‘Modernlik’ adı altında geleneğin reddi
Modern aslında klasikten beslenir. Moderniteyi ortaya çıkaran Batı, moderni geleneğin içinden "farklı bir yeni çıkarmak" olarak değerlendirdi ve böylelikle kendi klasiklerini sürekli yenileyerek, yeni biçimlerde üreterek geçmişiyle bir kopukluğun oluşmasına izin vermedi. Hatta gerektiğinde geleneğini icat ederek, kendi tarihi kültür ve kimliğini eski Yunan'a kadar bağladı. Türkiye'de ise modernlik, ne yazık ki uzun bir süre gelenekselin reddi olarak anlaşıldı…
Giriş Tarihi: 21.01.2019
12:50
Güncelleme Tarihi: 21.01.2019
12:58
28 ŞUBAT DÖNEMİNE DE MAŞA EDİLDİ
Zaman içinde tekkelerin bir kısmında görülen yozlaşmalar bu kurumları ehliyetsiz kişilerin elinde yozlaşmaya sürükledi ve birer tasavvuf okulu olan tekke ve dergâhların itibarına da gölge düşürdü. Bu itibar kaybı sahih bir şekilde işleyen tekkeleri de etkiledi ve 1925 senesi, tasavvuf akademileri olan tekkelerin resmî anlamda sonu oldu. "Türkiye Cumhuriyeti artık şeyhler, dervişler ve müritler memleketi" olamaz denilerek 30 Kasım 1925'te kapatıldılar.
Yozlaşmış ve ehliyetsiz tekkelerin yanında sahihlerin de yandığı bu yasaklama dönemi 8 yüzyıllık bu geleneği toplumun tümünün nazarında sıfırlamaya yetmedi hâliyle. Tabii ki arada oluşan boşluk dolayısıyla zaman zaman ehliyetsiz, dengesiz ve ölçüsüzlerin de arz-ı endam etmeye başladığı bu alan 28 Şubat süreci gibi dönemlerde siyasi mühendislik ve manipülasyonlara maşa da edildi. Ancak sahtelerinin yanında sahih tasavvuf ve tekkeler 80 yıla yakın bir süre boyunca hizmetlerine gözlerden ırak şekilde devam ederek manevi gelişme peşinde koşan taliplere sessiz sedasız ulaşmayı sürdürdüler.
EDEPLE GELEN LÜTUFLA GİDER: TÜRBE VE TÜRBEDARLIK GELENEĞİ
Türbeler, türbedarlık ve türbe ziyaretleri günümüzde oldukça revaçta. Hâlen toplumsal hayatın bir kenarında yaşamakta olan bu gelenek Türklerin sadece İslamiyet dönemine ait değil, kökleri çok daha eski dönemlere dayanıyor. Ataları adına "kurgan" adı verilen büyük kabirler yapan kadim Türkler, kurganlara ihtimam gösterir hatta bu kabirlere yapılan saldırıları savaş nedeni dahi sayarlardı.
Dolayısıyla kurgan denilen türbeler ve bunları koruyup hizmet eden türbedarlık Türklerin daha şaman ya da kaman dininde oldukları dönemlerde revaçtaydı. Bu gelenek İslamiyet'e geçişle son bulmadığı gibi sonraki tüm kültürlerde daha görkemli mimari üsluplarla geliştirilerek sürdürüldü. Türbeler ve türbe ziyaretlerinin dinî açıdan ne kadar caiz olduğu hâlen oldukça tartışmalı bir konu ancak ne var ki bu somut olarak varlığını sürdürmeye devam eden bir gelenek.
HALK YASAKLARA RAĞMEN İLGİSİNİ KESMEDİ
Cumhuriyet döneminin tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanunu türbeleri de yasaklamış ve türbedarlık benzeri payeleri kaldırmıştı. Ancak bu kanun yürürlüğe girmesinden sonra yapılması muhtemel türbeleri önleyebildi, geçmişten intikal eden türbeler ise halk arasında gördükleri hürmete binaen varlıklarını ve popülerliklerini korumayı sürdürdüler.
Modern dönem elitinin hor görmesine aldırmayan halk, Osmanlı döneminde de itibar gösterilen türbelere olan ilgisini kesmedi. Hatta türbelerin kapatılmasına tepki gösterdi. Bu tepki diğer türbelerin yanında büyük ve tarihi şahsiyetlerin türbelerinin de kapatılmasına yol açan kanunun 1946'da esnetilerek tarihi şahsiyetlerin türbelerinin yeniden açılmasına ön ayak oldu.
Batıl ya da hak olsun halkın büyük kısmı yeni türbe yapılmasına izin verilmese de eski türbeleri ziyaret ve koruma geleneğinden vazgeçmediği gibi türbedarlık geleneği de yıllar boyu gönüllü şahıslar tarafından sürdürüldü ve sürdürülüyor.
HURDAYA ÇIKARILAN 600 YILLIK GEÇMİŞ: ARŞİV GELENEĞİ
Arşiv bir milletin geçmişi, hafızası, kültürü, medeniyetinin korunması ve ayakta tutulması anlamına geliyor. Arşivlerinin büyük kısmı bugün bile el değmemiş hâlde bekleyecek kadar geniş olan Osmanlı'da arşivcilik aslında tüm resmî belgelerin, kitapların saklandığı Uygur Türklerinden beri gelen, Selçuklu'da süren bir geleneğin zirveye çıkmış hâliydi.
600 yıllık Osmanlı varlığının en güçlü yanı ve devletin ayakta kalmasının da en önemli unsurlarından biriydi arşiv geleneği. Devletin ilk dönemlerinde başlayan resmî belgelerin korunması özellikle İstanbul'un fethinden sonra genişleyerek tam anlamıyla kurumsallaşan bir devlet geleneğine ve milyonlarca vesikanın yüzlerce yıl boyunca korunduğu bir imparatorluk arşivine dönüştü.
BİR KIYIMIN EN BÜYÜK KURBANI
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne devrolunan yaklaşık 150 milyonun üzerindeki arşiv belgesi işin boyutları hakkında fikir verebilir. 40'ın üzerinde ülkeye ait evrakın da bulunduğu bu arşiv, ne yazık ki önemli bir kıyımın da kurbanı oldu. Cumhuriyet döneminin başlarında yönetimde söz sahibi olan kadroların ve kadrocuların sırtını döndüğü sayısız geleneksel ve kültürel varlıktan biri de 600 yıllık arşivlerimiz oldu.
Ne yazık ki bu ülkenin 600 yıllık geçmişini tarumar ettiği günlerde Osmanlı evrakına Bulgarlar, Ruslar, Fransızlar, Avusturyalılar sahip çıkmak için yarışıyorlardı. 1930'larda hurda kâğıt olarak Sirkeci'den vagonlara yüklenerek Bulgaristan'a, Rusya'ya gönderilen Osmanlı'nın arşiv vesikalarının bir kısmı da sonraki dönemlerde kâğıt yapılmak üzere kâğıt fabrikalarında yok edildi. Yüz binlerce evrakı çöpe ya da SEKA'ya giden arşivlerimizin kalan yüzde 25'i de bakımsızlıktan kullanılamaz hâle geldi. Tüm bunlara rağmen sadece elde kalan arşivlerin tasnifi için 70 yıllık çalışma gerekiyor.