Fatma Bayram ile Elmalılı Hamdi Yazır’dan Fatiha tefsiri okumaları - 2
Ramazan ayı boyunca her perşembe 17.30'da Fikriyat Instagram canlı yayınında, Elmalılı Hamdi Yazır'dan Fatiha Tefsiri Okumaları yapan yazarımız Fatma Bayram, ilk derste Fatiha suresinin giriş kısmından, ayetleri ve fasıla meselesini değinerek, besmelenin ayet olup olmaması gibi önemli konuları açıklamıştı. Bayram, ikinci dersi ise besmele tefsirine giriş yaparak açtı. Ramazan'da her perşembe 17.30'da canlı olarak dinleyebileceğiniz bu dersin önemli noktalarını sizler için bir araya getirdik.
📌BESMELE TEFSİRİ
▪ Besmele zahirde (görünürde olan, görünen, belli, açık) Bismi, Allah, er-Rahman, er-Rahim olmak üzere 4 kelimedir.
▪ Hakikaten ve hükmen ise yedi kelimedir çünkü besmelenin "B" ب harfi ile Rahman ve Rahim isimlerinin başındaki harfi tarifler de birer kelimedir, gramer olarak…
Harfi tarif: Arapçada addan önce gelerek onun belirli olduğunu gösteren elif ve lam harfleri, tanımlık.
▪ Besmeleye mahsus olarak hemze hazf olunur. Yani başka yerde başka cümle içinde isim kelimesinin geldiği yerlerde değil, besmeleye mahsus olarak ismi kelimesinin hemzesi hazf olunur ve doğrudan doğruya "b"den "sin"e geçilerek yazılır. Ve ivaz olarak (onun yerine), «bi» nin başı uzatılır.
Hemze: Hemze, Arap alfabesinde tek başına bir harf olmayıp elif harfinin harekeli hâlidir.
Hazf: Aradan çıkarma, çıkarılma. Yok etme, silme, ortadan kaldırma, giderme, düşürme.
📌HER İLİM BİR KONUDAN BAHSEDER
▪ "Malûmdur ki, hakikî her ilmin yegâne bir mevzuu vardır." Yani her ilim bir konudan bahseder.
"İlmi hikmeti Kur'an'ın mevzuu ise Allah ile âlem ve bilhassa insanlar ve insanların ef'ali beynindeki alâka ve münasebettir."
▪ Yani Kur'an bize hangi konuyu işler? Allah ile âlem arasındaki ilişkiyi; Allah ile insanlar arasındaki ilişkiyi ve insanların işleri, davranışları arasındaki ilişkiyi… Biz ne yaptığımız zaman, Allah katında ne oluyor, bundan bahseder.
Efal: Fiiller, yapılan işler, eylemler
"İşte bir ülûhiyet ve ubudiyet alâkasında hülâsa olunan ve evvelen Fatiha'da, saniyen bütün Kur'an'da alettedric tafsil edilen bu nisbet tamamen Besmeledeki "bâ"/ب 'nın manasıdır."
Uluhiyet: Allah'ın, kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile her şeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi anlamına gelmektedir.
Ubudiyet: Zâhirî ve bâtınî açıdan Allah'a tam kulluğu ifade eden tasavvuf terimi.
Saniyen: İkinci olarak. İkinci derecede.
Tavsil: Ulaştırma, vardırma.
▪ Bütün Kur'an, Allah ile âlem, insanlar ve insanların davranışları arasındaki ilişkiyi anlatır, derece derece ve bütün bu ilişki besmelenin "bâ"sının manasıdır. Çünkü "B" ب, Arapçada daima bir fiile veya şibhi fiile (fiilimsi) taallûk (ilgisi bulunma, ilgisi olma) eden ve onu bir isme rapteyleyen bir edat, harf-i cerdir. Yani besmele bir fiile bağlanır ve o fiili bir isme rapteder.
Harf-i cer: Kendi başlarına bir anlam ifade etmeyen ancak ismin önüne geldiklerinde ona ek anlam katan harflere denir.
Raptetmek: Bir şeyi bir yere tutturmak, iliştirmek ya da iki şeyi birbirine iliştirmek, bağlamak.
▪ Asıl manası "ilsak"tır (bitiştirme, yapıştırma). Fakat bu ilsakın mülâbeset ve müsahabet, istiane, sıla, kasem gibi birçok tenevvüatı yani çeşitleri vardır. Yanılmıyorsam zamanında bakmıştım; "B" harf-i cerinin 20 kadar manası var.
Harf-i cer: Kendi başlarına bir anlam ifade etmeyen, ancak ismin önüne geldiklerinde ona ek anlam katan harflere harf-i cer denir.
▪ Besmele'deki B'de müfessirler, yalnız musahabet (bir arada bulumak) ve istiane (yardım isteme) manalarından birini gösterirler. Musahabet birarada bulunmak demek. Biz Bismillahirrahmanirrahim dediğimizde Rabbimizin Allah, Rahman ve Rahim isimleriyle bir arada, işe başladığımızı ifade etmiş oluyoruz. Yalnız dikkat edin Cenab-ı Hakk'ın zatıyla değil isimleriyle bir arada başlamayı ifade etmiş oluyoruz. Veyahut da istiane onun bu isimlerine sığınarak, yardım isteyerek başlamış oluyoruz.
📌İSİMLERİN TAKSİMİ
İsim, Allah, Rahman ve Rahim kelimelerinin açıklamaları
▪ İsim; asıl lugatta bir şeyi zihne refeden; alâmet ve dâl demektir.
Dâl, delalet eden demek; zihne refetmek kaldırmak demektir. Mesela size ağaç dendiğinde, zihninizde hemen bir ağaç şekli canlanıyor. İşte isim, bir şeyi zihne refeden alamet ya da dâldır.
▪ Örfte yalnız başına anlaşılır bir manaya delâlet eden kelime diye tarif olunur ki,o manaya veya onun hariçte veya zihinde tahalluk - tahakkuk ettiği masadakına (gerçeğe uygun) müsemma denilir. Mesela tencere kelimesinin kastettiği varlığa da müsemma denir. Siz bir kelimeyi duyduğunuzda o kelimenin kastettiği varlık, manadır; örneğin; şefkat bir isimdir, bir duygunun ismidir.
▪ Çok şefkatli dediğimizde zihninizde yine bir mana oluşuyor, belirsiz kalmıyor. Dolayısıyla şefkat, tencere, ağaç kelimelerinin kastettiği manalara da müsemma deniliyor. Müsemma isimlendirilmiş demektir.
▪ Sıfatlar da isim grubundandır. Kırmızı hırka dediğimizde kırmızı da bir isimdir. Bunun için isimler, ismihas veya ismi alem, ismicins veya ismi âm diye taksim olunduğu gibi ismi zat veya ismi sıfat diye de tefrik olunuyor.
▪İsmihas özel isim demek; ismi alem de özel isim demek… Aralarında küçük bir nüans var. İsmihas o varlığı görmeden bilmeden ona konulmuş isim demek. Yani doğmamış çocuğun ismini koymuşsanız en baştan, o isme ismihas deniyor. Doğduktan sonra koymuşsanız o artık ismi alem oluyor. Bunu ayırt etmek de çok kolay, alem alametten geliyor. Yani artık o isimle kastedilen bebeğin şeklini şemalini siz biliyorsunuz, gözünüzün önüne getirebiliyorsunuz. Pratikte bu farkın bir anlamı, değeri yok ama edebi açıdan küçük bir nüans var.
▪ İsmicins veya ismi âm bir türün ismi veya genel isim diye taksim olunabildiği gibi ismi zat veya ismi sıfat diye de tefrik olunur. Allah Teâlâ'nın Esma-i Hüsna'sında bu farkın ehemmiyeti vardır.
▪ Lafzatullah yani Allah, mabudu hakkın ismi hasısıdır. Çünkü biz görmedik Allahu Teâlâ'yı… Zihnimizde tasavvur ediyoruz. Onun varlığını biliyoruz. Allah isminin ona isim olduğunu biliyoruz. Ama bunu, onu gördüğümüz için değil; o ismin onu ifade ettiğini bildiğimiz için biliyoruz.
▪ Daha doğrusu, ismi zattır ve ismi alemdir. Yani Kur'an bize bu zatı ecellüâlâyı, sıfatı kemaliyesi ve Esma-i Hüsna'sı ile tanıtacak, bizim ve bütün âlemlerinin ona olan nisbet ve alakamızı bildirecektir. Kur'an'ın amacı, geliş maksadı budur.
▪ Allah Teâlâ'yı bütün detaylarıyla, sıfatlarıyla isimleriyle bize tanıtmak; alemin ve bizim, bütün alemlerin onunla ilişkimizi bildirmektir. Kur'an bunun için gelmiştir. Ana konusu budur.
Önemli not: Bazılarımız esmalar diyor, Allah Teâlâ'nın isimleri için… Esma zaten isimler demek. Esma-i Hüsna, Allah Teâlâ'nın en güzel isimleri demek… Onun için ya isimler demek lazım ya da esma...
▪ "Müsemması olan zatı ecellüâla, vücudunda, bakasında, tekemmülâtında bir illeti ulâ olduğu gibi…"
▪ Burayı önce açıklayalım: Kâinatın varlığında, devamında ve mükemmelleşmesinde, kainattaki tekamülde; illeti ulâ olduğu gibi Allah ismi celâli de lisanı irfanımızda öyle bir mebdei has ve âlâdır.
▪ İlleti ulâ: Kainatı var eden, onu ayakta tutan, içerisindeki mükemmelliği, gelişmeyi var eden ve mümkün kılan ilk sebep Allah Teâlâ'dır. Bunu kavramamız önemlidir. Yani her şeyi en başta planlayan, tasarlayan, ilk hareketi vererek sistemi başlatan demek… Peki başlattı, her şeyi çok mükemmel tasarladı bir saat ustası gibi… Ondan sonra bir daha kainata karışmıyor mu? Hayır! Biz bunu Cenab-ı Hakk'ın isimlerinden biliyoruz. Örneğin; Kayyum ismi, kâinatın üzerinden bir an bile elini çekecek olsa, varlık alt üst olur, tepetaklak olur, demek. Yani varlığın devam etmesi de bekası da tekemmülatı da ona bağlı, borçlu.
▪ Nasıl ki Cenab-ı Hakk'ın zatı; bu âlemin vücudunda, meydana gelişinde, devamında ve tekamülünde bir numaralı sebepse; Allah ismi celali de bizim irfanımızda, kainatı anlayışımızda öyle bir mebdei has ve âlâdır. Yani zatı varlık için olmazsa olmaz ise Allah ismi de bizim irfanımızın olmazsa olmaz unsurudur. Allah Teâlâ'ya bağlanmayan hiçbir ilim, açıklama, Allah Teâlâ'yı hesabı katmayan hiçbir anlam arayışı hedefine ulaşmayacaktır.
Mebdei: (Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan, kendisi.
▪ "Hak Teâlâ'nın biricik varlığı tasdik olunmadan âlem ve nizamı âlem; his ve şuuru bir hayalden bir seraptan def'i nakabil bir ıztıraptan ibarettir". Giderilmesi mümkün olmayan bir ıztırap olur.
▪ "Allah" kelimesi anahtar bir kelimedir. Bütün ilimler, açıklamalar, anlam arayışları hepsi Allah ismine bağlanmalıdır. Onun isminin girmediği hayatla ilgili, varlıkla ilgili bir denklem başarısızdır, hedefine ulaşamaz.
▪ Bütün bu hayat, def'i nakabil bir ıztıraptan ibaret kalacağı gibi bütün malûmat ve maarifimizde iki ucu bir yere gelmiyen ve varlığımızı silip süpüren, perişan fikirlerden, meâlsız bir gubarı intıbadan ibaret kalır. Bir toz bulutu olur.
▪ İlimlerimiz, fenlerimiz, bütün malumat ve maarifimiz, biriktirdiğimiz irfan, kültür hepsi dağınık olur. Bir amaca ulaşmaz, işlevsel olmaz.
▪ Bunun içindir ki, bütün ulûm ve fünun küçük küçük birer mevzu etrafında, zihnimizde topladığımız ilimleri tensik ede ede, nihayet son tensikte son aşamada bir ilmiâlâ ile bizi bir huzuru vahdete ila etmek, ulaştırmak için çalışır, durur.
📌EN YÜKSEK İLİM ALLAH'I BİLMEKTİR
▪ Biz iman edenler Allah inancı içinde doğduğumuz için, etle tırnak gibi olduğumuz için iman etmemenin nasıl bir boşluk ve anlamsızlık meydana getirdiğini bilememiz mümkün değil. Hayal bile edemiyoruz. Her öğrendiğiniz şeyi Allah inancıyla birleştirdiğiniz zaman (ahlaki, tasavvufi, fizik, ekonomi) bu ilimler insanlığın hayrına anlamlı, faydalı bilgiler oluyor.
HER "ALLAH" DİYEN BİLGİLERİNİ O İNANÇLA BİRLEŞTİREBİLİYOR MU?
▪ Birleştiremiyor. Araya nefis, çıkar, menfaat duyguları giriyor. Alışılmış dünyadaki düzen var, kimisi ona tabi oluyor ve düşünce dünyasında Allah inancı bir tarafta; yaşantısı diğer tarafta, kompartımanlar arasındaki ilişki bağı kopmuş oluyor. Bu bağ koptuğu zaman da dine sığınmak istediğinde bir kompartımana geçiyor; dünya işleri göreceği zaman da diğer kompartımana geçiyor. Bu da onun Allah inancının işlevsel olmaması ile sonuçlanıyor yani Allah'a inanıyor ama bu ne işinde, gücünde ne ilişkilerinde ne ailesinde ne para kazanırken ne harcarken hiçbir yerde Allah inancının sonuçlarını göremiyorsunuz.
▪ Cisim mefhumunda madde ve kuvvetle hareket ve sükûn nisbetinde, tevhid olunmayan bir ilmi tabiî; bud, mekân ve zaman nisbetinde, kemmiyet mefhumunda toplanmayan bir İlmi riyazî; şuur mefhumunda, cisim ve ruh nisbetinde toplanmayan ve İlmünnefis; hariç ve zihin nisbetinde, hak mefhumunda toplanmayan bir Mantık; hayır ve şer mefhumunda, hüsnü kubuh vicdanında toplanmayan bir Ahlâk, nihayet illiyet nisbetinde ve vücut mefhumunda toplanmayan bir Hikmet, bir Felsefe bulamayız.
📌 İLLET İLE MALUL ARASINDAKİ İLİŞKİ NEDİR?
"Bu nisbet ise illet denilen bir vücudi mukaddem ile, malül denilen bir vücudi muahharın alâkasını ifade eder ve bütün âlemin nizamı dediğimiz de bu alâkai vahidedir."
▪ Bu nisbet ise illet denen bir "vücud-u muhakkem" var, başta bir illet var ve onun malûl denilen bir sonucu var, bu bütün âlemin nizamı dediğimiz illet ile malûl arasındaki ilişkidir. Yani ne, neye sebep oluyor? Hangi unsur, neyi tetikliyor ve sonuçta ortaya ne çıkıyor? Bütün varlık budur, bunu anlatır.
"Binaenaleyh biz o iki vücudu tasavvur ve tasdik etmeden bu nisbeti tasavvur ve tasdik edemeyiz, sonra bu tasdikımızı da (hakdır) diye zihnimizle vakiin nisbeti intibakını taahhüt eden hakikati hakka istinad ettirmezsek bütün mesaimizin, bütün şuurlarımızın, yalan, batıl, bir serabı evhama raci olduğuna hükmederiz, halbuki o zaman böyle hükmedebilmek te bir hakikati itiraf etmektir."
Binaenaleyh biz o iki vücudu, yani illet ve malulu tasvir ve tasdik etmeden, zihnimizde tasavvur edip aralarında gerçek bir ilişki kurmadan bu nisbeti tasavvur ve tasdik edemeyiz.
▪ Sonra bu tasdikimizi de haktır diye zihnimizle vâki nisbet intibakını taahhüt eden hakikati hakka istinat ettirmezsek yani illetle malul arasındaki ilişkiyi bulduk, "bulutlar şöyle olduğunda yağmur yağıyor", illet bulutların şu hareketi, malul de yağmurun yağması veya psikolojide, astronomide bütün bilimlerde bir sebep olan şey var bir de sonuç var. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi bulduk.
▪ Bu tasdikimizi, yani o bulduğumuz, haktır dediğimiz o neticeyi zihnimizle vâkiin nisbet intibakını taahhüt eden hakikati hakka istinat ettirmezsek, illetle malul arasındaki bu ilişkiyi Kur'an asıl hakka, perdenin arkasındaki müsebbibü'l esbaba istinat ettirmezsek, oraya dayandırmazsak bütün mesaimizin bütün şuurlarımızın yalan, bâtıl bir serab-ı evhama râci' olduğuna hükmederiz. Hâlbuki o zaman böyle hükmedebilmek de bir hakikati itiraf etmektir.
📌 'ALLAH İLE BAĞI KOPMUŞ' İLMİN SONUCU NE OLUR?
"Binaenaleyh insan hakkı tekzip ederken bile onu tasdik etmek mecburiyetinden kurtulamaz. Hakaiki mümkine fevkında hakkı vacip, gerek ilmimizin, gerek vücudumuzun mebde-i evveli ve illeti ulâsıdır ve Allah onun ismidir."
mebde-i evvel: İlk başlangıç.
▪ Hakaik-i mümküne fevkinde hakkı vacip, yani mümkün olan hakikatler, "böyle de olabilir şöyle de olabilir" diye mümkün o demek, mümkün olan hakikatlerin de üstünde hakkı vacip gerek ilmimizin gerek vücudumuzun mebde-i evveli ve illeti ulâsıdır ve Allah onun ismidir.
▪ Bütün bunların arkasında ne var dediğimizde o illetle malul ilişkisinin arkasında ne var, planlayan kim, oraya onu bağlayamadığımız zaman bütün bilgilerimiz dağınık, amaçsız bir bilgi yığınına dönüşüyor ve bunları Allah Teâla'nın varlığına bağlayamadığımız zaman o öğrendiğimiz bilgileri, Allah'tan bağımsız olarak kullandığımız için, haşa "Allahsız bir ilim" peşinde koştuğumuz için, onu kâinatın düzenini bozacak, o yaratılıştaki düzeni bozacak, zarar verecek, birtakım insanların çıkarlarına hizmet edecek şekilde çok kolay kullanabiliyoruz.
▪ Allah ile bağı kopmuş olan felsefe, fizik, kimya, matematik, geometri, astronomi; sonuçta insanlığın lehine olmuyor. Bugün yaşadığımız durum bunu gösteriyor.
📌 'İNSANA TESİR EDEN HER ŞEYİN ARDINDA ALLAH BULUNUR'
"İnsan üzerinde icrai tesir eden, insanı teshir eyliyen hiçbir şey tasavvur olunamaz ki, onun arkasında Allah bulunmasın."
▪ İnsan üzerinde icrai tesir eden, insanı tesir eyleyen, etki altında bırakan hiçbir şey tasavvur olunamaz ki onun arkasında Allah bulunmasın. Asıl fesat da ürettiğimiz bu bilgileri Allah fikrini hiç hesaba katmadan kullanmaktır. Asıl fesat, bunları kullanmaktan doğuyor. Fesat deyince, iki kişinin arasını bozmak, laf taşımak gibi durumları algılıyoruz. Onlar da fesattır ama büyük fesadın yanında masum kalır. Yani Allah Teâla'nın size verdiği, kâinattaki işleyişi kavrama kabiliyetine, bir şeyi bir şeye dönüştürme kabiliyetine, çelikten gemiler yapabilme, ağır metallerden havada uçan uçaklar yapabilme kabiliyetine vesaire bu kabiliyetleri ve bu kabiliyetlerin nasıl olduğu, illet-malûl, o uçak nasıl kalkacak havaya, suyun üstünde o gemi nasıl yüzecek, bu ilişkiyi çözdükçe, bu bilgileri Allah inancıyla birleştirmediğiniz zaman o bilgi insanlığın aleyhine oluyor.
"Hak Teâla öyle bir vacib'ül vücuddur ki gerek enfüsi ve gerek afaki bütün seyri vücudumuzda, vücub-u vücudunu gösterir."
▪ Hak Teâla öyle bir vacib'ül vücuddur ki, yani varlığı zorunlu olan gerek enfüsi ve gerek afaki bütün seyri vücudumuzda, bütün varlığımızın seyrinde, akışında vücub-u vücudunu gösterir. Bizim varlığımız için Allah Teâla'nın varlığı o kadar zorunludur ki varlığımızın devamının her aşamasında Allah'ı görürüz. Anne karnına düştüğümüzden son nefesimizi verdiğimiz ana kadar bütün hallerimiz aslında Allah'ın varlığını gösterir.
📌 'ASLINDA İNKÂR BİLE BİR İMANDIR'
"Ve bizim ruhumuzun derinliklerinde her şeyden evvel zât-ı Hakk'a ait bir tasdikı mutlak muhakkaktır."
▪ Ruhumuzun derinliklerinde Allah Teâla'yı biz tasdik ederiz. Aslında inkâr bile bir imandır. Çünkü hiç olmayan bir şeyi inkâr da etmezsiniz. Bir şey hiç yoksa onu inkâr da etmezsiniz. Akıl ve mantık buun gerektirir. Var olan bir şeye "ben onun varlığına inanmıyorum" dersiniz.
"Hattâ bizim mevcudiyetimizde bu hakikati âlâya vahid, basit ve mücmel ve gayrı mahdud bir alâkamız, bir hissi batınımız vardır."
▪ Çok özet, çok basit, tanımlayamayacağımız bir alakamız bir hissi batınımız vardır bu en yüce hakikate. Yani içimizde hep bir anlam arayışı, yaptığımız her şeyi bir sebebe bağlama ihtiyacı, onun da kalıcı bir sonuca erişme ve böylece bir anlam kazanma ihtiyacı hepimizin içinde vardır.
"Ve bütün ilimlerimizin kökü olan bu hissi batın, mütenahi hislerimizin, şuurlarımızın, akıllarımızın, fikirlerimizin hepsinden daha hak, hepsinden daha kuvvetlidir; çünkü onları muhittir."
▪ Bütün fikirlerimizi, bilgilerimizi, duygularımızı kuşatır. Bu her şeyi bir Hakk'a bağlama, bir Hak sebebe bağlama ihtiyacıdır.
"Ve onları muhit olduğu halde zât-ı Hakk'ı gayrimuhittir."
▪ Yani Allah fikri bizim bütün bu iç dünyamızı, duygularımızı, ilimlerimizi, bilgilerimizi, kanaatlerimizi, inançlarımızı her şeyi kuşattığı halde O'nun zatı kuşatılamazdır. Yani biz bilgimizle Allah'ın zatını kuşatamayız. Her şeyiyle onu kavrayamayız.
"Ve O'nun bir limhai tecellisidir. Böyleyken biz birçok zaman olur ki kendimizden ve anâtı vücudumuzdan zühul ederiz ve ekseriya hataların, dalallerin menşei bu gaflet ve zühul olur."
▪ Kendimizden ve varlığımızın anlarından, yani o an bulunduğu durumdan kayarız, saparız ve hatalar işleriz, işte bu hataların menşei Allah ile o an bağı kuramamaktır. Onun için Peygamberimiz (sav) "En büyük zikir, Allah'ı hatırlamak ve bir günahtan, bir hatadan vazgeçmektir" demiştir. En büyük zikir, bir yanlış yapacağın zaman Allah'ı hatırlamak ve vazgeçmektir.
📌 RABBİMİZ KENDİ VARLIĞINI BİZE NASIL HATIRLATIR?
"Böyle kendimizden ve şuurumuzun inceliklerinden zühul ettiğimiz zamanlardır ki, biz bu hissi batından, bu şuuri evvelden gaflet ederiz ve o zaman bunu bize aklımız tarikile tezkir ve ihtar edecek vesait-ü delâile muhtaç oluruz."
Böyle kendimizden ve şuurumuzun inceliklerinden zühul ettiğimiz zamandır ki yani kendimizi unutmuşuz, şuurumuzun inceliklerini unutmuşuz, biz bu hissi batından bu şuuri evvelden gaflet ederiz yani her şeyin altında yatan temel fikirden, Hak fikrinden, Hak inancından gaflet ederiz ve o zaman bunu bize aklımız tarikile tezkir ve ihtar edecek vesait-ü delâile muhtaç oluruz.
▪ Enfüsi delillerden, kendimizden, iç dünyamızdan, ruhumuzun gerçekte ne istediğinden, bize seslenişinden, kendi dünyamızı gözlemlemekten gaflet ederiz. O zaman dışarıdan bize Allah'ı hatırlatacak bir dâl, yani bizi Allah'a götürecek O'na delalet edecek bir delile, bir öndere, bir vasıtaya ihtiyaç duyarız. Aslında insanın iç dünyası, vicdanı ve bütün düşüncelerinin, ilimlerinin, fikirlerinin, inançlarının temelinde olan bir Hak arayışı, aslında sürekli Allah Teâla'yı ona hatırlatmaktadır. Ama insan bazen kendisinden gaflet eder, kendisinin bu derinlikleriyle ilişki kuramaz, işte o zaman dışarıdan bunu kendisine hatırlatacak vasıtalara, delillere muhtaç olur.
"İşte kâinat bize bu tezkiri yapacak âyatı hak ile doludur."
▪ Buna da afaki ayinler diyoruz. O zaman da dışarıyı gözlemlemek, bize Allah'ı hatırlatır.
"Kur'ân bize bu âyatı bir belâgati icaz ile ihtiyar ve tezkir ettiği için bir ismi de Ez-Zikir'dir."
▪ Hatırlatma, öğüttür. Allah'ın ayetleri, yani Rabbimizin kendi varlığını bize hatırlattığı işaretler, üç kategoride gelir. Üç yolla Allah bize kendisini hatırlatır:
1- Kendi iç dünyamıza yerleştirdiği Hak arayışı, her şeyi Hakk'a bağlama ihtiyacı.
2- Dış dünyaya yerleştirdiği bize kendi varlığını gösteren işaretler.
3- Vahiy.
▪ Bütün fikirlerimizin, bilgilerimizin, bütün o imkânların, bize verilen bu dünyanın nereye gideceğini, nereden geldiğini, kaynağı ve varacağı yeri, bizi bekleyen şeyi anlatıyor. O yüzden de Kur'an'ın bir adı ez-Zikir'dir, yani hatırlatma.
📌 İÇ VE DIŞ DÜNYAMIZDA ALLAH'IN VARLIĞINA ŞAHİTLİK ETMEK
Hikmeti ilâhiye dahi bize buradan birçok edillei mantıkiye, akliye ve ruhiye telhıs ediverir, diğer taraftan biz o hissi batının sair mütenahi ve mütemeyyiz şuurlarımız gibi zahir ve batınımızda tecelli ve inkıta lahzelerile mahdud bir suret iktisap etmesine ve bu suretle cüz'iyatı eşyanın â'yan gibi dairei ihatamıza girecek bir veçhile tavazzuh etmesine bir meyil besleriz. Bu meylin hikmeti onun devamı tecellisinde hissolunan bir zevkı şuhuddur."
▪ Hikmeti ilâhiye dahi bize buradan birçok edillei mantıkiye, akliye ve ruhiye telhıs ediverir, özetleyiverir, biz o hissi batının iç dünyamızdaki hissin, sair mütenahi ve mütemeyyiz şuurlarımız gibi zahir ve batınımızda tecelli ve inkıta lahzelerile mahdud bir suret iktisap etmesine ve bu suretle cüz'iyatı eşyanın â'yan gibi dairei ihatamıza girecek bir veçhile tavazzuh etmesine bir meyil besleriz. Bu meylin hikmeti onun devamı tecellisinde hissolunan bir zevkı şuhuddur. Yani Allah'ın varlığını kendi iç dünyamızda ve dış dünyamızda, O'na şahitlik etmek. Allah'ın varlığına şahitlik etme zevkidir.
"Fakat bunda muhiti muhata kalbetmeğe çalışmak gibi bir noktai imtina vardır ki, nefsin gururunu kıracak olan bu noktai imtina birçoklarını menfi neticelere isal edebilir."
▪ Muhiti muhata kalbetmeğe çalışmak yani kuşatanı, kuşatılana dönüştürmeye çalışmak gibi. Âfâkta ve enfüste yani dış dünyada ve iç dünyada, içimizde ve dışımızda Allah Teâla'nın varlığını bize hatırlatan, sürekli bize gösteren bu ayetler üzerinde şuhud mertebesinde, onları gözlemlerken, kaçınman gereken bir nokta var, noktai imtina var diyor. O da muhiti muhata kalbetmeğe çalışamazsın, yani her şeyi kuşatan yaratıcıyı sen kuşatmaya kalkamazsın. Sen O'nu her şeyiyle kavrama iddiasında bulunamazsın. Birçoklarını menfi neticelere isal edebilir sözüyle Allah'ı her şeyiyle anladığını, çözdüğünü, işi nasıl yaptığını anladığını iddia etmeye götürebilir.
📌 ALLAH'I TAMAMEN KAVRAYABİLMEK MÜMKÜN MÜ?
"O zavallı nefsi mağrur düşünemez ki, o mebdei evvele şuuri sarihte bir taayünü mahdud vermek için bir nihayet, bir haddi mahdud çizmek, âyanı eşyadaki gibi bir lahzai inkıtaa mütevakkıftır."
▪ O zavallı nefsi mağrur düşünemez ki, o mebdei evvele yani her şeyin başlangıç noktası olan Allah Teâla'ya şuuri sarihte bir taayünü mahdud vermek için yani insanın zihninde sınırlanmış, ne olduğu belli bir tayin edebilmek için Allah'ın varlığını, bir nihayet, bir haddi mahdud çizmek lazım. Ağaç dediğimizde zihninizde bir ağaç tasavvuru oluşur. Bunun için ağacı kuşatan ağacın her şeyini anlamlandıran ve bunu idrakinde canlandırabilen bir kuşatıcılığınız, ağaç üzerinde bir üstünlüğünüz, bir hâkimiyetiniz olması gerekir. Peki, Allah için böyle bir şey mümkün mü? Allah Teâla'yı senin zihnin, bilgin, her şeyiyle kuşatabilir mi? Âyanı eşyadaki gibi bir lahzai inkıtaa mütevakkıftır bunu yapabilmek. Yani senin Allah Teâla'yı kuşatabilmen için adeta bir kesinti, bir duraklama olması gerekir. O duraklamada hâşâ senin O'nu dondurup kavraman ve incelemen gerekiyor.
"Mümkün olmaz böyle bir lahzai inkıtada ise bütün şuur ve bütün vücud kökünden munkati ve münadim olur."
▪ Mümkün olmaz böyle bir lahzai inkıtada çünkü o varlığın sonu demektir. Yani Allah Teâla'yı bir ağaç gibi, bir cisim gibi, bir duygu gibi kavrayamayız. Yani bir kesinti anında bütün şuur, bütün varlık kökünden yok olur.
"Öyle bir inkıta bir şuuri vazıha varmak değil, ademe karışmak olur."
▪ Dondurup inceleme mümkün olsa bu bizi bir şuura ulaştırmaz, tam tersi yokluğa götürür.
📌 AKLÎ DELİLLERLE ALLAH'I KAVRAYABİLMEYİ DÜŞÜNMEK
"Edillei akliyeye böyle bir maksatla bakanlar ve Hakkın gaybü şuhudu ihata eden namütenahi tecellisi karşısında gururi nefislerini kıramıyarak zevkı şuhudtan mahrum kalanlar Allah'ı aradım da bulamadım derken fen ve Felsefe namına husranlarını ilân etmiş olurlar. Allah'ı sezmek için kalp ile ayni temyiz ve aralarındaki nisbeti tahakkuku idrak edebilmek gerekir."
▪ Edillei akliyeye böyle bir maksatla bakanlar yani aklî delillerle Allah hakkındaki her şeyi kavrayabileceğini zannedenler, bu nedenle de vahye ihtiyaçları olmadığını düşünenler ve Hakkın gaybü şuhudu ihata eden Hakk'ın görüneni ve görünmeyeni kuşatan, namütenahi sonsuz tecellisi karşısında gururi nefislerini kıramıyarak zevkı şuhudtan mahrum kalanlar Allah'ı aradım da bulamadım derken fen ve felsefe namına husranlarını ilân etmiş olurlar.
"Allah'ı sezmek için kalp ile ayni temyiz ve aralarındaki nisbeti tahakkuku idrak edebilmelidir."
▪ Allah'ı sezmek için kalp ile gözü temyiz edebilmek, ayırabilmek ve aralarındaki ilişkiyi, nisbeti, tahakkuku, idrak edebilmek gerekir.
"Binaenaleyh isim, isbattan evvel vazedilmiş bulunursa o hakikatin ismihassı olursa da ismi alemi olmaz."
▪ Anne karnındaki çocuğa verilen isim, ismi hastı; doğduktan sonra ise ona ismi alem deniyor. Allah Teâla'ya bütün bu ilimler sayesinde dış dünyayı, iç dünyanı, kendi kendini, vicdanını, gözünle kalbin arasındaki farkı, gözün neyi görüyor, kalbin neyi hissediyor, bunlar arasındaki ilişkiyi kurup da Allah Teâla'yı artık gözünle görmüş gibi neredeyse kavradığın zaman ona ismi alem deniyor. Zihninde bir Allah fikri var ama ayne'l yakîn değil; ilme'l yakîn, sadece Allah var onu biliyorsunuz, o zaman o Allah ismi, ismihas olur.
📌 'ALLAH ÜÇ ŞEKİLDE TECELLİ EDER'
"Fakat isbattan sonra vazedilmiş ise bizzat ismi alem olur. Meselâ anadan doğma âmalar için ülker ismi ancak bir ismihas olabilir, görenler için ise bir ismi alemdir. Âdî lisanda ismihas ile ismi alemin farkı aranmazsa da ilim lisanında tefrik edilmiştir.
İşte bu esbaba mebni Allah Tealâ için ismi zat, ismi alem mümkün müdür, değil midir? diye beynelhükema' derin bir bahis vardır. Fazla uzatmamak için şu kadar söyleyelim ki, üç tecelli melhuzdur: Tecellii zat, tecellii sıfat, tecellii asar, tecellii esma da bunlardan birile alâkadardır."
▪ Cenab-ı Hak, üç şekilde tecelli eder: zatıyla, sıfatlarıyla ve eserleriyle yani fiilleriyle. Allah'ın isimleri ya zat ismidir, ya sıfat ismidir, ya fiilinin ismidir.
"İsmi zat, tecellii zatı ifade eden bir isim olmak lâzım gelir, nitekim tecellii sıfat ifade eden isimlere esmai sıfat, tecellii asarı ifade eden isimlere esmai ef'al denilir."
▪ İsmi zat, Allah ismi oluyor, o nedenle onun üzerinde duruyor.
"Zat, sıfat ve asarı ile de bilvasıta tecelli ettiği gibi bizzat dahi tecellisi mümkündür."
▪ Yani Allah isminin tecellisi de insanda mümkündür. En azından kendine tecellisi mümkündür.
"Ve alem olan ismi zatına bu dahi kâfidir. Ve biz bunu bütün esmada esas bildiğimiz için esmaı İlâhiye tevkifîdir diyoruz."
▪ Bütün esma, bizim Allah'a verdiğimiz isimler değildir; Allah'ın kendisine verdiği isimlerdir. Çünkü biz O'nu tanımlamak için bir sıfat ya da bir isim icat etmiş değiliz. Tam tersi O, kendisini bize tanıtmak için kendi isim ve sıfatlarını bize açıklamıştır. Tevkifîdir Esma-i Hüsna'ya yeni bir şey ekleyemeyiz.
📌 ALLAH'IN ÖZELLİKLERİ VE ESMA-İ HÜSNA
"Binaenaleyh ismi zatın mefhumlu bir ismi has veya mefhumsuz bir ismi alem olması nefsülemirde mümkündür. Ve bizim için müfittir.
Şu kadar ki, biz kendimize tecelli zat vaki olmadan ismi alem vazedemeyiz. Nitekim doğan çocuğa görmeden koyduğumuz isim henüz bir ismihastır ve bu halde duyduğumuz ismi alemden de yalnız bir tecellii ismî anlarız ve o zaman isim ile müsemma birleşir. Lâkin bunu esmai sıfat ve ef'al ile tefsir ede ede nihayet tecellii asara ve ondan tecellii sıfata ve ondan tecellii zata ereriz.
▪ Biz Allah'ın ismini duyduğumuzda O'nunla ilgili bir kavrayış zihnimizde gerçekleşir. Görmedik ama "budur" diye tarif edildi ve bizim bir ismi has olarak zihnimizde Allah ismi var. Esmai sıfat ve esmai ef'al ile tefsir ederiz Allah ismini. Yani Allah'ı anlatır bize. Allah Rahman'dır, Rahim'dir, Melik'tir, Rabb'dır, Fatiha'yı düşündüğünüzde peş peşe kaç tane ismiyle Cenab-ı Hak kendisini açıklıyor. Böylece zihnimizdeki bir mefhum, bir mana, bir yaratıcı olarak var olan Allah ismi, giderek detaylanmaya, giderek O'nun özellikleri hakkında bir fikir sahibi olmaya başlıyoruz.
"Nihayet tecellii asara ve ondan tecellii sıfata ve ondan tecellii zata ereriz. Her kelâm ibtida bir tecellii ismî ifade eder, Kur'an dahi bize Allah Tealâyı evvelâ tecelliyati ismiyesile anlatıyor. Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbi'l âlemin.
Binaenaleyh Kur'an'a başlarken doğrusu hiçbir fikir ile meşgul olmayarak evvelâ Allah ismini bir ismi zat olarak alacağız. Errahmanirrahim sıfatları da bu ismi icmalen tefsir ederek bunlarla O'na bir inbisat verip mefhumlayacağız ki, bu mefhumun icmali, ekmel ve muzaaf bir rahmetin mebdei inbisatı olacaktır."
▪ Errahmanirrahim sıfatları da bu ismi icmalen tefsir edecek derli toplu özet şekilde açıklayacak, bunlarla O'na inbisat vereceğiz Allah ismi genişleyecek, Allah bir yaratıcı olarak vardı zihnimizde ama aynı zamanda Rahman ve Rahim, yeni bir özellik O'nun hakkında öğrenmiş olacağız. Mefhumlandıracağız, O'nu anlayacağız. Bu mefhumun icmali, ekmel ve muzaaf bir rahmetin mebdei inbisatı olacaktır. Rahman ve Rahim isimleriyle birleşmiş, o isimlerle sıfatlanmış, Allah ismi mükemmel ve kat kat artan bir rahmetin başlangıç noktası olacak.
"Ve sonra peyderpey bu esma ile bu mefhumu inkişaf ettireceğiz ve o zaman yerlere, göklere sığmıyan Allah ismi zatının kalbimizde fıtratan muzmar olan tecelliyatını görmeğe başlayacağız, tecellii esmadan tecelli asara geçeceğiz, kâinatı dolaşacağız, tecelli asardan tecellii sıfata ereceğiz, gayıbtan şuhuda geçeceğiz, zevki şuhudumuz arttıkça artacak, o vakit tecellii zat için aşk-u şavk ile çırpınacağız, bütün zevkler, bütün emeller bir noktada toplanacak, gâh yaşlar döküp sinelerimizi ezen hamulei seyyiatı yıkayacağız, gâh nesimi visal esecek, neşvei rıdvan ile kendimizden geçeceğiz."
▪ Ve sonra yavaş yavaş bu esma ile bu mefhumu inkişaf ettireceğiz, Allah fikrini geliştireceğiz. O zaman yerlere, göklere sığmayan Allah ismi zatının kalbimizde fıtratan muzmar olan, orada gizlenmiş, toplanmış olan tecelliyatını görmeğe başlayacağız. Bütün isimlerini öğrendikçe, Kadir, Muktedir, Cebbar, Fettah, Rezzak, Halîm ama aynı zamanda Şehidü'l İkâb… İşte Esma-i Hüsna'yı çalışmak, insanda buna vesile oluyor. Bu anlamda Ali Osman Tatlısu'nun Esma-i Hüsna kitabından faydalanmak mümkün. Bütün isimlerini öğrendikçe, Kadir, Muktedir, Cebbar, Fettah, Rezzak, Halîm ama aynı zamanda Şehidü'l İkâb… Her bir isim, O'nun bir yüzünü bize anlatıyor. Böylece O, zihnimizde mükemmelleşiyor.
▪ Böylece tecellii esmadan tecelli asara geçeceğiz, kâinatı dolaşacağız, Allah'ın isimlerinin eserlerini, sonuçlarını göreceğiz. Tecelli asardan tecellii sıfata ereceğiz, gayıbtan şuhuda geçeceğiz, zevki şuhudumuz yani Allah'ın varlığını kâinatta gözlemleyeceğiz. Hayatın her alanında Allah'ın isimlerinin tecellisini göreceğiz. Zevki şuhudumuz arttıkça artacak, o vakit tecellii zat için yani zatın bize tecelli etmesi için, âsar tecelli etti, sıfat tecelli etti, zatın tecelli etmesi için aşk-u şavk ile çırpınacağız, bütün zevkler, bütün emeller bir noktada toplanacak, gâh yaşlar döküp sinelerimizi ezen hamulei seyyiatı yıkayacağız, yani göğsümüzü ezen günahlarımızın yükü var, gözyaşlarıyla o günahları yıkayacağız, gâh nesimi visal esecek, kavuşma rüzgârı esecek, neşvei rıdvan ile Allah'ın rızasına kavuşmanın neşesi ile kendimizden geçeceğiz.
📌 HAYATTAKİ MEŞGALELERİMİZ ASIL HEDEF DEĞİL
Ve nihayet "Ya eyyetühen nefsül mutmainne, ırciî ilâ Rabbiki radıyeten mardıyyete" yani "Ey mutmainliğe ermiş olan nefs! Sen Rabbinden razı, Rabbini de senden razı etmiş olarak Rabbine dön!" daveti gelecek, ziyafeti sübhaniyede garkı didarı ebed olup kalacağız.
▪ Bu dünyadaki bütün varlığımız, bunu başarabilmek için. Bunu başarmak için uğraşıyoruz biz aslında; diğer her şey, ilimler, fenler, işler, meslekler, evler, barklar, buna müşahede edebilmemiz için, bu varlığı müşahede edebilmemiz için meşgul olmak zorunda kaldığımız teferruat. Hiçbir zaman hayattaki meşgalelerimiz asıl hedef değil.
"Allah ismi zatını, ismihas olarak bir mefhum ile mülâhaza edebilmek için, selbî, sübutî bütün sıfatı zatiye ve filiyesini tasavvur etmek ve sonra onu bir bütün olarak ele alıp icmâl eylemek lâzım gelir."
▪ Selbî sıfatlar, sadece Allah Teâla'ya mahsus, kulların O'nu edinmesi düşünülemeyecek olan sıfatlar, vücud, kıdem, vaka, vahtaniyet, muhalefetü'l havadis, kıyam bi nefsihi gibi akâid kitaplarına bakılabilir. Sübutî sıfatlar ise kullarda da bulunan, cüzi müsbette kullarda da bulunan sıfatlar hayâ, ilim, semi', irade, kudret, kelam, tekvin gibi.