Akif’in gözünden Tevfik Fikret ve Tarih-i Kadim
Medeniyeti İslam’ın Amentüsü’nde arayan Mehmet Akif Ersoy ile Haluk’un Amentüsü ile Batı’da arayan Tevfik Fikret’in asırlık çatışmaları günümüzde de benzer şekilde sürüyor
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy ile Tevfik Fikret arasındaki "Tarih-i Kadim" tartışması günümüzde de güncelliğini koruyor.
Nurettin Topçu'nun, 'Şayet Akif gibi bir deha olmasaydı Türk gençliği tamamen zehirlenmiş ve bataklıkta boğulmuş olacaktı...' diyerek tanımladığı İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy, "Bütünüyle inkar içerikli" şiiri nedeniyle Tevfik Fikret'i "zangoç" olarak niteler. Buna karşın Fikret'in Akif'e "Molla Sırat" şekliyle karşılık vermesiyle bu tartışma "iman-küfür" tartışmasına dönüşür. Bu çatışmada Mehmet Akif'in yanında Babanzade Ahmet Naim olurken, Fikret'in yanında Tevfik Fikret başlıklı yazısıyla Rıza Tevfik Bölükbaşı yer alır. Tartışmanın "iman-küfür" ekseninde olması nedeniyle bu, "inançla inkarın", "teslimiyetle reddin" çatışması olarak görülür.
Öyle ki, iki şairin ölümünden sonraki yıllarda da bu tartışma onların izlerinden gidenler tarafından devam ettirildi.
İki şairin yıllar sürecek olan tartışmalarının odak noktasını, Tevfik Fikret'in "Tarih-i Kadim" şiiri oluşturdu. Bu şiir etrafındaki tartışmalar, Mehmet Akif ve Tevfik Fikret'ten bahseden tüm yazılara etki ederek, söz konusu şairlerin şiirlerini, fikirlerini aştı ve temsil niteliği taşıyarak, iki farklı figür haline gelmeleriyle sonuçlandı.
TARİH-İ KADÎM MESELESİ BÖYLE BAŞLADI
Tevfik Fikret, uzun süren bir çekişmeye ve sonrasında kutuplaşmaya dönüşecek olan Tarih-i Kadîm adlı manzumesini 1905 yılında yazdı ancak yayımlamadı. Yedi yıl boyunca aynı dünya görüşüne sahip dost meclislerinde okunan bu şiir, 1912 yılında yayımlandı.
Tevfik Fikret II. Abdülhamit'in saltanatının son yıllarına doğru kin ve nefret duygularıyla yoğrulmuş iki şiir yazar: Sis ve Tarih-i Kadim. Birincisinde doğrudan doğruya II. Abdülhamit'in yönetimine ve bu yönetime payitahlık yapan İstanbul'a kin kusar.
Tarih-i Kadim şiirinde ise nefretin yönü tarihe, savaşlara ve inançlara özellikle İslamiyet'e çevrilmiştir:
…
Ne zaman geçse bir ketîbe-i şan
Daima reh-güzâra hûn-efşan
Bir bulut, sâye-bar olur mutlak
Başta en başta kanlı bir bayrak,
Onu kanlı bir tâc eder ta'kib,
Sonra hûnîn vesâit-i tahrib:
Mızırak, yay, kılıç, topuz, balta,
Mancınık, top sapan, tüfek… arada
…
Her şeref yapma, her saadet pîç;
Her şeyin ibtidâsı, âhiri hiç.
Din şehid ister, âsüman kurban,
Her zaman her tarafta kan, kan, kan!...
…
Kahramanlık… Esası kan, vahşet.
Beldeler çiğne, ordular mahvet;
Kes, kopar, kır, sürükle, ez, yak, yık:
Ne "Aman!" bil, ne "Ah!" işit, ne "Yazık!"
Şair şiirinin ilerleyen bölümlerinde barış ve adaletin olduğu bir dünyaya özlem duyduğunu belirtir ve özlediği dünyada kul ile Tanrı'yı birbirinden ayıran bir din de istemez.
Ben benim, sen de sen; ne Rab, ne ibâd
Tevfik Fikret özlemini kurduğu böyle bir dünyayı kurabilecek bir Tanrı da göremez ve böyle bir hiddetle Tanrı ve din hakkındaki inkârcı tavrını takınıverir:
Sâhib-i kâinat… Evet gerçek,
Sâhib-i kâinat olan ceberût (zorba),
O takarrüb-şiken likâ-yı sâmut (o asık yüz ki yaklaşılmaz yanına)
O fakat aslı hep bu kavgaların…
Mehmet Akif, dini inançları sağlam, sanatını da inançlarının emrine vermiş bir şairdir. Tevfik Fikret'in, kendisince en kutsal saydığı değerlere saldırması elbette karşılıksız kalmamalıydı. Akif'in Fikret'e öfkesi o kadar şiddetli ki, şiirindeki üslûbu genel tartışma zeminin çok dışına çıkmış hatta hakaret boyutuna varmıştı. Zira onu para karşılığında kiliselerde zangoçluk yapmakla suçlamakta; deli kılıklı, tahtası eksik sıfatlarıyla nitelemekteydi. Akif, şiirinin satır araları dikkatlice okunduğunda, bu şiirde sadece Fikret'e değil onun etrafında toplanan gençlere (servet-i Fünûnculara) da çatmakta olduğu görülür.
Mehmet Akif Ersoy, bu şiirden tam yedi yıl sonra "Süleymaniye Kürsüsü'nde" adlı şiirinde Tevfik Fikret'e karşılık vermiştir.
Robert Kolej'deki sanat dâhisinin kalemi
Vurur bu darbeyi isterse. Çünkü haddine mi
Hükümet'in ona kalkıp da itiraz etmek?
Herifte bandıralar çifte, tek de olsa direk!
Ya nazlanırsa? Evet, nazlanırsa yalvarırız…
Niyaza pek yüzü yoktur, hemen kanar yalnız,
Dehâların çoğu ekzantrik ("tahtası eksik" manasında) ya hani,
Bu 'personaj'da (mühim şahıs) var bir deli kılıklı mani!
…
Deyip de zangoca (çan da çalan kilise hizmetlisi) başvurdular.
O mecnun da
Mukaddesatına halkın, ibâda, Mabûda
Savurdu pencereden havruz (pislik oturağı) uğratırcasına
Gelip gelip tıkanan levsi (pislik) pis karîhasına! (fikir)
…
Ne var ne yoksa mukaddes onunla bitti demek!
Gençliğe hak veririm… çünkü üç beyinsiz inek
Yazıp dağıttı o isyan beratını;
Çocukların yüreğinden kopardı imanı
…
Üdebânız hele gayetle bayağ mahlukaat…
Halkı irşad edecek öyle mi bunlar? Heyhat!
Kimi garbın yalınız fuhşuna hasbî simsar;
Kimi İran malı der, köhne alır, hurda satar!
Eski divanlarınız dopdolu oğlanla şarab;
Biradan, fahişeden başka nedir şi'r-i şebab?
Serseri: hiçbirinin mesleği yok, meşrebi yok;
Feylosof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok!
Şimdi Allah'a söver… sonra biraz bol para ver:
Hiç utanmaz; protestanlara zangoçluk eder!
Gençliğinde inanç içerikli şiirler yazan Tevfik Fikret, sosyal çevresine ve ait olduğu topluma karşı girdiği yabancılaşma halini Tarih-i Kadîm ile sergileyerek, geçmişi silmeye çalıştı. Şiir yayımlandıktan kısa bir süre sonra Tevfik Fikret, karşısında Mehmet Akif'i buldu ve ikili arasında tartışma böylece başlamış oldu.
AKİF'İ MÜSLÜMANLIĞA HAKARET DİZELERİ KIZDIRDI
Tarih-i Kadîm'de yer alan "Yırtılır, ey kitab-ı köhne yarın / Maktel-i fikr olan sahifaların" dizeleri, peygambere hakaret edildiği sebebiyle, Akif'i son derece kızdırdı.
Tevfik Fikret ve Mehmet Akif arasındaki bu tartışma, iman küfür düzleminde ilerleyerek, inançla inkârın çatışması haline döndü. Mehmet Akif'i kızdıran ve cevap vermeye mecbur bırakan ise, Tevfik Fikret'in dini reddetmesi değil, Müslüman bir toplumda yaşayıp o toplumu bir arada tutan temel değerlere şiiriyle saldırmasıydı. Bunu yaparken toplumda ortaya çıkabilecek olumsuzlukları düşünmemesi ve dindarların en hassas oldukları konularda onlara hakaret etmesiydi.
Mehmed Akif, bu kızgınlığını şu sözlerle belirmişti: "Ahlak kürsüsünden haykıran bir adamın -ister inansın, ister inanmasın- halkın mesnedi olan varlığa ulu-orta sövmesi… İşte bu, akılların kabul edemeyeceği bir şey… Bu adam peygamberime sövdü (A.S.M.). Babama sövse affederdim. Fakat peygamberime (A.S.M) sövmek… Bunu ölürüm de hazmetmem…"
Akif, 29 Ağustos 1918 tarihli, Sebîlürreşad'ın 367'inci sayısında Fikret'e verdiği cevabında, 98 mısra tutan Berlin Hatıraları'nın bu bölümü, dokuzuncu tefrika olarak yayımlandı. Ancak, Safahat'ın ilk iki baskısına alınmadığı gibi, 1928'de yapılan üçüncü baskıya da alınmayarak yeri noktalı iki satırla gösterildi. Dipnotlarda ise, eksik kısımların yüz mısra olduğu bildirilir.
FİKRET, DİNSİZ ÖĞRENCİ YETİŞTİRMEK İSTİYORDU
Geniş yankılar uyandıran bu tartışma, etkili bir konuşma gücüne sahip Fikret'in, Amerikan bayrağı altında Protestanların propaganda ocağı olan Robert Koleji'ndeki görevini kabul etmesiyle devam eder. Fikret, Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi)'den istifa edip Robert Koleji'ne geçme sebebini, dinsiz olarak yetiştirmek istediği öğrencilerin Müslüman çevrede (Galatasaray) sıkıntı çekmemeleri olduğunu söyler.
Akif, 2 Ağustos 1912 tarihli Sebîlürreşad'ın 207'inci sayısında Fikret'in Robert Koleji'ndeki öğretmenliğini, "Şimdi Allah'a söver… Sonra biraz bol para ver: / Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder!" dizeleriyle eleştirir. İsim vermeden Fikret'i "Zangoç" yani kilise hizmetçisi olarak nitelendirir.
Fikret ise, ölmeden bir süre önce Akif'e cevap olarak yazdığı ve kendi ateistliğini son kez tescil ettiği Tarîh-i Kadîm'e Zeyl'de, Akif'i "Molla Sırad" şeklinde hicvetmeye çalışır. Kitaba dayanan dinî inançları reddettiğini belirten Fikret, "tabiat dini"ne inandığı vurgusunu yapar.
AKİF, FİKRET'İN ÖLÜMÜ ARDINDAN KONUYU KAPATTI
Türk edebiyatında geniş yankılar uyandıran bu tartışmada, birçok dostunun ifadesine göre Fikret, Tarih-i Kadîm'in yayımlanmasını istememiş, yayımlanmasından da müteessir olmuştur. Tarih-i Kadîm'e cevap yazan Akif de, doğrudan doğruya Fikret'le ve diğer şairlerle ilgili 49 beytini Safâhât'a dâhil etmemiştir.
İki şair arasındaki bu tartışma, Tevfik Fikret'in ölümünden sonra Mehmet Akif tarafından üzerinde durulmayan bir konu olmuştur. Daha sonra yeniden başlatılan bu tartışma, uzun yıllar boyunca sürmüş, 1940'lı yıllarda daha da alevlenmiş, farklı yazarların kaleminden tartışılmıştır.