Anne Babalar Buraya

HAVADA DENİZ- HATAY'DA ZAMANDA YOLCULUK

"Şuplama"


"Şuppilima"


"Şuuupp..."

derken birden kapı aralandı. Aralıktan Derya'nın kocaman gözlerini gördüm.

"Noldu canım kardeşim, yine ne vardı?"

"Hiiiiiç. Sen kendi kendine ne konuşuyorsun ki öyle?"

"Kendi kendime konuşmuyorum kızım prova yapıyorum."

"Neyin provası?"

"Hatay gezisinin neyin olacak?"

Bir süredir Hatay'a gitmek için gün sayıyordum. Neden mi? Çünkü arkeolojiye merak sardım. Arkeoloji ne demek biliyor musun? Eskiden çoook eskiden yaşayan insanlar hakkında bilgi toplamak için onların eşyalarını inceleyen bilim dalı. Ben de eski Hitit Kralı'nın gizemini araştırıyorum bir süredir. Sürekli tekrar ettiğim de kralın adı. Öyle zor bir ismi var ki Hatay'a gittiğimde onu sorarken rezil olmamak için alıştırma yapıyordum. İsmi şu: Şuppiluliuma. (Bunu yazarken internetten yardım aldım ☹).

"Benim de sana bir sürprizim var abi. Hatay'a Zeybüş ve Ahmiş de gelecek."

"Neeee harika bi haber bu!" 😊

Zeybüş ve Ahmiş bizim kuzenlerimiz. İkisiyle Hatay'da efsaaaaane maceralar yaşayacağımıza eminim!

Gitmeden önce her zamanki gibi şehir hakkında bir sürü bilgi topladım. Tek bildiğim eski krallarının adı değil yani. Gerçi adını hâlâ tam olarak bildiğim söylenemez!

Hatay Akdeniz Bölgesi'nde, Akdeniz'e kıyısı olan bir yer. Yani Türkiye'nin teeee en güneyindeki yerlerden biri. Merkezi Antakya olduğu için Hataylılar genelde şehre Antakya dermiş. Bunu da Antakyalı arkadaşım Esma'dan öğrendim. (Şimdiden kültüre uyum sağladım, değil mi? ) Tarihte buradan o kadar çok krallıklar, devletler, milletler geçmiş ki şehrin her yeri kalıntılarla doluymuş. Yani burası dünyanın en eski yerleşimlerinden biri, inanabiliyor musun? Aklı almıyor insanın...

Geziye hepimiz tamamen hazır olduğumuzda yola çıktık. (Tamamen hazır olmak = Hitit Kralı Şuppiluliuma'nın adını tek seferde söyleyebilmek.) Şehre vardığımızda havanın İstanbul'dan daha sıcak olduğunu acı bir tecrübeyle fark ettim. O kadar kalın giyinmişim ki neredeyse nefessiz kalacaktım. Neyse ki annem yine derdime çeşitli çözümler buldu.

Otele eşyalarımızı yerleştirip hemen geziye başladık. Babamların ısrarı üzerine ilk durağımız dönerciydi. Karnımızı doyurduk ama hata etmişiz. Hatay'da karnımızı doyurmamamız gerekiyormuş çünkü babamlar ikinci durak için bu kez künefeciyi seçmişler.

Künefe Hatay'ın çok meşhur peynirli tatlısıymış. Ben daha önce bir kere yemiştim ama Yusuf Usta'nın künefesinden bir kez daha denedim. Yemekten patlayacağımız sırada babamlar insafa geldi ve Antakya sokaklarında yürümeye başladık. Ama gördükleri her kebapçının kapısında heyecanlandıklarını gördüm.

Zeybüş de benim gibi gelmeden bir sürü araştırma yapmış. Gezerken hepsini bize tek tek anlatıyordu. "Sen tur rehberi olsana yaa" dedim ama oralı olmadı. Hep birlikte Uzun Çarşı'ya daldık. Burası çoook eskiden beri var olan bir çarşıymış. İpek Yolu üzerinde olduğu için çok önemliymiş. Zeybüş'e İpek Yolu ne ki demeye korktuğum için "Aa evet İpek Yolu'nu ben de çok severim" dedim.

Ahmiş ve Derya çarşıda oradan oraya koşarken annemler de alışveriş yapıyordu. Biraz yorulunca Kurşunlu Han'da bir şeyler içtik. Oradan Habibi Neccar Camii'ne yürüdük. Burası ülkemizdeki ilk cami olarak kabul ediliyormuş. Habibi Neccar kıssası Kuran'da da Yasin Suresi'nde geçiyormuş. Buranın hikayesini de Zahide teyzemden dinledik. Burada yaşananların bu kadar eski olması hepimizi çok etkiledi. Portakal ağaçlı caminin avlusunda dinlendik. Hepimizin olduğu güzel fotoğraflar çektik.

Uzun zamandır boğazımızdan bir şeyler geçmemiş gibi babam: "Bir şeyler mi yesek ki?" dedi. Bütün yetişkinler ona katılınca biz de uymak zorunda kaldık. Çok ünlü bir humusçu varmış. "İyi ama humus ne ki?" dedim. Nohuttan yapılan bir mezeymiş de daha önce yemişim de bir sürü şey anlattılar. Mecburen tadına baktım ve bayıldımmm. İyi ki gelmişiz.

Humusçudan çıkıp kebapçıya gittik. Şaka gibi ama değil. Pöç Kasabı diye bir yer varmış orada tepsi kebabı yedik ve hepimiz çok sevdik. Petek Pastanesi'nde akşamı geçirip otelimize döndük.

Ertesi gün durağımız direkt Hatay Arkeoloji Müzesi'ydi. Çok heyecanlıydım çünkü sonunda kralım Şuppiluliuma'yı görecektim. Hatay Arkeoloji Müzesi çooook büyük olduğu için günün yarısını oraya ayırdık. Gezi boyunca bir şey yiyemeyecekleri için babamların gözü yaşlıydı.


Kocaman mozaikler, lahitler, eski heykelleriyle çok güzeldi. En önemli eserlerden birisi Şuppiluliuma'ymış. Şimdilerde eşini de çıkarmışlar ve yakında yanına koyacaklarmış. Onu da getirdikleri zaman yeniden gelmek için sözleştik.

Hatay Arkeoloji Müzesi'nden sonra bir süre önce gün yüzüne çıkan Necmi Asfuroğlu Arkeoloji müzesine gittik. Müzenin üstünde bir otel var. Otel inşaatının kazıları sırada buradaki arkeolojik kalıntılar ortaya çıkmış. Sonra da burası müze olarak korunmaya alınmış. Müzenin üstünde otelin olması çok ilginçti. Odalar yıllar yıllaaar öncesinden sapasağlam duran mozaiklere bakıyordu. "Buradaki kalıntılar tek bir döneme ait değilmiş" dedi Zeybüş. Hepimiz şaşkınlıkla hepsini inceledik.

Herkes tekrar acıktı. İlk kez acıkma konusunda hepimiz zamanlamayı tutturmuştuk. Önce Hatay'ın nefis kebaplarından yedik ve sonra son kez künefeleri midemize indirdik. Hepsi harikaydı. Kendime küçük arkeologlar için yapılan kazı setlerinden aldım. Hem de kendi harçlıklarımla! Setin içinde Şuppiluliuma'nın olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Sevgili kralımı odamın en güzel yerine koyacağım...

🖊 Nilüfer Taktak

🎨 Feyza Eryüksel Koyunoğlu