Zoraki ilişkilerin kavşağındaki ortaklık: Afrika Birliği-Avrupa Birliği
Avrupa’nın Afrika’ya ilgisi Fenikelilerden Romalılara, Bizanslılara uzanan onlarca asır içinde hep “almak” üzerine kuruludur ve kıtanın Mağrip olarak bilinen kuzeyi hariç tutulursa “hiç vermeme” ilkesine dayanır.
Akdeniz'in güneyi ile kuzeyi arasındaki tarihi bağlar kadar güncel konular, Afrika ile Avrupa'yı ister istemez birçok konuda birbirine muhtaç kılıyor. Birini diğerinden ayırmanın imkânsızlığı öncelikle coğrafyadan kaynaklanıyor. Burada anlaşılması güç olan ve sorulması gereken en hayati soru, hangisinin diğerine daha bağımlı konumda kalmadığıdır. Aslında bu sorunun cevabı meseleye ne taraftan bakıldığıyla alakalıdır: Mesleğine bakılmaksızın bir Avrupalı için yaşanan ne kadar sıkıntı varsa kaynağı bizzat güneydeki kıtadan gelmektedir. Sıradan bir Afrikalı ise içinden çıkamadıkları ne kadar mesele varsa, arkasında mutlaka Avrupa'da tezgâhlanan bir oyun olduğunu düşünür. Bilhassa Asya ülkeleri ise bu ikili arasında son iki asırdır yaşanan süreçte birisinin hep kazandığı, diğerinin de hep kaybetmeye mahkûm bırakıldığı kanaatindedir.
AFRİKA-AVRUPA İLİŞKİLERİNDE ÜSTÜNLÜK KURMA
Avrupa'nın Afrika'ya ilgisi Fenikelilerden Romalılara ve Bizanslılara uzanan onlarca asır içinde hep "almak" üzerine kuruludur ve kıtanın Mağrip olarak bilinen kuzeyi hariç tutulursa "hiç vermeme" ilkesine dayanır. Müslüman Araplar ise 8-16. yüzyıllar arasında yanlarına aldıkları Berberiler ile bu durumun istisnasını teşkil etmişlerdi. İber yarımadasından ilerleyerek Paris'e kadar yaklaşıp kurdukları idarelerle, kuzeyindeki kıtayı güneyle birçok konuda aynı kaderi paylaştırmak için birleştirmişlerdi. Avrupa'yı sadece alan değil, veren konumuna da getirmişlerdi. Türkler ise 16. yüzyılın başından 19. yüzyılın ortalarına kadar iki kıta arasına adeta bir set çekerek Afrika'nın kuzeyden gelebilecek her türlü istiladan kurtulmasına, hatta ciddi anlamda oranın imkânlarından istifade etmesine fırsat vermişlerdi.
Sömürgecilik ise Avrupalıların en ciddi hamlesi olarak kuzeyde uzak tutulduğu Afrika sınırlarını batı, güney ve doğu tarafından kuşatmaktan vazgeçmemişti. Bu durum "Afrika çekişmesi" süreciyle birlikte adeta bir talana dönüşmüştü. 20. yüzyılın ilk yıllarına gelindiğinde, 30 milyon kilometrekarelik kıta başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Portekiz, Belçika, İtalya, İspanya ve Almanya tarafından, 1885 yılındaki Berlin Konferansı ile masa başındaki paylaşıma göre adım adım istila edilmişti. Almanya bu süreçten Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sebebiyle tamamen kopsa da, diğerleri kıtadaki varlıklarını bağımsızlıkların elde edilmesine kadar bir şekilde devam ettirdiler.
SÖMÜRGECİLİK: AFRİKA-AVRUPA İLİŞKİLERİNİN HAFIZASI
Sömürgeciliğin yerele ait olan ne varsa yıkan etkisinden 1950'lerden sonra birer birer kurtulan Afrika ülkelerinin, Avrupa ile ilişkileri zaman zaman kangrene dönüşse de, kopması veya eşit şartlarda sürdürülecek seviyeye kavuşması için köklü değişiklikler gerekiyor. İki kıta arasındaki mevcut bağların kökeninde kendisini hissettirmeye devam eden sömürgeci tavrın hafızalarda canlılığını korumasının önüne geçilemeyeceği bir gerçek. Yine de 1957 yılında Avrupa ülkeleri arasında kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu ve 1963'te kurulan Afrika Birliği Teşkilatı Akdeniz'in güneyi ile kuzeyi arasında yeni ilişkiler ağını yeniden kurmaya başladı. Aynı yıl içinde imzalanan Yaounde Sözleşmesi, iki kıta arasındaki ilişkide ilk defa mütekabiliyet teşkil eden belge oldu. Bunu 1975 yılındaki Lome Sözleşmesi devam ettirdi. 2000 yılındaki Cotonou Anlaşması ise Afrika ile Avrupa arsasında 2020 yılına kadar geçerliliği devam edecek şekilde kalkınma ve ticaret konularına öncelik veren işbirliği sürecini başlattı.
Şimdilerde ise geçen 20 yılda yapılanlar ışığında 2063 için yeni bir yol haritası belirlenmeye çalışılıyor. Kahire'de 2000'de ilk yapılan Afrika-Avrupa Birliği devlet adamları zirvesinin beşincisi 2017 yılı Kasım ayında Fildişi Sahili'nin ekonomik başkenti Abidjan'da "Gelecek için gençliğe yatırım" teması öne çıkarılarak yapıldı. İlk defa bu zirvenin adı "Afrika-Avrupa Birliği" yerine Afrika Birliği (AfB)-Avrupa Birliği (AB) zirvesi olarak benimsendi. Zira Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti'ni resmen tanıdığı için 1984 yılında askıya aldığı üyeliğine 33 yıllık aradan sonra dönen Fas, kurucu üyesi olduğu AfB'deki yerine aldı. Zirveler her ne kadar ilgi çekici başlıklara konu olsa da, perde arkasında programlanması ve özellikle finansmanı ciddi gerginliklere sebep oldu. Her toplantıda sömürgecilik konusunun mutlaka bir şekilde dile getirilmesi ise Avrupa tarafı için can sıkıcı bir hatırlatma. Geleceğin inşasında geçmişe yapılan atıfların önüne geçilmesi de en ciddi taleplerden biri.
AFB-AB'NİN EŞİT ŞARTLARDA ORTAKLIĞI MÜMKÜN MÜ?
1963 yılındaki ilk teşebbüsten 2018 yılında kadar, iki kurum arasındaki en kötü dönem 2016 yılında yaşandı. Somali'deki AfB Barış Gücü askerleri için AB tarafından 2004 yılından itibaren yapılan ödeme durduruldu. Bu durum ilk defa ilişkilerin menfi anlamda derinlemesine etkilenmesine sebep oldu. Ayrıca AfB Komisyonu Başkanı Nkosazana Dlamini-Zuma'nın 2012-2017 yılları arasındaki görevi boyunca sürdürdüğü sömürgecilik karşıtı söylem Avrupalı muhataplarını rahatsız ediyordu. Devamlı surette "kazan-kazan", "eşitler arası ortaklık" gibi kavramlar üzerine kurulan resmi söylem, AB ve AfB arasındaki yapısal dengesizlik nedeniyle uygulamaya yansımıyor. Bir tarafta 189 milyar dolarlık yıllık bütçesi olan AB, diğer tarafta 2 milyar doları bulmayan, yani neredeyse yüz katı düşük bir kaynakla ayakta durmaya çalışan bir AfB var. Dahası, 32 binden fazla personelle çalışan bir kurumun, sadece bin 600 kişi ile çalışan AfB karşısında sağlayacağı etkinlikle, her şartta eşit bir ortaklıktan bahsetmek mümkün değil. Sahip olduğu her türlü imkânla, kendisini Afrika'nın hem kıta içi meselelerinde hem de uluslararası ilişkilerinde "lala"sı (yani eğiticisi) olarak gören Avrupalılar, Afrikalı muhataplarıyla her ortamda gerginlik yaşıyorlar. Bu sebeple geçmişteki meseleler ve hatta güncel meseleler yerine, gelecek hakkındaki meselelere, hassaten gençlikle ilgili konulara ağırlık vererek tartışmalı alanlardan uzaklaşmayı tercih ediyorlar.
Çin'in Afrika'da attığı her adımı yakından takip eden AB, zaman zaman kıskançlık hissini gizleyemiyor. Kıtaya yapılan bir milyon dolarlık bir yardımın günlerce gündemde kalmasına sinirlenen Avrupalılar, kendilerinin bazen aylık 20 milyon doları bulan yardımlarının hiçbir ortamda dile getirilmemesinden şikayetçiler. "Asya'nın devi"nin kıtada yaptığı yatırımları koruma amaçlı asker yerleştirmesi ise yakın gelecekte bardağı taşıracak süreçlere sebep olabilir. Son 25 yılda neredeyse her ülkede ciddi altyapı yatırımlarına öncelik veren Çin kıta içinde dikkat çeken adımlar attıkça, Avrupa geçmişte Afrikalılardan esirgediği en ufak yatırımın şimdi başka bir ülkece yapılmasını engelleyemiyor; fakat kendisi de bu anlamda rol kapma teşebbüsünde bulunmuyor. Ebette bu süreç, önümüzdeki yıllarda Çin'in kaybettiren ortak olmasının önünde bir engel değil.
AB'NİN AFRİKA'DA ÖNCÜ ÜYE ÜLKELERİ
İki kıta arasındaki ilişkilerde, adeta 55 üyeli AfB ile 28 üyeliği AB'nin tüm üyeleri adına kurulmuş bir ortaklıktan bahsedilir. Oysa iki kurum arasındaki ilişkilerde Fransa, İngiltere ve Almanya daima belirleyici etkinlik kuruyorlar. Avrupa'nın herhangi bir ülkesi üyesi olduğu birlik içinde bunlara rağmen öne çıkamıyor. Almanya her ne kadar sömürgecilik döneminde kıtada tutunamamışsa da son yıllarda giderek artan bir nüfuz elde etti. Ancak AB bünyesindeki komisyon, konsey, parlamento gibi farklı kurumlarda her devlet ciddi kontrol hakkını kullanırken, AfB üyesi ülkeler, genel anlamda kendi yapılarının içinde bulunmaları dışında fazla bir donanıma sahip değiller.
Kıtanın neredeyse her köşesinde sömürge kuran Fransa ve İngiltere'nin öncü rolünü yakın gelecekte alacak başka bir Avrupa ülkesi görünmüyor. Fransa'nın 2011'de Libya'ya, 2012'de Mali'ye ve 2013'de Orta Afrika Cumhuriyeti'ne yaptığı askeri müdahaleler, AB'nin değil doğrudan kendisinin kararlarıyla yapılmıştı. İngiltere'nin Brexit ile AB dışında kalma kararı, sadece kendi aralarındki bir mesele olmanın çok daha ötesine geçiyor. Birlik içinden Afrika'ya yapılan yardımlarda ciddi bir paya sahip olan İngiltere'nin katkıları artık doğrudan kendi adına olacak. Her Afrika ülkesinde diplomatik temsilcilik açmayı ciddi kaynak israfı olarak gören pek çok üye ülke, şayet daha önce girişimleri varsa bile bunları kapatıp AB Temsilciliği ile yetiniyor. 2018 yılına kadar Çad Cumhuriyeti'nde elçilik açmayan İngiltere, Brexit sonrası, bu ülke de dahil olmak üzere Afrika ülkelerinde artık kendi temsilciliklerini açmaya karar verdi.
İKİ ZORLU KONU: GÖÇ VE TERÖR
Avrupa ülkelerinin göç konusundaki tavırları Afrikalı muhataplarını ciddi olarak rahatsız ediyor. Sömürgecilik döneminde Afrikalıları köleleştiren bir düzen kuran Avrupalılar, kıtanın büsbütün işgali sürecinde yerel insan gücünü silahlandırarak önce kendi coğrafyalarının topyekûn sömürgeleştirilmesinde kullanmıştı. Sonra Birinci ve İkinci Dünya Savaşı cephelerine taşıyıp kendi düşmanlıklarına alet ederek çarpıştırmış, daha sonra ise yakılan ve yıkılan şehirlerinin onarımında ve fabrikalarında işgücü olarak kullanmıştı. Bağımsızlık sonrasında ise beyin göçüyle hep Afrika'nın aleyhine gelişmeler yaşanmıştı.
Bugün Akdeniz'i bir "ölüm gölü" haline getiren, 2001 sonrası tüm kıtayı saran felaket önce el-Kaide adıyla sahaya sürüldü. Ardından Mağrip el-Kaidesi, Somali'de eş-Şebab, Mali'de Ensaruddin ve MUJAO ve nihayet Çad Gölü havzasında Boko Haram ile bir anda birçok coğrafyada milyonlarca insanın yaşadıkları topraklar terörize edildi. Bu defa bunları önlemek amacıyla, AB 2004 yılında teröre karşı mücadeleyi kolaylaştırma adına aldığı kararla AfB'nin barış gücü faaliyetlerini finanse etmeye başladı. Ancak 2016'da AfB üyesi ülkelerin de barış gücüne maddi destekte bulunmasını isteyerek geri adım atınca ciddi bir tepkiyle karşılaştı. Afrika ülkeleri, Avrupa'ya gönderdikleri ürünlerin vergisinin sadece binde 2 oranında artırılması durumunda, yıllık iki milyar doları bulan barış gücü masraflarının yarısının bundan sağlanacağını ileri sürerek Somali Barış Gücü ödemesinin yapılmasında ısrar ettiler.
Mevcut AfB Komisyonu Başkanı ve eski Çad Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Moussa Faki Mahamat AB-AfB arasındaki gerginliği hafifletmede önemli bir role oynadı. Sadece ülkesinde değil, Afrika genelinde yetişmiş nadir devlet adamlarından biri olan Başkan, AfB içindeki gerginliklerin azalmasında da yaptığı ciddi hamlelerle neticeler alıyor. Fas'ın üyeliğe dönüşünün sağlanması ve AB'nin Afrika yerine 55 üyeli bu kuruluşu muhatap almasını sağlamak başlı başına bir başarıdır. Ne var ki onun önünde aşılması gereken en ciddi mesele, AB'nin sömürgecilikten bu yana alışkanlık haline getirdiği şekilde Afrika'yı uluslararası ilişkilerinde kendi arkasına aldığı bir destek olmaktan kurtarmasıdır. Yoksa AB, gücünü kullanarak AfB sayesinde Afrika ülkelerini daha rahat bir şekilde etki alanına almaktan vazgeçmeyecektir.
[Osmanlı-Afrika ilişkileri alanında eserler veren, Afrika konusunda Başbakanlık Müşavirliği ve Çad Büyükelçiliği görevlerinde bulunan Prof. Dr. Ahmet Kavas İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı ve Afrika Araştırmacıları Derneği (AFAM) kurucu başkanıdır]