Türkiye-ABD ilişkilerinin tarihi derinliği ve geleceği
Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihi, ABD’nin bağımsızlığına kavuşmasının ardından Akdeniz’de varlık göstermek adına Cezayir, Tunus ve Libya ile 18’inci yüzyılın sonunda yaptığı anlaşmalara kadar uzanır. Resmi temasların başlamasında, 19. yüzyılın hemen başında ABD harp gemisi George Washington’ın İstanbul ziyareti de önem taşır.
ABD ile Osmanlı devletinin ilişkilerinin gelişmesinin ve bir anlaşma temelinde sağlamlaştırılmasının sebeplerinden en önemlisi, dönemin başat güçleri İngiltere, Fransa ve Rusya'nın Osmanlı topraklarına doğrudan ve dolaylı tecavüzleri oldu. Bu çerçevede Fransa'nın 19. yüzyılın başında Mısır'a saldırması, 1827'de Navarin'de Osmanlı donanmasının yakılması, Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanması ve başka benzer faaliyetler sıralanabilir. Bunların dışında, Osmanlı devletinin hem kendilerine karşı sınırlarını korumaya çalıştığı hem de çeşitli alanlarda işbirliği yaptığı İngiltere ve Fransa'yla olan ilişkileri kendi aleyhinde ilerliyordu. Teknolojik işbirliği sadece İngiltere ve Fransa'dan Osmanlı'ya eğitim ve teknoloji ihracatı şeklinde gerçekleşiyordu. Dolayısıyla Osmanlı devleti Fransa ve İngiltere için bir pazardan ötesini ifade etmiyordu.
BÖLGE DIŞI BİR ÜLKE İLE İTTİFAK ARAYIŞI
Gerek kendi döneminde gerekse kendi döneminden de önce devletinin aleyhindeki bu durumun farkında olan Sultan II. Mahmud, dönemin müesses nizamının temsilcileri olan İngiltere ve Fransa'ya karşı hem bir denge unsuru olarak hem de teknolojik gelişmeyi temin maksadıyla 7 Mayıs 1830 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri ile bir anlaşma gerçekleştirdi: "Türk Amerikan Dostluk, Ticaret ve Seyr-i Sefâin Antlaşması." İşte ABD ile Türkiye arasındaki resmi ilişkilerin dayandığı anlaşma budur. Bu bir yönüyle milletlerarası güç mücadelesinde Osmanlı devletinin dengeleri değiştirmek adına bölge dışı bir ülke ile ittifak arayışıdır.
1830 tarihinde ABD ile Osmanlı arasında yapılan antlaşma ile iki ülke arasında gemi inşasına dair bir işbirliği başladı. Bunun neticesi olarak 1832'den itibaren, sırasıyla önce mühendis Eckford, sonra mühendis Rhodes, II. Mahmud tarafından Aynalıkavak'ta kendilerine tahsis edilen tersanede birçok gemi inşa ettiler, Osmanlı devletine teknoloji aktardılar. Türkiye'de inşa edilen ilk stimli gemi Aynalıkavak'ta Amerikalı gemi inşa mühendisi John Reeves gözetiminde 1837'de yapıldı ve "Eser-i Hayr" ismi verildi. Ayrıca bu işbirliği sayesinde, döneminin en büyük gemilerinden biri olan Mahmudiye kalyonu da İstanbul'da inşa edildi. Bu mühendislerin başarılı olmasında II. Mahmud'un ve onun Kaptanpaşası Çengeloğlu Tahir Paşa'nın rolü büyük oldu. Nitekim II. Mahmud'un son döneminde ve özellikle Mustafa Reşit Paşa'nın yükselişiyle önce ABD'lilerin etkisi ve rolü azaldı, bilahare İngiltere'den hazır yapılmış gemi alma dönemi başladı.
ABD ile Osmanlı devleti arasında 1830'larda hızla gelişen ve önemli sonuçlar vermesine rağmen kısa sürede sona eren işbirliği dönemi, daha sonra 93 Harbi öncesi, özellikle tüfek alımı alanında devam etti ve sonra aşağı yukarı II. Dünya Savaşı sonrasına kadar pek doğrudan ve derinliğine gelişmedi. 1870'lerde ABD ile Osmanlı devletinin ilişkilerinin merkezinde Winchester marka tüfekler vardı. Teknolojik açıdan gelişkin bu silahlar Osmanlı ordusuna büyük katkı sağladı.
II. Dünya Savaşı sonrası oluşan iki kutuplu dünyada, Türkiye ABD'nin yanında yer alarak komünist dünyaya karşı Batı demokrasileriyle birlikte hareket etti; silahlı kuvvetlerini ve yönetimini onların standartlarında geliştirmeye gayret etti. Türkiye Cumhuriyeti devletinin komşularıyla ilişkilerini dahi Batı ile olan ilişkileri belirledi.
TÜRKİYE SABIRLA İLİŞKİLERİNİ SÜRDÜRMEYE DEVAM ETTİ
II. Dünya Savaşı sonrası süreçte Türkiye'de birçok kez toplumsal olaylar baş gösterdi, hükümet darbeleri söz konusu oldu. Bütün bunların gerçekleşmesine sebep olarak birçok kanıt (özellikle ABD başta olmak üzere) Türkiye'nin Batılı "müttefiklerini" gösterdiği halde, Türkiye sabırla Batı ile ilişkilerini işbirliği temelinde sürdürmeye devam etti. Türkiye dahil olduğu bütün Batı merkezli bölgesel ve küresel organizasyonlarda, güvenliğine ve refahına dair kaygılarını Batılı "dostları" ile sabırla paylaştı. Burada ilginç olan durum, ABD yönetimi, sivil toplum kuruluşları ve sermayesinin izine rastlanan birçok şaibeli hadisede ne ABD yönetimi ve onun istihbarat yapılanmaları ne de ABD sivil toplum kuruluşları ve sermayesi bu şaibeli hadiselerde isimlerinin geçmesinden dolayı bir rahatsızlık duymadılar. Üstelik alttan altta isimlerinin Demokles'in kılıcı gibi Türkiye karşıtı faaliyetlerle anılmasını teşvik ettiler.
11 Eylül hadiseleri birçok şeyi peşinden getirdi. Afganistan'ın işgali, sonra Irak, sonra renkli devrimler, Suriye, Filistin ve bölgemizle ya da Türkiye ile bazen doğrudan bazen dolaylı ilgili hadiseler, Türk-Amerikan ilişkilerinin gerilimini arttırdı. Bunun neticesi olarak Türk devlet mekanizmasında ve halkında ABD'ye karşı bir güven zedelenmesi ortaya çıktı.
TÜRKİYE ŞİMDİ ABD'NİN KARARINI BEKLİYOR
İki ülke arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan bu güvensizlik durumunda Türk devletinin ve toplumunun rolü bulunmamaktadır. Aksine Türk devleti, toplumu ve sivil toplum kuruluşları ABD'nin Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini ve demeçlerini senelerce görmezden gelmeye gayret etti. Türkiye sınırları içinde ve dışında meydana gelen terör olayları (bu kapsamda önce Ermeni terörü, bilahare PKK, El-Kaide, DEAŞ ve en son FETÖ ve benzeri yapılar), teröristlerin cesaretlendirilmesi, kollanması, desteklenmesi, teçhiz edilmesi, finansal kolaylıklar sağlanması, Türkiye'ye karşı ambargo uygulanması, iktisadi konularda çeşitli örgütler ve şirketler vasıtasıyla Türkiye'ye zorluklar çıkarılması, siyasi alanda Türkiye karşıtı faaliyetlere göz yumulması veya destek verilmesi, ABD'nin yarım yüzyılı aşan "müttefiklik" hikâyesinin ayrıntılarını oluşturmaktadır.
Son dönemde Türkiye görüşlerini çok net ve ayrıntılı olarak ABD ile paylaşmakta ve dış politikasında kendisine karşı yapılan manevraları kabul etmeyeceğini açık olarak göstermiş durumdadır. Türkiye şimdi ABD'nin kararını bekliyor. Ya 1830 "Türk Amerikan Dostluk, Ticaret ve Seyr-i Sefâin Antlaşması" temelinde başlayan iki taraflı işbirliği dostluğa dayalı bir zemine oturulacak ya da iki devlet arasındaki güvensizlik artmaya devam edecektir.
[Uluslararası güvenlik stratejileri uzmanı Dr. Fatih Erbaş 1986-2014 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve NATO Güney Kanadı Komutanlığı'nda farklı birlik ve karargah görevlerinde bulundu; Harp Akademileri Komutanlığı ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nde öğretim üyeliği yaptı]