Teslimiyet, Tevekkül ve Rıza
'Allah katında din İslam'dır.' (Al-i İmran, 19).
Her iki kısmı da anlaşılması dikkat gerektiren bir ayet-i kerimedir bu! Önce 'Allah'ın katı' diye çevrilen 'indellah' tabirine dikkatle bakmak, muhayyilenin zihne getirdiği yanılsamalardan uzaklaşarak işin gerçeğine doğru yol yürümek lazımdır. Kuran-ı Kerim'de bu anlama gelen çeşitli tabirler vardır: Allah'tan veya O'nun ledünnünden gibi tabirler genellikle bu anlamda yorumlanır. Kast edilen Allah'a göre, Allah için veya Allah'tan gelen bilgiye göre olabilir. Bu durumda Allah katında demek, Allah'ın makbul sayacağı demek olabileceği gibi Allah katından gelen ve insanlara tebliğ edilen de olabilir. Bu anlam doğru ise 'Allah katında' demek, Allah'tan gelen ve insanların kendisiyle yükümlü kılındığı din İslam'dır demektir veya Allah'ın insanlardan kabul edebileceği dindarlık İslam'dır gibi yorumlanabilir.
Ayet-i kerime basit bir şekilde okunduğunda, İslam ile birlikte Hristiyanlık ve Yahudilik gibi kitabi kabul edilen dinlerin geçerliliğini yitirdiğini düşünerek geçerli yegane dinin İslam olduğunu anlayabiliriz. İslam ile öteki dinler karşılaştırıldığında 'Allah katında İslam'dır' demek Hz. Peygamber'e (SAV) gelen vahyin ardından önceki dinlerin 'mensuh' olduğu, bütün insanlar için yükümlülüğü teşkil eden tek dinin İslam olacağı anlaşılır. Öteki dinler ya İslam tarafından içerilmiş olmak veya İslam'ın onları belirli yönlerden onaylaması şartıyla geçerlilik taşıyabilecek dinlerdir artık. İslam'ın yayılma sürecinde karşılaşılan ciddi meselelerinden birisi Hristiyanlık ve Yahudilik ile ilişkilerdi. Acaba İslam öteki dinlerle nasıl bir ilişki kuracaktı? Birçok Batılı İslam araştırmacısı İslam'ın öteki dinlerle ilişkisinde çelişkiler ve tutarsızlıklar bulunduğunu düşünür, İslam'ın zayıf ve güçlülük dönemlerinde tutumun bariz bir şekilde değişiklik arz ettiğini iddia etmişlerdir. Böyle iddiaların cevaplandırılması mümkün olsa bile, İslam'ın birçok noktada öteki dinlere değer verdiğini, insanların tarihsel olarak tevarüs ettikleri değerleri korumak istediğini hatırda tutmalıyız. Binaenaleyh İslam'ın öteki dinlere bakışı ile öteki dinlerin İslam'a bakışı bir ve eşit değildi ki sorun tam olarak da buradan kaynaklanmıştı. İslam -sanki Yusuf ile kendisini kuyuya atan kardeşleri örneğindeki gibi- öteki dinlerce 'kuyuya atılmak' istendiği vakte kadar ılımlı tavrını korumuş, öteki dinlerle bir ünsiyet ortaya koymak istemiş, Allah'a iman, ahiret hayatı ve iyi ahlak ekseninde bir ilişki zemini tesis etmek istemiştir. Belki günümüzde de Müslüman toplumun öteki kültür ve toplumları da kapsayacak şekilde, hareket tarzı aynı ilkelerce belirlenecektir. Lakin İslam atılmak istendiği kuyudan çıktığında ise öteki dinlerle ilişkisini 'evrensellik' üzerinden tesis etmiş, Yusuf'un kardeşleriyle ayrışması gibi onlardan ayrışmış, onlara belirli ölçülerde hoşgörü ile yaklaşmış olsa bile, kurtuluşun istikametini göstermiştir. Evrensellik son peygamber ile birlikte bütün dinlerin -nehirlerin bir denize kavuşması gibi- İslam ile birlikte yeniden tanımlanmasını, son peygamberin getirdiği din ile onların neshini iktiza ediyordu. Bu yönüyle birçok Müslüman için söz konusu ayet-i kerime 'artık din İslam'dır' şeklinde öteki dinleri geçersiz kılan bir anlam taşır.
Ayet-i kerimeye başka bir anlam daha vermek mümkündür ki bu anlam ayet-i kerimenin ruhuna daha yakın görünüyor. O da ayet-i kerimedeki 'İslam'a' din adı olarak değil, kelimenin sözlük anlamından hareketle teslimiyet anlamı vermektir. 'Allah katında din İslam'dır' demek, Allah'ın insanları yükümlü kıldığı dindarlık Allah'a teslimiyettir demektir. Böyle bir yorumla birlikte din gerçek anlamını bir üst varlıkta ve O'nun iradesine teslimiyette bularak öteki bütün konular teslimiyetin tecelli ettiği ikincil meseleler haline gelir. Dindarlık gerçekte Allah'a teslimiyettir; dinin öteki bütün anlamları bu teslimiyet anlamından çıkar veya ona varır.
Teslimiyet muhakkik düşünürlerde nefs terbiyesinin ve ahlakın amacını teşkil eder. Haddi zatında dindarlık, işin başında sözle ve taklitle/zan başlayan bir halin gerçek anlamına ulaşmasıyla kemaline varır. Bu süreci sistematik bir şekilde yorumlayan tasavvuf kişinin başta dil ve toplumsal alışkanlıkların belirlediği koşullanmaları aşarak hakiki bir teslimiyete ulaşmak için takip etmesi gereken yol ve yöntemi anlatır. Sufiler bu teslimiyeti birçok başka ayet ile tefsir ve tahkim ederek insan ile Allah arasındaki ilişkiyi ikisi bakımdan ayrı kavramlarla anlatmışlardır. Bu ilişki hiç kuşkusuz Tanrı bakımından 'insanın varlığıyla amaçlanan' gayenin gerçekleşmesi iken (bilinmek) insan bakımından ise onun varlığının ikmal edilmesi demektir. Ayet-i kerimede 'Dikkat edin gönüller ancak Allah ile mutmain olur' denilir. Bu ayet-i kerime ile teslimiyet ilişkisini kurduğumuzda 'Allah katında din İslam'dır' ifadesinin anlamına biraz daha yaklaşmış oluruz. Allah katında dinin gerçek anlamı teslimiyettir ve insan gönlü böyle bir teslimiyet ile itminana ve gerçek imana erer. Bu durumda teslimiyet insan için bir zaruret olduğu gibi insanın varlıktaki yerini ve anlamını gösteren bir ilişkiyi de anlatır. İnsan Tanrı'nın civarına mukim bir varlık olmakla gerçek anlamını bulacak, bunun dışındaki her yerde ve durumda anlamını yitirecek olan varlıktır; nefse zulmetmek başka bir yer aramak demektir. Binaenaleyh teslimiyetin dışında insan her ne ararsa arasın neticede boşlukta kalacak, mutmain olmayacak, peşinden koştuğu şeye en sonunda tereddütle bakacak ve vaz geçecektir.
Teslimiyet bir mümin için iki başka kavramı daha ortaya çıkartır: Tevekkül ve rıza. Tevekkül teslimiyetin gönüllülükle ulaşılan ahlaka dönüşmesiyle insanın Allah'ı vekil edinebilme cesaretini göstermesidir. Rıza ise bütün bu süreçte Allah ile karşılaşmadan, O'nu bilerek yaşamaktan ve O'nun sunduğu her şeyi 'ikram' sayarak 'razı olmak' demektir. Muhakkik sufiler için rıza yaşarken ulaşılan bir ahlaktır. Onlar 'Allah rızası için' dediklerinde, hayata ve var oluşa şahitlik etmek üzere 'razıyız' derler.
Ekrem Demirli