestenlere kadar bir toplumun tüm temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik vakıfların hepsi fazlasıyla kurulduğu için bu durum vefatlarından sonra da ecir kapısını açık tutmak isteyen hayırseverleri akla hayale gelmedik hayır kapıları açmaya sevk etmiş.
TÜRLÜ AMAÇLAR İÇİN KURULAN VAKIFLAR
Her mahallenin ihtiyaç ve işlerinin bile o mahalleye özgü bir vakıf tarafından karşılandığı bu medeniyette; leyleklerin beslenmesi, sokakların ve duvarların temiz tutulması, meyve ağaçları dikilmesi, köprülerin sel zararlarından korunması, savaşa giden askere iyi atlar temin edilmesi, Van Gölü'nde acil yardım gemisi dolaştırılması, herkesin meyve yiyebilmesi için meyve bahçeleri, borç yüzünden hapse düşenlere yardım edilmesi, ümmet-i Muhammed'in rahat nefes alması için bahçe tahsis edilmesi, Recep ayında helva dağıtılması, öğrencilere pabuç parası dağıtılması, yaz mevsiminde halka soğuk su dağıtılması, yaralı göçmen kuşlara bakım yapılması gibi türlü amaçlar için kurulan vakıflar herkesin malumu.
Aralarında İslam'a ihtida eden gayrimüslimlerin gıda ve giysi ihtiyacını, sünnet edilmelerini, namaz kılacak kadar Kur'an öğrenebilmelerini sağlamak için gerekli masrafları karşılayanların da bulunduğu bu vakıflar hayrın yanında Anadolu'nun İslamlaşmasında da kolaylaştırıcı bir unsur teşkil ediyordu. Öyle ki Osmanlı devri vakıfları devletin toplam gelirinin üçte birine tekabül ediyordu.
Lacivert