Musul sonrası Irak ve yeni çatışma dinamikleri
Irak’ın zaten kırılgan olan toplumsal yapısı büyük ölçüde tahribata uğradı. Siyasal düzlemde temsil sorunu daha da ağırlaştı. Üç yılın ardından bu örgütün yarattığı büyük tehdidin ortadan kalkması, Irak için yeni bir başlangıç anlamına da gelmiyor
DEAŞ'ın Musul'dan çıkarılması, Irak'ın büyük bir kısmında yeni bir "zafer" havası doğurdu. Aslında bir yanıyla bakıldığında hem Bağdat hem de Erbil derin bir nefes aldı.
Üç yıl öncesinde siyasi bir mağlubiyetin ötesinde varoluşssal bir tehdit altına girmişlerdi. DEAŞ'ın Haziran 2014'te Bağdat kapılarına dayandığı günlerde panik halinde ve ne yapacağını bilemeyen bir Irak devleti vardı. Kısa bir süre sonra ise Erbil kapılarına dayandığında 10 yıldır inşa edilen ve güvenli olduğu düşünülen federal bölgede insanlar sınıra doğru kaçmaya başlamıştı. Artık DEAŞ bu gücünden çok uzak. Fakat üç yılın ardından bu örgütün yarattığı büyük tehdidin ortadan kalkmasının Irak için yeni bir başlangıç anlamına geleceğini söylemek de zor.
DEAŞ'ın büyük bir şiddet dalgası ve güvenlik sorunu yarattığı doğru. Fakat son üç yılda yaşananlar sadece güvenlik perspektifinden ele alınamaz. Irak milyarlarca dolarlık zarara uğradı. Ülkenin zaten kırılgan olan toplumsal yapısı büyük ölçüde tahribata uğradı. Siyasal düzlemde temsil sorunu daha da ağırlaştı. Merkezi hükümet ile Kuzey Irak'taki federal bölge ilişkilerinde yeni sorunlar ortaya çıktı. Dış güçlerin Irak siyaseti üzerindeki nüfuzu daha da arttı. Ve son olarak, Irak'ta siyaset yapmanın doğası tamamen değişti. DEAŞ'ın son üç yıllık süre zarfında Irak üzerindeki yıkıcı etkileri şu başlıklar altında toplanabilir:
GÜVENLİK KRİZİ EKONOMİYE AĞIR DARBE VURDU
Ekonomik sorunlar: DEAŞ'ın çıkarıldığı şehirlerin neredeyse hepsi yerle bir oldu. Birkaç küçük yerleşim birimi hariç, örgütün kontrol ettiği yerlerin çoğu, ağır bir bombardıman ve şehir savaşları sonucunda ele geçirildi. Musul'dan gelen görüntüler, Irak'ın ikinci büyük kentinin tam bir harabeye dönüştüğünü gösteriyor. Daha önce Anbar'ın büyük kesiminde, Tikrit'te, Diyala'da örgütün kontrol ettiği alanlar yeniden Irak hükümetinin denetimine geçmişti. Bu bölgelerde tahrip edilen altyapı bazı yerlerde üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala onarılamadı. Altyapı hizmetlerinin zaten sorunlu olduğu Irak'ta ekonomik öncelikler hala savaşın yürütülmesine yönelik. Bu nedenle petrol zengini Irak'ta yatırım yapılamıyor. Üstelik ülkedeki siyasal istikrarsızlık ve güvenlik sorunları ekonomik sorunları gölgeliyor.
Bunun da ötesinde DEAŞ'ın kontrol ettiği yerlerde petrol üretimi yapılamaması Irak hükümetinin gelirleri üzerinde olumsuz etki yarattı. DEAŞ Irak'ın en büyük petrol üretim sahalarını ele geçiremese de ülkenin orta ve kuzey kısımlarındaki rafinerilerini kontrolü altına aldı. Ülkenin en önemli rafinerisi olan Beyci uzun süre örgütün denetiminde kaldı ve bölgede hala çatışmalar yaşanıyor. Öte yandan petrol fiyatlarındaki düşüş petrol gelirlerine aşırı bağımlı durumdaki Irak ekonomisinin toparlanmasının önündeki diğer bir engel. Fakat en önemlisi, işgalden sonra Irak ekonomisinin kronik sorunu haline gelen yolsuzluk, DEAŞ'la mücadele dönemindeki siyasal istikrarsızlık nedeniyle daha da ağırlaştı.
Bugünlerde pek konuşulmuyor fakat güvenlik güçlerindeki çöküş sadece DEAŞ'la bağlantılı değildi. Çıkar amaçlı suç örgütleri ülkenin güney ve orta kesimlerinde son derece güçlenmiş durumda. Tüm önceliğin doğal olarak DEAŞ'la mücadeleye verildiği bir durumda, güvenliğin sadece askeri değil asayiş anlamında da yeniden inşa edilmesi kolay bir süreç değil.
Ancak tablonun iyimser yönleri de yok değil. Petrol üretimi artıyor. Ülkede yaşanan tüm krizlere rağmen, Irak hükümeti maaşları ödemeyi hiç durdurmadı. Ailelere yapılan yardımlar devam etti. Bu, Irak halkı için makro ekonomik dengeler ve ekonominin uzun vadede çözülmesi gereken yapısal sorunlarından daha önemli. Bu nedenle Irak Başbakanı Haydar İbadi'nin bu konuda iyi bir sınav verdiğini düşünenlerin sayısı da az değil.
GELENEKSEL AŞİRET DÜZENİ YIKILDI
Toplumsal sorunlar: Iraklılık kimliği, işgalden sonra büyük bir darbe almıştı. Ülkenin etnik ve mezhepsel yönelimler temelinde yeniden bir kimlik tartışmasına girdiğini kimse inkar etmiyordu. Iraklılık sözde bir kimlik çatısına dönüşmüş, Araplık, Kürtlük, Türkmenlik ya da Şiilik-Sünnilik ön plana çıkmıştı. DEAŞ bu bölünmeleri daha da derinleştirdi.
Bugün yüzbinlerce Sünni Arap ülke içinde yer değiştirdi ve binlerce insan kamplarda yaşıyor. Üç yıl önce DEAŞ'ın "Sünni Arapların" savunuculuğunu üstlendiği iddia ediliyordu. Örgütün Sünni Arapların temsilcisi olarak lanse edilmesi, muhtemelen Irak'ta 2003'ten beri Sünni Arapların başına gelen en kötü şey oldu. Kırsal kesimdeki aşiret düzeni büyük darbe aldı. Şehirlerdeki büyük ailelerin liderleri ise ya DEAŞ'a katıldı ya da herkesten önce DEAŞ'tan kaçtı. Anbar'ın bazı bölgeleri ile Selahaddin'deki bazı Arap aşiretleri eski düzenlerini korumayı başarsalar dahi bu örnekler çok sınırlı. En önemlisi geleneksel düzenin yıkılması değil, bunun yerine sağlıklı bir yeni yapının ortaya çıkmaması.
Irak'ta son üç yılda büyük bir hızla gelişen olaylar dizisinin yeni radikalleşme süreçlerine zemin hazırlaması muhtemel görünüyor. İşsizliğin kol gezdiği, eğitimin yok seviyesine indiği, toplumun güvenlik sigortaları olan geleneksel ilişkilerin alt üst olduğu, kamusal siyasetin kapsayıcı bir kimlik yaratamadığı bir ortamda Sünni Arapların toplumsal olarak büyük bir boşluğa düşmemesi neredeyse imkansız.
ETNİK VE MEZHEP TEMELLİ GERİLİMLER
Üstelik her ne kadar Irak hükümetine yakın yayın organları Musul ve diğer yerlerde halkın Irak ordusuna güvendiğini ispat etme yarışına girmiş olsa da bağımsız gözlemciler ve sosyal medyadaki görüntüler durumun pek de bu şekilde olmadığını gösteriyor. Musul'da yapılan yargısız infazlar, şehirden çıkarılan sivillere yönelik kötü muamele, genç erkeklerin yarı çıplak sorgulanmaları, gözaltındaki kayıplar, intikam sözleri içeren duvar yazıları ve yaşanan olayları bir çeşit intikam olarak niteleyen sosyal medya hesapları Sünni Arapların toplumsal hafızasında yeni yaralar açıyor. DEAŞ'ın yaptığı barbarca eylemlerden sivil halkın sorumlu tutulmadığı söylense de özellikle belli yaş grubundaki insanlara "olağan şüpheli"ler olarak davranıldığı görülüyor. ABD'nin işgal sürecinde Ebu Gureyb'de ya da diğer yerlerde yaptığı insanlık dışı muamelelerin görüntüleri hala akıldayken ve bu görüntülerin pek çok kişinin radikalleşmesine neden olduğu bilinirken benzer olayların tekrarlanması toplumsal barış açısından oldukça karamsar bir tablo çiziyor.
Şii Araplar için de durum pek parlak değil. Geçen süre zarfında Şii Araplarda gerek Sünni Araplara gerekse Kürtlere karşı derin bir güvensizlik oluştu. Devletten beklediği korumayı göremeyen halk üzerinde dini liderlerin etkisi daha da arttı. Şii dini liderlerin bir kısmının toparlayıcı, gerginliği azaltıcı ve kapsayıcı özellikleri var. Ancak, Irak'ta dini semboller sadece inanç alanıyla sınırlı kalmıyor. Siyasetin de ötesinde savaş sahasına hakim olmaya başladı. Milis gruplarının yanı sıra ordunun içindeki grupların açıkça dini sembolleri savaş sahasına taşıması toplumsal sorunların çok daha yoğunlaşacağının işareti olarak görülmeli.
Bunların yanı sıra Kürtler, Irak'ın geri kalanından duygusal olarak büyük bir kopuş yaşadı. İşgalden sonra başlayan bu kopuş, DEAŞ'ın işgaliyle birlikte tamamlandı. Artık Iraklılık kimliğinin Kürtlerin büyük bir kısmı üzerinde hiçbir anlamı yok. Coğrafi olarak Irak ülkesinde yaşıyor olabilirler, siyasi ve stratejik gerekçelerle Irak devletinin parçası olmaya da devam edebilirler, fakat kimlik anlamında bakıldığında çoğu Kürt için Iraklılık artık bağlayıcı bir unsur değil.
Türkmenlerin durumu ise en kötüsü; aralarına daha önce hiç olmadığı kadar mezhepsel sorunlar taşındı. Geçmişte Türkmen coğrafyasının sadece bir kısmıyla sınırlı kalan mezhep sorunu bugün çok daha geniş alanlara yayıldı.
SİLAHLARIN GÖLGESİNDE SİYASET
Irak'ta işgal sonrası siyaset, silahların gölgesinde şekilleniyordu. Fakat DEAŞ'tan sonra siyasetin en önemli boyutu silahlı güç haline geldi. Bugün Bağdat'taki güç dengesinin DEAŞ'ı ülkenin değişik bölgelerinden çıkartan milis teşkilatlarının etkisinden bağımsız olduğu söylenemez. Tersine, 2018'de yapılacak genel seçimlerin (eğer yapılabilirse) milis gruplarının pratikteki güçlerinin parlamentoya yansıtılması çabasına dönüşeceği açık.
Pek çok analizci, ülkeyi teröristlerden kurtaran ve ayakta tutan siyasi lider olarak resmedilen Haydar İbadi'nin bu süreçten en güçlü politikacı olarak çıktığını ifade ediyor. Fakat hiç kimse İbadi döneminde ordu ve polisin ya da hükümet yanlısı milis grupların işledikleri suçlardan dolayı yargılanıp mahkum edildiğine şahit olmadı. İbadi, aşırı güç kullanımına karşı hükümete yardım eden güçleri uyarsa da bu gruplar üzerinde hiçbir hakimiyeti yok. Basit bir soru soralım: Bugün Irak Savunma Bakanlığı'na bağlı Haşdi Şabi güçlerinin içindeki gruplar kendi komutanlarını mı yoksa Başbakan İbadi'nin sözlerini mi dinler? Irak Başbakanı'nın vereceği emirler mi yoksa Hadi Amiri veya Ebu Mehdi el-Muhendis'in talimatları mı Haşdi Şabi için daha önemlidir? Irak'ın her yanından insanları barındıran ve eleman toplama sürecini maddi ve manevi bağlarla güçlendiren milis teşkilatların, yerel ve genel seçimler geldiğinde kenara çekileceği ve bazı adayları destekleyip diğerlerini engellemeyeceğini düşünüyorsak, Irak hakkında hiçbir şey bilmiyoruz demektir.
Ülkenin bir kısım toprağını DEAŞ'tan kurtaran ve bunu gerçek bir zafer olarak niteleyen Şii grupların çoğu, aynı şekilde Musul'un kuzeyinde, Diyala'da, Selahaddin'in kuzeyinde ve Kerkük'te IKBY'nin varlığını meşru olarak görmüyor. Bu nedenle siyasetin işbirliği üretmesini beklemek fazla iyimser bir tavır gibi görünüyor.
Üstelik Sünni Araplar arasında siyasal temsilin kim tarafından sağlanacağı belli değil. Eski liderlerin çoğunun seçilme şansı yok. Ayrıca seçimlerde aday olanların can güvenliğinin sağlanabileceği de kesin değil. Dahası, Musul, Kerkük ve Diyala gibi vilayetlerin sınırları fiili olarak değişti. Nerede nasıl seçim yapılabileceği dahi belirsiz. Musul halkı, şehri doğru dürüst savunmadan çekilen ve kurtarılması sırasında ortada görünmeyen eski valiyi nasıl hatırlayacaktır? Ya da çeşitli bölgelerin DEAŞ'tan kurtarılması sırasında hükümetle işbirliği yapan Sünni Arap aşiretleri, başka bölgelere göçen ya da kritik üyeleri DEAŞ'la işbirliği yapan diğer Sünni Arap aşiretlerine karşı nasıl bir tavır alacaktır? Yani, Irak'ta siyaset etnik ya da mezhepsel gruplar arasında sadece karşılıklı bölünmüş durumda değil. Aynı zamanda her biri kendi içlerinde bölünmüş haldeler.
Kürtlerin perspektifinden seçim farklı anlamlar ifade ediyor. Bağımsızlık referandumunun 2018 ya da 2019'a kadar yeni bir siyasal oldu bitti yaratması olasılığı var. IKBY, bağımsızlığı ilan edemese bile Mesut Barzani'nin KDP'si seçimlere katılma konusunda pek de istekli değil. Aynı durum Süleymaniye merkezli siyasal partilerde görülmese de işgal sonrası Irak'taki dengenin en hassas boyutu olarak görülen Erbil-Bağdat dengesi bozulmak üzere. Buna Bağdat'taki iç dengelerin sadece Sünni-Şii ekseninde değil Şiiler arasındaki güç mücadelesi bağlamında bozulması da eklendiğinde siyasal sorunların daha da ağırlaşması beklenmeli.
OLASI ÇATIŞMA ALANLARI VE BÖLGELERİ:
Irak yeni döneme pek çok sorunla birlikte giriyor. Bu durumun ülkede bir anda tam bir çöküş ve bütünüyle bir çatışma durumuna yol açması beklenmemeli. Fakat ağır ekonomik sorunlar, yıkılan devlet otoritesinin ve kamu düzeninin sadece güvenlik güçlerinin baskısıyla (o da kısmen) tesis edilebilmesi, Irak'ta Şiilerin ve Kürtlerin DEAŞ sonrası döneme ait planlama ve beklentilerindeki ortak noktaların az olması ve ülkeye akan korkunç miktardaki silah ve mühimmat karamsarlık yaratıyor. Tüm bunlar, Irak'ın yaklaşan seçimler ve Bağdat-Erbil arasındaki güç mücadelesi dikkate alındığında 2017 sonu 2018 başlarından itibaren yavaş ancak sinsice yoğunlaşan yeni çatışma dinamiklerine sahip olacağını gösteriyor. Bu çatışma dinamikleri temelde üç düzlemde toparlanabilir:
Bağdat-Erbil arasında bağımsızlık ilanı ve çatışmalarla sonuçlanabilecek toprak, yetki ve kaynak anlaşmazlığı,
DEAŞ'ın yeni dönem stratejisi çerçevesinde geçmişte "Ölüm Üçgeni" adı verilen bölgelerde yoğunlaşmak üzere Irak güvenlik güçlerine karşı DEAŞ ve benzeri örgütler tarafından yürütülecek terör eylemleri,
DEAŞ sonrası dönemde önce Bağdat ve güneyinde daha sonra da ülkenin kuzeyinde kalan bölgelerde Şii gruplar arasında yaşanabilecek silahlı çatışma ya da bu gruplar arasında siyasi güç mücadelesi olarak somutlaşabilecek iktidar kavgası.
Bu üç temelde çatışma/terör ya da daha genel bir tabirle politik şiddetin tırmanabileceği bölgeler ise şöyle sıralanabilir:
1. Sincar'dan başlayıp, Telafer'in kuzeyi, Musul'un kuzeyi ve doğusu, Kerkük'ün batı, merkez ve doğusunda kalan alanları, ayrıca Tuzhurmatu'ndan Hanekin'e kadar uzanan coğrafya. (Merkezi hükümet ile IKBY arasında)
2. Anbar'da Hit, Felluce ve şehrin Suriye sınırına yakın bölgeleri; Bağdat'ın kuzeyinden Musul'a doğru giden yol üzerinde Duhuliye'den başlamak üzere Samarra, Beyci, Şırgat gibi önemli merkezler; Bağdat'ın güneyi ile Babil arasında Yusufiye-İskenderiye-Mahmudiye hattı; yine Bağdat'tan kuzeye ve doğuya doğru Tarimiye'den başlamak üzere Bakuba'dan Celevle'ye giden yol ve İran sınırına doğru olan bölge. (DEAŞ'ın geri kalanı ile çoğunlukla Irak ordusu ve hükümet güçleri arasında)
3. Bağdat ve Basra gibi şehir merkezleri. (Şii Araplar arasındaki güç mücadelesi)
Belki de Irak'ta bu senaryonun daha önce de yaşandığı ve dolayısıyla bu tür olayların ülke üzerinde çok yıkıcı bir etki yaratmayacağı düşünülebilir. Fakat her bir çatışma ülkeyi daha çok yıpratıyor. DEAŞ'tan sonra bu gelişmelerin hepsi aynı zamanda yaşanmayabilir. Ancak sadece birisi bile bir ülkeyi büyük bir krize sürükleyebilecek bu sorunlara karşı Irak'ın ne kadar dayanabileceği tartışmalıdır.
ANALİZ/ Doç. Dr. Serhat ERKMEN