Osmanlı'da görülen hastalıklar ve tedavi yöntemleri
Hastalıklar toplumların baş etmek zorunda olduğu büyük sorunlardan biridir. Özellikle de salgın hastalıklar beraberinde binlerce ölüm ve sakatlık getirirdi. Bu hastalıklardan Osmanlı da nasibini alarak veba, cüzzam, çiçek gibi ciddi hastalıklarla yüz yüze gelmişti. Bu dönemde görülen hastalıklar önemli seyyahların seyahatnamelerine de yansımıştı. Peki, Osmanlı'da bu hastalıklara karşı uygulanan tedavi yöntemleri nelerdi? Sizler için seyahatnamelerde görülen Osmanlı'daki hastalıklar ve tedavi yöntemlerini derledik.
Avrupalı seyyahlardan sadece Gerlach suçiçeğinden bahseder. İstanbul'da gut, felç, inme, cüzzam gibi hastalıkların olmasa da suçiçeği dikkat çeker. Fakat suçiçeği hastalığı tedavisinin zor oluşu, getirdiği ölümler ve dolayısıyla acılar bağlamında divan şiirine dahi konu oldu.
"Sanman çiçek çıkardı o destûr-ı kâm-kâr
Nahl-i vücûd-ı nâzüki oldı şükûfe-dâr"
TÜRKLERİN ASIRLAR ÖNCE GERÇEKLEŞTİRDİKLERİ ÇİÇEK AŞISI
Türkler, büyükbaş hayvanların memelerinden alınan inek çiçek hastalığı mikrobuyla aşılanan çocukların, çiçek hastalığına yakalanmadığını keşfetmişlerdi.
Bu tür aşılama ve çiçek aşısının diğer türleri, 1716 ve 1718 yılları arasında İstanbul'da görevli büyükelçinin ünlü kâtibesi ve eşi Lady Montagu tarafından İngiltere'ye götürüldü.
Lady Montagu, oğluna büyükelçilik cerrahı Charles Maitland tarafından aşı yapılmasına izin vermesi sonrasında Türklere ait aşılama yöntemlerine, özellikle de çiçek aşısına büyük ilgi duymaya başladı.
AŞI AVRUPA’YA NASIL ULAŞTI?
İstanbul'da bulunduğu süre içerisinde İngiltere'ye bir dizi mektup gönderen Lady Montagu, bu mektuplarda aşı işlemini ayrıntılı olarak açıkladı.
İngiltere'ye döndükten sonra da Türklere ait aşı geleneğini yayan Lady Montagu akrabalarının birçoğunu aşılattı.
Aşının uygulanması konusunda gerek müdahalenin her türlüsüne karşı çıkan kilise yetkililerinden, gerekse birçok hekimden şiddetli muhalefet gördü. Ancak pes etmemesi sonucunda aşı giderek yaygınlaştı ve büyük bir başarı elde edildi.
Eski tıp anlayışına göre insan vücudu kan, safra, balgam ve sevda olmak üzere dört sıvıdan oluşmaktadır. İnsanın sağlığı bu dört sıvının vücutta dengeli olmasına bağlıdır. Ahlât-ı fâside ise vücuttaki dört sıvıdan birinin bozulması yanı o sıvının diğerlerine galip gelmesi sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktı. Bu tür rahatsızlıkların tedavisi kolay değildi.
Evliya Çelebi Gebze'deki İçme ılıcasından bahsederken bu hastalıktan genişçe bahseder. Yazar, ahlât-ı fâside hastalığına tutulmuş olanların İçme suyundan üç gün üç güce içerek istifra edip vücutlarındaki sıvıları attıklarını belirtir.
Gut olarak da bilinen romatizmal bir hastalık olan nikris, böbreklerdeki bozukluktan veya kandaki ürik asit miktarının artmasından dolayı meydana gelir. Vücuttan atılamayan fazla miktardaki ürik asit başta eklemler olmak üzere deri altı ve böbreklerde birikerek iltihaplanmaya yol açar. Ayak başparmağı, ayak bileği ve diz eklemlerinde sıkça ortaya çıkan ve çok şiddetli bir ağrı ile kendini gösteren hastalık, nöbetler halinde gelir. Eklemlerde ağrı, şişlik ve kızarıklık yaptığı gibi eklemlerin hareketini de sınırlar. Romatizma hastalıkları içinde en ağrılı olanıdır. Osmanlı tıp literatüründe ayak ağrısı olarak da bilinir.