Bosna’da yalnız bir adam: Bakir İzetbegoviç
6 Mart Cuma günü Mostar’da Bosna-Hersek-Sırbistan-Hırvatistan üçlü zirvesi gerçekleştirildi. Hırvatistan’ı Cumhurbaşkanı Kolinda Grabar Kitaroviç, Sırbistan’ı Cumhurbaşkanı Aleksander Vuçiç temsil etti. Bosna-Hersek ise üçlü Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeleri, Bakir İzetbegoviç, Mladen İvaniç ve Dragan Çoviç tarafından temsil edildi.
Doksanlı yılların başında, Eski Yugoslavya devletinin kanlı dağılımı hatırlandığında üç ülke arasında çok sayıda problem olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Eski Yugoslavya'dan devralınan ihtilafların yanında Dayton anlaşmasından sonra ortaya çıkan yenileri ilave edildiğinde çözülmeyi bekleyen dağ gibi problemler silsilesi üç ülke yetkililerini bekliyor. 2005 yılında Slovenya AB tam üyeliğine alınan ilk eski Yugoslavya devleti oldu. Hırvatistan ise 2 yıl önce tam üyeliğe alınan ikinci ülke oldu.
AB komisyonu başkanı ile genişlemeden sorumlu komiser geçen hafta tüm Batı Balkanlara yapılan ve Sofya'da biten ziyaretlerinde, AB' ye katılım bekleyen Balkan ülkelerine, 2025 yılını hedef gösterdi. Yani yedi yıl içinde bu ülkelerin, verilen ev ödevlerini yapmaları halinde, AB tam üyeliğine alınabileceklerini açıkladı. AB komisyonu başkanı Jean Claude Juncker, telaffuz edilen 2025 yılı tarihinin bir taahhüt olmadığını, üyelik için verilen ödevlerin yapılması şartının önemine bilhassa dikkat çekti. Son yıllarda yeniden istikrarsızlıkla anılmaya başlanan Balkanlara AB çözüm olabilir mi? Bekleyip göreceğiz. Şimdiye kadar yaptıkları ile fazla ümit vermiyor. AB Kopenhag kriterlerine bağlı bir politika izlerse Boşnaklara faydalı olur Bosna'nın da AB yolu açılır. Bosna halen Sırbistan'ın da gerisinde bulunuyor.
EKİM SEÇİMLERİ BOSNA'YA NE GETİRECEK?
2018 yılının hem Bosna-Hersek hem de Sancak için özel ve zorluklarla dolu bir yıl olacağını şimdiden söylemek isterim. Başta Cumhurbaşkanlığı üyeliği olmak üzere her seviyedeki seçimlerin (federasyon, kanton v.d.) Ekim ayında yapılacağını ifade edelim. Seçim maratonu hazırlıklarının çoktan başladığını söyleyebiliriz. Ancak seçimler kadar ülkeyi etkileyecek başka bir konu da son nüfus sayımının sonuçları olacaktır. 2013 yılında yapılan, ancak sonuçları iki sene sonra açıklanabilen nüfus sayımı, Bosna-Hersek devletinin yapısını seçimlerle birlikte ciddi olarak etkileme gücüne sahip önemli diğer bir faktördür. Ülkedeki nüfus varlığı korunmuş olmakla birlikte, oranlardaki değişikliğe dikkat çekmek lazım. 1991 yılındaki sayımda % 43 görünen Müslüman (BOŞNAK) nüfus oranı, 2013 yılındaki sayımda % 50'nin üzerine çıkmıştır. Bu sayımın açıklanan sonuçlarına göre, en yoğun nüfus kaybı yaşayan millet Hırvatlardır. Zaten 2016 yılında yapılan son belediye seçim neticeleri, Hırvat nüfusundaki azalmanın ipuçlarını vermişti. Özellikle orta Bosna'da daha önce Hırvatların çoğunlukta olduğu bazı belediyelerde Boşnak başkanların seçim kazanması, Hırvat nüfusundaki azalmanın işaretleri idi. Bu sebeple Bosna'daki Hırvat siyasetçiler, devlet içindeki mevkilerini kaybetmemek için adeta paniğe kapılmış bir halde çare arayışına girmişlerdir. Her fırsatta Hırvat milletinin mağduriyetini öne çıkaran nutuklar atıyor, demeçler veriyorlar. Nerede ise nüfus azalma probleminin günahını Boşnaklara yükleyecekler. Aslında nüfus azalması sadece Bosna'daki Hırvatların sorunu değil, son istatistikler Hırvatistan ve Sırbistan'ın da aynı dertten mustarip olduğunu gösteriyor. Hem doğum-ölüm oranındaki azalma hem de AB' ye devam eden göç sebebiyle oluşan nüfus azalması, Hırvatistan için de ciddi bir problem teşkil ediyor. Aslında nüfus azalması ve yaşlanması problemi tüm Avrupa'nın problemi haline gelmiş bir konudur. Bu durum aile kurumunun zayıflamasının ve sapık ilişkilerin teşvikinin bir sonucudur.
BOSNA-SIRBİSTAN-HIRVATİSTAN ZİRVESİNDEN ÇIKAN MESAJ NASIL OKUNMALI?
Şubat ayında Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksander Vuçiç'in Zagreb'e yaptığı ziyaret esnasında yaşananları da dikkate alarak Mostar'daki üçlü zirveyi ve yazımıza konu olan 2018 yılında yaşanması muhtemel gelişmeleri arz etmeye çalışalım. Öncelikle bu üçlü zirve niçin hazırlandı? Gündemi ve yer seçimi ne mana taşıyor?
Mostar'ın konumundan başlayalım, Mostar şehri; Bosna'lı Hırvatların sadece kendilerine ait başkent kabul ettikleri bir şehirdir. Israrla şehirdeki Boşnak varlığını dışlamaya, yok saymaya çalışıyorlar. On yıldan fazla bir süredir sadece ırkçı Hırvat lobisinin memnun olmasıyla sonuçlanan bir idare tarzı devam ediyor. Herhangi bir seçimin yapılmasına izin verilmiyor. Şehrin idaresi tamamen Hırvatlara bırakılmış durumda. Bu şekilde Mostar'da yaşayan Boşnakların demokratik katılımı ve insan hakları yok sayılıyor. Uluslararası camianın verdiği bu tavizi fırsat bilen Hırvatlar şımarmakta ve bu haksız uygulamalara yenilerini katmayı kendilerinin doğal hakkı gibi telakki etme eğilimindeler. Ekim'de yapılacak seçimlerde Bosna-Hersek devleti içinde haksız bir şekilde elde tuttukları imtiyazları kaybetmemek için çırpınıyorlar. Azalan nüfusları neticesinde oluşacak siyasi kayıplarını telafi etmek için, seçim kanununda değişikliğe dört elle sarılmış durumdalar. Ne pahasına olursa olsun bu değişikliği yapmak istiyorlar bunun yolu da Bakir İzetbegoviç'i ikna etmekten geçiyor. Üçlü Mostar zirvesi İzetbegoviç'e isteklerini dikte etmek için hazırlandı. Bu hedeflerine ulaşmak için her kapıyı çalıyorlar. İçerde, dışarıda her yerde yeni destekler aramaya devam ediyorlar. Hatta birkaç ay önce Ankara'ya gelen Hırvatistan Cumhurbaşkanı Kolinda Grabar Kitaroviç, seçim kanunu değişikliği konusunda, Bakir İzetbegoviç'e baskı yapılması için, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ricacı olmuştu. Hırvatistan'ın eli kalem tutan köşe yazarları, Bakir İzetbegoviç'i ikna etmesi için Donald Trump'a kadar açık mektuplar yazıyor. Son aylarda gerek Hırvatistan'da gerek Bosna'nın Hırvat ağırlıklı nüfusun yaşadığı Hersek'te seçim kanunu üzerinden tehditler savruluyor. Hatta bu üçlü zirvenin gerçekleşmesinin yaklaştığı günlerde, Bosna-Hersek devletinin dağılma senaryoları yüksek sesle dile getiriliyordu. Hiçbir konuda birbirleri ile anlaşamayan ezeli iki düşman olan Sırp ve Hırvatlar, Boşnakları ezme ve tehdit söz konusu olduğu zaman çabucak anlaşıp yakınlaşıyorlar. Bu tabloyu net bir şekilde Mostar zirvesinde bir kere daha gördük. Tabloda Sırbistan Cumhurbaşkanı Vuçiç'le Bosna-Hersek cumhurbaşkanlığı konseyi Sırp üyesi M. İvaniç var. Diğer tarafta ise Hırvatistan Cumhurbaşkanı Kolinda Grabar Kitaroviç ve Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı Hırvat üyesi D. Çoviç bulunuyordu. Yani iki Sırp ve iki Hırvat, bir Boşnak lider Bakir İzetbegoviç'i adeta tek vücut bir halde tehdit ediyorlar. Tepeden emir verme yetkisini içeren bir üslupla davranan bu dörtlü, eğer dediğimizi yapmazsan Bosna-Hersek devletini bile dağıtırız demekten çekinmiyorlar. Demokrasi, diplomasi hukuk ve adalet gibi kavramların rafa kaldırıldığı bir müzakere üslubu ile Bakir İzetbegoviç'e rehin muamelesi yapılıyor. Bakir İzetbegoviç'in bu küstah tavırlara karşı gösterdiği kararlı tutum takdir topladı. Ancak bu kararlı duruş komşu iki ülkeyi olduğu kadar Bosnalı Sırp ve Hırvat temsilcileri hayal kırıklığına uğratmış durumda. Bakir İzetbegoviç'e yönelik saldırıların seçimlere kadar artmasını bekliyoruz.
DÖRT KİŞİYE KARŞI TEK BAŞINA MÜCADELE EDEN ADAM: BAKİR İZETBEGOVİÇ
Son bir yıldır gerek Hırvatistan'ın gerek Sırbistan'ın Türkiye'ye yüksek perdeden gösterdiği dostluk mesajları bizi sevindirmekle birlikte düşündürüyordu. Bu sıcak mesajların altından başka bir şey çıkar mı diye düşünmeden edemiyorduk. Maalesef endişemiz gerçekleşti ve hem Belgrat'tan hem de Zagreb'ten gelen sürpriz sıcak dostluk mesajlarının arkasında Türkiye'nin Bosna- Hersek ve Bakir İzetbegoviç'e destek vermemesi taleplerini içeren bir gizli ajanda çıktı. Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Bosna'ya gösterdiği samimi alakadan rahatsız olan Bosna'lı bir iç lobinin faaliyetlerinin artması dikkatlerden kaçmamalı. Bir zamanlar Boşnak milletinin sözcüsü olan DNEVNI AVAZ isimli gazete ve medya gurubu tüm yayınlarını Türkiye ve Erdoğan düşmanlığı üzerine kurmuştur. Hatta bu tekelci medya gurubunun SBB isimli bir siyasi partisi ve hükümette bakanları bile var.
Bu satırların yazarı kardeşiniz, Zagreb ve Belgrat'ın son yıllarda Ankara'ya aşırı sıcak yaklaşımını 1954 yılındaki, Türkiye-Yugoslavya göstermelik dostluk yılları sürecinde yaşananlara benzetiyorum. 1950 yılı öncesinde, Stalin'le yolları ayrılan TİTO kendine yeni müttefikler arıyordu. Batı ile kısa zamanda iyi ilişkiler kurmayı başaran TİTO Türkiye ile de yakınlaşmak için beklenmedik çabalar gösterdi. Türkiye de Yugoslavya gibi Stalin'in tehdidi altında, NATO'da kendine yer edinmeye çalışıyordu. Önce dışişleri bakanları seviyesinde başlayan görüşmeler, 1954 yılının nisan ayında, TİTO'nun Ankara'ya gelmesi ile zirveye çıkmıştı. Aynı yılın eylül ayında ise dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar Belgrat'ta gayet sıcak bir törenle karşılanmıştı. Hatta Belgrat'tan sonra Celal Bayar'a, sürpriz bir şekilde hem Saraybosna'da hem de Üsküp'te görkemli karşılama törenleri hazırlatılmıştı. Hızlı bir kalkınma dönemine girmiş Türkiye'ye ekonomik manada kendi fakirliğine bakmadan, cömertçe el uzatan Tito'nun, esas amacı zamanla anlaşılacaktı. Ülkesinde yaşayan kalabalık bir Müslüman nüfustan rahatsız olan Yugoslavya, bunları sürmenin planlarını yapıyordu. Bulgaristan ve Yunanistan'dan geri kalmak istemiyordu. Ancak hem dünyanın hem de Türkiye'nin tepkisinden çekiniyordu. Çünkü onları Türkiye'den başka bir yere sürmesi o yıllarda mümkün görünmüyordu. 1960'ların ortasına kadar Almanya kapıları henüz açılmamıştı. Bu amaçla ne yapıp edip, Türkiye'nin tepkisini önlemenin yolları bulunmalı idi. 1955'lerde ufak ufak başlayan sürgünlerde Türkiye'nin hiçbir tepki göstermediği, ilerde de göstermeyeceği anlaşılınca 1970 yılına kadar Makedonya, Kosova ve Sancak'tan TÜİK verilerine göre 250 bine yakın Müslüman Türk Boşnak ve Arnavut sürgün edildi. Türkiye sessiz kalarak bu sürgünü onaylamış oldu. Ne Türkiye'nin ne de insan hakları savunucusu hiç kimsenin sesi çıkmadı. Son bir yıl içinde Sırbistan ve Hırvatistan'ın Türkiye'ye karşı gösterdiği mübalağalı dostluk tavırlarının Bosna-Hersek'e uygulayacakları baskılarla alakası olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Ama son aylarda SDA ve Boşnaklara karşı medyada yürütülen linç kampanyaları bizi iyiden iyiye düşündürmektedir. Saraybosna'da yayınlanan bir zamanlar Boşnakların sözcüsü olan Avaz gazetesi Mostar zirvesinden sonra Bakir İzetbegoviç'i AB yolunu kapatmak ve İslam devleti kurmakla manşetten itham etmesi bizim endişelerimizi doğrular mahiyettedir. Nasıl ki Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan terör örgütü DEAŞ'a yardım bahanesiyle mahkûm edilmek isteniyorsa, Bakir İzetbegoviç de İslâm devleti suçlaması ile siyaset sahnesinden silinmek isteniyor. Sırp ve Hırvatların Bosna ve Boşnaklara karşı yaptığı bu haksız saldırılara karşı AB ve ABD nasıl tavır alacak bilmiyoruz. Bağımsız demokrat Bosna-Hersek' devletini mi; yoksa saldırgan Zagreb ve Belgrad' ı mı destekleyecek merakla bekliyoruz. Bildiğimiz ve emin olduğumuz tek şey Bosna ve Boşnakların her yönüyle güvenebileceği tek dostları var: o da Türkiye'dir.
BOSNA VE BOŞNAKLARI BEKLEYEN TEHLİKE
4 bir taraftan gelen bu saldırılarla Boşnaklar, Yugoslavya zamanında olduğu gibi lidersiz, teşkilatsız bir dini cemaate dönüştürülmek isteniyor. Tüm batı dünyasında İslamofobinin ve ırkçılığın yükseldiği bir dönemde bu propagandanın Boşnaklar arasında etkisi göz ardı edilemez. Dört-beş parti arasında bölünmüş olan Boşnak seçmenlerin güçlü bir parti ile temsil edilememesi, eskiden olduğu gibi, Bosna'yı ve Boşnakları ciddi problemlerle karşı karşıya getirebilir.
Davut Nuriler