Bir suikast aracı olarak: Batı medyası
Batı yine batılılığını konuşturdu. Ne çabuk unutuldu, Ebu Gureyb Cezaevinde tecavüz edilen mahkûmlar? Ne çabuk hafızadan silindi, ölü bedenler önünde zafer işareti yapan askerler? Türkiye düşmanlıklarını Erdoğan üzerinden perdelemeye çalışan Batı basının bir tek amacı var; o da Müslüman bir ülkenin kendi ayakları üzerinde duracak seviyeye ulaşmasının önüne geçmek.
ABD HEP YALNIZ
ABD uluslararası ilişkiler tarihi boyunca aslında hep yalnız olmayı tercih etti. Bu yalnızlığın tek bir amacı vardı. O da tek başına süper güç olma arzusu. Böl parçala yönet stratejisi ile sömürdü dağıttı ve himaye adı altında yönetti.
BATI MEDYASININ ERDOĞAN SAPLANTISI
Batı'nın ve medyasının geçmişten süregelen korkularını depreştirdiği için Erdoğan karşıtlığı, bir saplantıya dönüşmüş durumda. Öyle ki 90'lı yıllarda Erdoğan'ın siyaset yaptığı Refah Partisi de bütün bir camia olarak Batı'nın nefret yüklü söylemlerinin odağındaydı. 28 Şubat sürecinde Refah Partisi'nin iktidardan indirilmesi ve Erdoğan'ın sırf şiir okudu diye cezaevine gönderilmesine varıncaya kadar ki süreçte dahi aynı Batı zihniyetinin destek verdiği medya rol üstlendi. Erdoğan'ın liderliğinde AK Parti'nin kurulduğu 3 Kasım 2002'yi göstermesinden bu yana geçen 16 yıllık süreçte ise Batı medyası her dönemde sürekli olarak nefret kustu. Bununla birlikte pozitif bakış açısı sergiledikleri dönemlerde dahi Erdoğan'ı ve onun şahsı üzerinden Türkiye'yi tehdit etti.
PROPAGANDA ARACI OLARAK SOSYAL MEDYA
Manşetlerde sık sık karşılaştığımız Erdoğan düşmanlığıyla esasında bir Türkiye düşmanlığının perde arkasıdır. Saldırılarını meşrulaştırırlarken asıl hedeflerine; yani Türkiye'ye zarar verme amacına ulaşmak istiyorlar.
New York Times'da yer alan ifadelerde Erdoğan'ın hem muhalefeti zayıflatmak hem de daha çabuk başkan olmak için seçimi erkene aldığı vurgulanmakta ve buradan da artık klasik hale gelen otokratikleşme hikâyesine geçiş yapıldı. Bu yayınlarda da görüldüğü üzere eleştiri sınırlarını aşarak giderek bir saplantı haline dönüşen Erdoğan karşıtlığı Batı medyasında sürekli görülen bir durum.
TÜRKİYE KARŞITI PROPAGANDANIN İÇERİĞİ
Batı medyasında yer alan Türkiye karşıtı yayınları sekiz başlıkta toplamak mümkündür. Gerek fotoğraf kullanımında gerekse haber ve köşe yazılarında yer verilen içerikler büyük ölçüde aynı önyargının peşin hükümleridir. Robert Fisk Independent'ta Türkiye'yi karalayan bir köşe yazısını, BBC'de haber olarak geçti. Bu durumda gazetecilik de televizyonculuk da medya etiği de veya bir milletin varlık yokluk mücadelesi de onlar açısından değersizleştirir.
1. Türkiye'nin Afrin'de terör örgütleri PKK-PYD/YPG ile değil Kürtlerle savaştığı iddiası sık sık kullanılıyor. Haber içeriklerinde doğal bir unsur olarak bu ifadeye yer veriliyor. Hâlbuki Türkiye açık bir şekilde bu iddiayı her seferinde yalanladı ve operasyonun hedefinde terör örgütlerinin olduğunu dile getirdi. Buna rağmen aynı söylem tekrar edildi.
2. Türkiye'nin teröristleri değil de sivilleri hedef aldığı yönündeki yaklaşım Batı medyasında yoğun şekilde işleniyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, eğer sivil hassasiyetimiz olmasaydı operasyon 4-5 günlük bir işti. Fakat biz sivillere hassasiyet gösterdiğimiz için olabildiğince dikkatli hareket ediyoruz, mealindeki açıklamasına rağmen, bu iddianın ısrarla tekrar edilmesi, gazeteciliği sansasyona kurban eden bilinçli bir tercih.
3. Türkiye'nin işbirliği içinde bulunduğu ÖSO unsurlarının aslında DEAŞ benzeri yapılar olduğu yönündeki iddianın güncellenmesi, zamanlama açısından bakıldığında, operasyonun meşruiyetine gölge düşürmeyi amaçlıyor. ÖSO Suriye'deki yerli unsurlardan oluşan ılımlı muhalif grupları çatısı altında topluyor. ÖSO bağlamında şimdilerde medyaya servis edilen negatif içeriğin hedefi ise PKK-PYD/YPG karşısında oluşan güçlü ittifakı kriminalize etmek. DEAŞ da buna payanda olarak kullanılmak isteniyor.
4. Türkiye'nin Afrin operasyonuyla birlikte Suriye ve Irak'ta DEAŞ karşıtı mücadelenin zarar göreceği yönündeki yaklaşım, Batı medyasında ve Batılı aktörler arasında en fazla vurgulanan bir içeriktir. Hâlbuki DEAŞ'a karşı en güçlü mücadeleyi Türkiye Fırat Kalkanı harekâtı ile vererek 3 bin civarında örgüt üyesini etkisiz hale getirdi. Ayrıca Suriye ve Irak'taki DEAŞ varlığı sıfıra yakın bir noktaya geriletilmiş durumda. DEAŞ karşıtı koalisyon uzun zamandır hareketsiz; hiçbir operasyon yapmıyor.
5. Batı medyasında Suriye'den göç etmek zorunda kalan mültecilere Türkiye tarafından sert davranıldığı, şiddet uygulandığı veya sınırda ateş açıldığı gibi iddialara yer verilmesi, neresinden bakılırsa bakılsın, kötü niyetle masa başında üretilmiş bir üründür. Türkiye hem üç milyondan fazla mülteciyi barındırıyor hem de Suriyelilerin en iyi şartlarda yaşama tutunduğu ülke konumundadır. Bunlar bilinmesine rağmen, bu tür uydurma haberlerin yapılmasında ısrarcı olunması, gazeteciliğin algı operasyonuna mahkûm edildiğinin açık göstergesi.
6. Türkiye'nin küresel kamuoyundaki olumlu imajının zayıflatılabilmesi için, Afrin'le hiçbir şekilde ilgisi olmayan, farklı çatışma bölgelerinden alınmış eski fotoğraf ve videoların Afrin'de gerçekleşmiş gibi paylaşılması yöntemine de yoğun şekilde başvuruldu. Önce güya bir saflık göstergesi olarak bu içerikler algı oluşturmak için kullanılıyor; Türkiye bu iddiaların yalan olduğunu ispatlayınca da yayından kaldırılıyor. Aslında habercilikte önemli olan hızdan ziyade, doğru ve güvenilir olmaktır.
7. Türkiye'ye karşı savaşan PKK-PYD üyesi teröristler lehine dolaylı kamuoyu oluşturabilmek için, bu teröristlerin DEAŞ ile mücadelesinden kesitler sunularak haber bültenlerinde ve belgesellerde 'kahramanlaştırılması' sürecinin ısrarla devam ettirilmesi taktik bir propagandadır. PYD'li teröristlerden bahsedilirken "Batı'nın bölgedeki seküler müttefikleri" yaklaşımının ön plana çıkarılması, Batılı toplumlarda kamuoyunu PKK-PYD lehine dinamik tutmak için kullanılıyor.
8. PKK tarafından Hatay ve Kilis'e yapılan saldırılarda hayatını kaybeden sivillere dair içeriklere haberlerde yer veriliyor. Bu saldırılar sonucunda yakınlarını kaybeden ve acı çeken insanlara mikrofon uzatılmıyor. Bu saldırıların görmezden gelinerek "itidal" çağrılarının PKK-PYD için kullanılmaması, gazetecilik adına taraflı bir yayın politikası olmakla birlikte, insanlığa ve uluslararası hukukun güvencesinde oluşturulan müttefiklik anlaşmalarına da aykırı bir tabloyu ortaya çıkarıyor.
MANŞET BÜYÜKSE KURGUNUN ETKİSİ ARTAR DİYE DÜŞÜNÜYORLAR
Türkiye tarafından yapılan, somut verilere dayalı açıklamalara Batı medyasının başından beri kör-sağır kalması, buna karşın PKK-PYD tarafından yayınlanan iddialara gerçek muamelesi yapması, hatta çoğu zaman daha ileri giderek bölgedeki muhabirleri aracılığı doğrudan kendilerinin fabrikasyon haber üretimine başvurması, gazetecilik adına ibret vericidir.
[İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi olan Doç. Dr. Yusuf Özkır Kriter dergisinin yayın koordinatörüdür]
[Star Açık Görüş, 5 Mayıs 2018]