Cesur ve kendine özgü olan edebiyatta delilik
Delilik nasıl bir deneyimdi acaba? Bir özgürlük deneyimi mi yoksa ruhun her bir tarafından yırtıldığı, parçalandığı bir ıstırap deneyimi mi? Bu deneyimi kim, hangi dille ifade edebilirdi? Yaratıcı, ince detaylarla oynamaya meraklı; aynı zamanda da çoğu kez yaraları kanatan, deşen ve bilindik cevapları ters yüz eden, sorgulayan, cesur ve kendine özgü bir dil kuran edebiyatçılar da bu sorulara yanıt aradılar.
"Hayattan ancak deliler zevk alır"
Türk Dil Kurumunun yayınladığı Türkçe Sözlük'te deli sözcüğü: "Aklını yetirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan, mecnun" şeklinde tanımlanır. Türkçe Sözlük'ün temel kaynaklarından başta Şemseddin Sami'nin Kamus-ı Türki'si olmak üzere belli başlı Osmanlı lügatlerinde de sözcük için aşağı yukarı aynı anlamlarla karşılaşırız.
"Kut" gibi, "akı" gibi "deli" sözcüğünün kökeni de bazı kaynaklarda Türkçe asıllı, bazı kaynaklarda ise Arapça asıllı olarak gösterilir. Sözcüğü Türkçe asıllı kabul edenler "télwe/ télbe / tilbe" biçimini; Arapça asıllı olduğunu kabul edenler ise "delil (öncü anlamında)" biçimini kök olarak kabul ederler.
Deli sözcüğüne ilk olarak tĆlve biçimiyle Eski Uygur metinlerinde rastlanılır. Karahanlı sahasında sözcük ve türevleri şunlardır: "telbe: Deli, mecnun; telü: Ahmak; telwe: Deli; telwelik: Delilik, cinnet"
DELİLİK VE MECNUN
"Delirme, çıldırma, delilik" anlamlarına gelen "cünûn" kelimesi, gözle görülmeyen lâtif cisimlerden ibaret bir cins mahlûkatı ifade eden Arapça "cinn" kelimesinden türemiş bir isimdir. İslam dinince de kabul görmüşlerdir. Bu mahlûkatlar duyularla idrak edilemediği için insandaki korku ve merak duygularını harekete geçiren olağanüstü varlıklardır. Cinlerin de tıpkı insanlar gibi ibadet ettikleri ve bazılarının mümin bazılarının kâfir olduğu bilinmektedir. Kur'an'da geçen "Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." ayeti bu bilgiyi doğrular niteliktedir.
Âşıklık halini anlatmada kullanılan kavramlardan biri de "cünûn"dur. Ancak bu benzetmede söz konusu olan delilik, "akıl eksikliği veya yoksunluğu" anlamındaki delilik olmayıp, aşk sebebi ile aklın saf dışı olması ve bunun sonucunda iradenin elden gitmesi anlamındadır. Aşkın sebep olduğu bu durumdan ötürü aşığın topum içerisindeki taşkın davranışları ile delinin toplum içerisindeki durumu arasında olan görünüşteki benzerlik, âşık için "sarhoşluk" yanında "cünûn"un da sembol olarak kullanılmasına zemin hazırlar. Cünûn âşıklık sembolü olarak kullanılırken "mecnûn" da aşığın sembolü olmuştur. Aşk halini anlatmada bu semboller kullanılmıştır; çünkü bunlar "Hak yolcusunun tavırlarına insanlık mertebesi içerisinde en yakın düşen tavırlardır"
DELİLİK İLK İNSANDAN BERİ VARDI
"İnsanın doğasında akıllılıktan ziyade delilik vardır"
(Bacon)
Semavî ve semavî dışı dinlerin hepsinde insanlar bir baba ve anadan doğdu. Dört büyük dine göre bunlar, Hz. Adem'le Havva, Türk mitolojisinde Törüngey'le Ece'ydi. Adem de Törüngey de deli olarak kabul edilirler. Çünkü yasakları bozup cennetten kovulmak, hayatın zevkine kapılmak delilikti. Yasaklara, dolayısıyla düşünce bağnazlığına karşı isyan eden deli, ilk insanın kendisiydi. Cennetten kovulmakla insanlığın kaderini değiştiren ilk insan, deli olarak adlandırılan ecdadımızdı. İlk insana, ecdadımıza, Allah'ın (cc) ilk peygamberine verilen delilik, ilahî bir lütuftu, gerçek bilgeliğin kendisiydi, ermişlikti, Rabbine olan sonsuz aşktı.
Dinî inançları çıkara çevirenler ve aklın dar mantığından kurtulamayanlar tarafından peygamberlerin de çoğu zamanlarında deli muamelesi görmüş, taşlanmış, dışlanmış, öldürülmek istenmişlerdi. Hatta inanmayanlar tebliğ için gönderilen elçilere de inanmayıp onlara deli ismini takmış, bununla da yetinmeyip toplumdan men etmeye kalkışmış, tebliğden vazgeçirmeye çalışmışlardı.
Allah-u Teala Kur'an'da mecnun kelimesiyle bu durumu şöyle açıklar: "Ondan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumun yalancı olduğunda ısrar ederek, 'O, delirdi' dediler. Ve Nuh davetten vazgeçmeye zorlandı. Bunun üzerine Rabbine, 'Ben yenik düştüm. Bana yardım et!' diyerek yalvardı". Başka bir yerde "Musa dedi ki: O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir. Firavun: Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir, dedi. Musa devamla şunu söyledi: Şayet akıl etseniz; O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir". (Kamer Suresi 54/9-10; Şuarâ Suresi, 26/26-28)
Mekke'nin ileri gelenleri de, başta amcası Ebu Leheb olmak üzere, Hz. Muhammed (sav) hakkında o bir kâhindir, o bir delidir dediler. Peygamberimize deli diyenlere kendisi değil de Kur'an; Kalem, Fussilet, Zariyat, Araf, Tekvir ve diğer surelerdeki ayetlerle cevap verdi.
İSLAMİYET'TEN DELİYE HOŞGÖRÜ
İnsanlar üç sınıftır. Deli, yarı deli ve akıllı. Deliye gelince, sana ondan bir zarar gelmez, yarı deliye gelince o seni yorar, akıllıya gelince o sana yük olmaz.
Eski Yunan ve Roma, sonraki Hristiyan medeniyeti deliyi değil, toplumu deliden korumanın yollarını aktarırken İslam'dan önceki ve sonraki Türk toplumu ve genelde İslam dünyası deliyi korumayı amaçlar.
Çünkü İslam dini, tümüyle insanı iyiliğe çağıran mesajları içerir. O bakımdan deliyi korumak yasal kurallarla belirlenmeyen, âdete, ananeye, örfe dayalı yükümlülüktür. İslam toplumunda deliler yalnızca siyasî ve dinî otoriteyi sarsacak davranışlarından dolayı cezalandırılmıştı.
DELİLERİN DIŞ GÖRÜNÜŞLERİ
Deliler yünden yapılmış elbise ve yünden yapılmış gömlek giyerlerdi. Üzerlerinde çok zaman kolları, yakaları açık tek bir hırka olurdu. Onlar harabelerde, hamamların külhanlarında, kabristanda yatar, insanların içine karışmazlardı.
Türk kültüründe şamanlar da heybetli görünüşleri ile diğerlerinden ayrılırlar. Nitekim şaman anlatılarının birinde şamanın korkunç görünüşü şöyle tasvir edilir: "Yüzüne ve gözlerine bakınca insandan çok, acayip yaratıklara benziyordu. Göğüsleri ve karnı şişmişti, beli kamburlaşmıştı. Ayakları eğri, alnı çökmüş, kaşları ise seyrekti. Uzun beyaz saçlarını, sarkık çenesini, ayrık dişlerini, iri ve etli dudaklarını görseler öteki dünyadan geldiği düşünülürdü. Ayrıca şaman şaşıydı. Kamlık yapmadan önce esnediği sırada ağzı kulaklarına ulaşırdı. Kamlık ederken dualar okur, güçlü ruhlarını kendinde toplar ve atılıp düşerek dans etmeye başlardı. Bu halini gören onun insan olmadığını, kötü bir ruh olduğunu düşünürdü. Başını geriye doğru eğerek gözlerinin beyazını açığa çıkarıp büyücülüğe başladığı zaman, oradaki insanlar titremeye başlar, tüyleri diken diken olurdu"
DELİLERİ DE BİRBİRİYLE EŞ TUTMAMAK GEREKİR
"İnsanların nazarında deli; küfreden, söven, taş atan, elbiseyi yırtan veya onların geleneklerine muhalefet edip, kötü gördükleri şeyleri yapandır"
*Aklî dengesi olmayan ve doğuştan deli olanlarla, bir tecelliden, ilahî aşkın şiddetinden, Hüsnü Mutlak'ın güzelliğinden delirenleri;
*Çeşitli nedenlerden, meselâ şarap içmekten, baharın gelişinden, kanın coşmasından, esrar çekmekten aklını kaybedip delirenlerle, aşırı sinirden cinnet geçirenleri;
*Fiziksel travmalardan akli selimini kaybedenlerle, bazı toplumsal baskılardan dolayı kendini deli gibi kaleme verenleri;
*Atılgan, dürüst, gözü pek olanlar, yani doğal olarak delikanlı, deli dolu olanlarla, deli veya zırdeli diye adlandırılanları;
*Allah'ın güzel sıfatlarının azameti karşısında sürekli cezbe halinde olanlarla, delilik hastalığına yakalananları;
*Deli muamelesi görenlerle, cinnet geçirenleri ve nihayet bunların hepsiyle kutsal delileri ayırmak gerekir.
Netice olarak toplum hiçbir zaman kendi kurallarına ters düşen düşünceyi, hareket ve tavırları kabul etmez. Bütün zamanlarda bu tür aykırı davranışlar, sıra dışı haller kültürel bir olgu olarak delilik gibi algılanır.
TÜRK KÜLTÜRÜNDE DELİLİK İÇERİĞİ GENİŞ TUTULUR
Melâmet erlerin baş buğı
Deliler haylinin ser-defteridir
(Hazretî)
Türk kültüründe deli ve delilik çok çeşitli, çok anlamlı bir kavram olup şamandan sufiye, âşıktan komik tiplere, tanrı oğlundan evliyaya, hastanelerde tedavi görenlerden, çılgın kahramanlara, esrar ilmini bilen evliyalara kadar geniş bir kavramı içerir.
Türk kültüründe deli denildiğinde; oldukları mevkiye, çeşitliliğine, yerine, tarzına bakmaksızın her bakımdan normalin dışında olanlar kastedilmiştir. İnsan doğasının fevkaladeliklerini, hürriyetini deliler kadar genişleten ikinci bir çeşit zümre yoktur.
EDEBİYATTA DELİLİK İNSANLIKLA ORTAYA ÇIKMIŞ SAYILABİLİR Mİ?
"Delilik sandığınız şeyin sadece duyuların keskinleşmesi olduğunu söylememiş miydim ben size?"
(Edgar Allan Poe)
İnsanlığın varoluşuyla yaşıt bu kavram edebiyatta da her zaman var oldu. Bundan dört asır önce Cervantes, yel değirmenlerine karşı savaşan bir şövalyenin maceralarını yazıyordu. Dostoyevski, "Don Kişot"u her ne kadar bir ironi olarak yorumlasa da, aslında kitap düpedüz bir delilik öyküsü üzerine inşa edilmişti. Günün yarısını at üzerinde geçiren Don Kişot, Panza'ya, karşısına çıkan yel değirmenlerinin tanrı yolunda savaşmaları gereken devler olduğunu söylüyordu. Sanço Panza ise bu deliliğin dışında, şövalyenin sanrılarına şahitlik ediyor ve ona bu hayali savaşında yardımcı oluyordu.
Dodgson'ın Lewis Carrol mahlasıyla kurguladığı masalı "Alice Harikalar Diyarında". Bahçe bembeyaz güllerle bezeli ancak üç bahçıvan gülleri harıl harıl kırmızıya boyuyorlar. Çünkü burası Kupa Kraliçe'sinin bahçesi ve o her şeyin kırmızı olmasını ister. Bir çemberin etrafında yarış kıyasıya devam ederken Kızıl Kraliçe o meşhur sözünü haykırıyor: "Aynı yerde kalabilmek için sürekli koşmalısın." Kraliçenin bu sözü kitabı aşarak felsefeye ve biyolojiye de "Kızıl Kraliçe Etkisi (Teorisi)" olarak girmiştir. Eser bir deliyi anlatmaktan öte delilik halinin en uç örneğini teşkil eder.
EDEBİYATIMIZDA SÖZLÜKTE VERİLEN İLK ANLAMIYLA KULLANILDI
Türkçe Sözlük'te ilk olarak verilen anlam olan: "Aklını yetirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan, mecnun" daha çok divan edebiyatımızda kullanılmıştır. Bu edebiyatımızın kahramanlardan biri de Mecnun adıyla bilinen Kays'tır.
"Divân edebiyatında aşık, sevgilinin zincir gibi saçlarıyla bağlanmış bir deliyi andırır. Çünkü deliler iyileşinceye dek zincir ile bağlanır. Delinin ne yaptığını bilmiyor oluşu da aşığın haline uygun düşer. Aşığın delirmesi için birçok neden bulunabilir. Divâne, mecnûn, şeydâ, şûrîde, vâlih gibi eş anlamlıları da kullanılan deli yaptığı işin sonucunu düşünemez. Deliye sır emanet edilmemesi, hilekâr sevgiliyle boy ölçüşmeye kalkmanın delilik olduğu, Kays'ın da delirmiş oluşu ve bu nedenle mecnûn diye anılması vs. hep divân edebiyatında deli imajıyla birlikte anılmıştır…
DELİLİK FIKRA KONUSU OLUR
Türkçe Sözlük'te deli sözcüğü için verilen ilk anlam: "Aklını yetirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan, mecnun" anonim halk edebiyatı ürünlerinden fıkralara da konu olur. Deli fıkraları anonim halk edebiyatımızın zengin mahsullerindendir. Bu fıkralarda deli/delilik bir mizah unsuru olarak görülmüş, hatta normal düzene bir başkaldırı olarak algılanıp takdir dahi görmüştü.
DELİLİK HALK EDEBİYATINDA ALP/ ALPEREN TİPİ OLUR
"Yiğitin delüsü makbul olur."
(Hamza-nâme)
Sözcüğün "Davranışları aşırı ve taşkın olan (kimse), çılgın" anlamı ise genellikle halk edebiyatı anlatılarında ve alp /alperen tipi anlatımında kullanılır. Bu anlamda Köroğlu'nun 777 Delisi, Dede Korkut'un Deli Dumrul, Deli Karçar ve Deli Dündar'ı, Karagöz'ün Tuzsuz Deli Bekir'i ilk akla gelen örnekler. Ömer Seyfettin'in Başını Vermeyen Şehid hikâyesindeki Deli Mehmed, Deli Hüsrev portrelerinde de bu tip resmedilir.
Bu tipin ilk örnekleri destanlardaki "alp" in karşılığıdır. Oğuz Kağan, Alp Er Tonga bu tipin bilinen ilk örnekleridirler. İlk İslami dönemle birlikte alp tipi İslami bir kisveye büründürülerek alperen tipi ortaya çıkmıştır. Bunda asker ocağının peygamber ocağı sayılması da etken olur.
ASKERİ BİRLİK OLAN DELİLER
Osmanlı döneminde ise durum biraz daha farklı. Deli sözcüğü aynı zamanda askeri bir terminolojidir. Deliler, Osmanlıda akıncıların kolundan biriydiler. Sadece Türklerden değil, diğer Osmanlı tebaasından da seçiliyorlardı. Yeniçeri Ocağı kendilerini nasıl Hacı Bektaş'tan el almış, ona mensup bilirse; Deliler'de kendilerine Hz. Ömer'i pîr olarak kabul etmişlerdi.
Deliler, her birine 'bayrak' denilen elli altmış kişilik ocaklara ayrılırlardı. Birkaç bayrak birleştirilerek bir delibaşının emrine verilirdi. Delibaşıların emrinde gönüllü ağası, bölük ağası unvanlarını taşıyan daha küçük rütbeli deli zabitleri vardı. Deli askeri olmak isteyen bir genç önce 'zobu' adıyla ocak ağalarının birinin yanına verilip yetiştirilir, burada ocağın usul ve kaidelerini öğrenirdi. Kendini ispatladıktan sonra din ve devlete hizmet edeceğine, hiçbir kavgadan geri dönmeyeceğine dair söz verirdi. Daha sonra törenle başına deli kalpağı giydirilir ve "ağa çırağı" olarak deftere kaydedilirdi. Sırası gelen genç ağalığa geçer, hatta delibaşlılığa bile yükselirdi. Verdiği sözü tutmayan, ocak kurallarına uygun hareket etmeyen deli, başından kalpağı alınıp keçe külâh giydirilerek teşhir edildikten sonra ocaktan kovulurdu.
Deliler, sefere ordunun önünde giderler, savaş sırasında gözlerini budaktan sakınmayarak düşman saflarını yarar, taburlarını deler, canlı esirler alarak onlardan düşman hakkında bilgi edinilmesini sağlarlardı.
Bu ocağın on yedinci yüzyılda bozulduğu, pek çok celali isyanında başı çektiği, halka zulüm ettiği bu yüzden öldürülmelerinin câiz olduğu yolunda ferman çıkartılmıştı. Dede Korkut'un yazıya geçirildiği dönemde Deliler altın çağını yaşıyordu.
Osmanlı dönemi metinlerinin sözlüğü konumundaki Tarama Sözlüğü'nde deli için verilen "Zorlu, azgın, korkunç surette" anlamları bu dönemde gücünü fayda için değil; zarar için kullanan bir tipi tasvir eder.
Oğuznamelerde deli sözcüğü ayrıca rüzgar için insandan doğaya bir aktarma örneği olarak kullanılmıştı.
KLASİK EDEBİYATTA DELİLİK
Âşıkta delilik bir hastalıktır. Hastalık ve delilik ile ilgili hususlar, aşığın bedeni, gözü, gönlü ve kalbi ile ilgili olarak ele alınır. Bunun yanında aşığın kendisi de deli ve hasta olarak vasıflandırılır. Aşığın hastalığı aşk, ayrılık, sevgilinin ve rakibin cevr ü cefâsı ile rûzgâr (zaman) sebebiyle ortaya çıkar. Zayıf bir beden, bükülmüş bir bel, sararmış bir beniz ve güçsüzlük en önemli belirtileridir.
Divan şiirinde tabip olan sevgilidir ve âşığın hastalığının ilâcı da onun vuslatıdır. Delilik halinde ise, aşk hastalığı âşıkta ileri dereceye ulaşmış olması ve bütün kötü davranışlara ve vefasızlığa rağmen, sevgiliden vazgeçememesi şeklinde karşımıza çıkar.
Divan şairleri de kendilerini "mecnûn" olarak nitelerken, zincire bağlı olmaktan da bahsederler ki, onların bağlı olduklarını ifade ettikleri zincir, sevgilinin saçlarıdır. Saçın tasavvufta kesreti sembolize etmesinden yola çıkarak da diyebiliriz ki, şairlerimizin bahsettikleri bu zincire bağlı olma durumu, kesretten arınamamış olmanın sembolik bir ifadesidir ve bu da "kat'-ı 'alâ'ik" kavramının karşısında yer alır.
Bunun yanında "'akl" kelimesinin " 'ikâl/'akala (bağlamak, bukağı tutmak, köstek vurmak)" kökünden gelmesi ve bu yönüyle de sınırlandırılmışlığı ifade etmesi bakımından zincir, aklın sembolü olarak da düşünülebilir. Ayrıca akıl, kişiyi toplum kurallarına uymaya ve böylelikle hayatına bir sınır getirmeye mecbur etmesinin yanında, dünyevî ve uhrevî hayata da kayıtlı kılmakta. Aklın bütün bu özellikleri ise, kayıtlı olmayı ve sınırlandırılmışlığı çağrıştıran zincirle örtüşür.
DÜNYA EDEBİYATINDA DELİLİK
Kimse seni övmezse sen kendini öv!
(Erasmus (1469-1536), Deliliğe Övgü)
"Halk arasında hâkim olan delilik ve çılgınlık türlerini burada anlatmaya kalkışsam, delilerin en delisi olurdum. O zaman da Demokritos bana kahkahalarla gülmekte haklı olurdu… Şairler bana o derece minnet borçlu değildirler; meslekleri doğrudan doğruya benim sunduğum armağanlara doğal bir hak kazandırır. Bildiğiniz gibi, şairler, durmadan delilerin kulaklarını saçmalarla, komik masallarla dolduran başına buyruk bir millettir." Erasmus, "Deliliğe Övgü"de deliliği bir vücuda tanımlar ve konuşturur. Dünyanın ona, deliliğe ne denli ihtiyacı olduğunu vurgular.
Delilikle ilgili yazılmış en kapsamlı araştırmalardan biri Louis A. Sass'ın "Delilik ve Modernizm". Nietzsche'nin "Büyüyen bilinç tehlikedir, hastalıktır" sözüyle başlayan eser, deliliğin Batı imgelemindeki yerini, düşüncenin varoluşundaki etkisini, akıl kavramının çıkışı ve bugünün dünyasına taşınmasına dek geçen serüveni anlatıyor. Sass aynı zamanda, deliliğe dokunan sayısız esere gönderme yapıyor ve geniş bir kaynakça ortaya koyuyor. Delilik gerçekte bir eksiklik mi, hastalık mı ya da günümüz dünyasının faydacı akımına darbe vuran bir hiççilik hali mi? Tüm bu sorulara kitapta cevap bulmak mümkün.
Halil Cibran deliliğin fark edilişini şöyle özetler: "Nasıl delirdiğimi soruyorsun. Şöyle oldu: Tanrıların çoğu daha doğmadan çok uzun zaman önce bir gün, derin bir uykudan uyandım ve bütün maskelerimin –kendi yaptığım ve yedi hayatta taktığım maskelerin– çalışmış olduğunu gördüm, kalabalık sokaklarda, 'Hırsızlar, hırsızlar, Tanrı'nın cezası hırsızlar' diye bağırarak koştum." Burada "deli" maskelerinden arınmış insandır. İlk başta bu bir kayıp gibi görünse de aslında sonradan tam bir zafer olduğunu hissettirir. "İlk defa için güneş çıplak yüzümü öptü ve ruhum güneşe karşı sevgiyle tutuştu. Bir daha maskelerimi aramadım ve kendimden geçercesine haykırdım: 'Şükürler olsun, maskelerimi çalan hırsızlara şükürler olsun!' Deliliğimde hem özgürlüğü hem güvenliği buldum; yalnızlığın özgürlüğünü ve anlaşılmazlığın güvenliğini, bizi anlayanlar bizden bir şeyleri tutsak ederler çünkü."
Diğer bir deli, Gregor Samsa, birgün uyandığında kendisini bir böcek olarak bulur. Kimseye görünmemek için kendini odasına hapseden Samsa sırtına saplanan bir elma ile ölür.
(Derlenmiştir.)