Sofra düzeninin mucidi Müslüman musikişinas
Dünyanın birçok yerinde, modern kültürün evrensel bir parçası olarak, yemeklerde önce çorba, sonra ana yemek ve en son olarak da tatlı servisi yapılır. Peki, bu uygulamanın kökeninin Müslüman bir musikişinasa ait olduğunu biliyor muydunuz?
Bundan tam 12 asır önce yaşamış, ancak namı ve yön verdiği adab-ı muaşeret kurallarıyla dünya kültürünü etkilemiş bir isim Ziryâb. Adı ve namı hâla yaşayan bir mûsikîşinas ve yaşadığı toplumun birçok adab-ı muaşeret kurallarına yön veren, modasına hükmeden bir entelektüel.
Nerede ve kaç yılında doğduğu tam olarak bilinmeyen Ziryâb'ın asıl adı, kaynaklarda Ebû'l Hasan Ali b. Nâfi' olarak geçer. Kesin bir bilgi olmasa da onun Halife Mehdî'nin yardımcısı ya da İbrahim el Mevsılî'nin bir kölesi olduğu zikredilir.
"Siyah kuş" anlamına gelen "Ziryâb" lakabını, siyahi olması sebebiyle aldığı söylenir.
ZİRYÂB TAHSİLİNİ MÜZİK ÜZERİNE YAPMIŞTI
Ziryâb'ın musikişinas olma yolundaki en önemli zaman dilimi, Abbâsîlerin iktidarlarını perçinledikleri bir dönem olan 786-809 yılları arasındaki Halife Mehdî ve Hârun er-Reşîd dönemleridir.
Abbâsî halifelerinin ilim, sanat ve kültürün yanı sıra mûsikîye de oldukça fazla önem verdiği bilinir. Özellikle sesi de güzel olan Halife Mehdî'nin kendisi mûsikî sanatına ayrı bir ilgi duyar ve sarayında musikî toplantıları tertip ederdi.
Halife Harun er-Reşîd döneminde ise, sarayda çok sayıda müzisyen bulunurdu. Bu dönemde İbrahim el-Mevsılî, İbn Câmi' es Sehmî, Muhârik, Zelzel, 'Amr el-Ğazâl, 'Alluveyh ve 'Absar gibi şarkıcılar ile neyzen Bersuma şöhret bulan isimlerdendi. Ziryâb, müzik alanında böyle önemli isimlerin bir arada bulunduğu ve rekabetin yüksek olduğu bir dönemde yaşamıştı.
MUSİKİŞİNASLIĞI GİZLİ BİR CEVHERDİ
Ziryâb'ın hayat hikâyesine dair en geniş bilgiye İbn Hayyân'ın el Muktebes isimli kitabından ulaşılır. İbn Hayyân eserinde Ziryâb'ın aldığı eğitime de değinir.
El Makkarî ise, Ziryâb'ın akıllı, sanatına hakkıyla vâkıf, fasih bir lisana, güzel bir sese, tatlı bir huya sahip kimse ve aynı zamanda irticalen şiir söyleyebilen bir şair olduğundan bahseder. Onun İshak el-Mevsilî'nin öğrencisi olduğunu ve İshak'ın şarkılarını iyi bildiğini, güzel sesi ve suretiyle birlikte onun sağlam bir akla ve kavrayışa sahip olduğunu ve İshak'tan daha kabiliyetli ve üstün olduğunu kaydeder.
El Makkarî, İshak ile Harun er-Reşîd arasında geçen bir diyaloğa değinir. Buna göre İshak, sahip olduğu okula gelen yetenekli öğrencileri tespit ederek bunları halifeye takdim ediyor ve böylece halifenin himmetine mazhar olmak istiyordu. Fakat bu sefer halifeye takdim etmiş olduğu kişi, diğerlerinden oldukça farklıydı ve işin ilginç tarafı İshak da yeterince bunun farkında değildi.
İshak, halifeye kendi öğrencisi olduğunu belirttiği Ziryâb'ı önerirken, onun sanatında alışılmış olandan farklı bir şarkıcı olduğunu ve henüz meşhur biri olmadığını söyledi.
KONUŞMASIYLA HALİFENİN DİKKATİNİ ÇEKTİ
İshak, halifeye Ziryâb'dan bahsetti. Ondan güzel ve etkili şarkılar dinlediğini ve bunlardaki fevkaladeliğe vâkıf olunması gerektiğini ve Ziryab'ı kendisinin keşfettiğini söyledi. Bu önemli mûsikîşinasın geleceği için halifenin desteğinin önemli olacağını belirtti.
Bunun üzerine Hârun er-Reşîd, İshak'tan onu huzuruna getirmesini emretti. Ziryâb, halifenin huzurunda onunla, adâb-ı muâşerete oldukça vâkıf bir şekilde konuştu. Halife müteakiben onun mûsikî bilgisini öğrenmek istedi.
O da insanların yaptığı şeyi yaptığını, insanların yapamadıklarının da daha iyisini yaptığını, onların güzel söylediklerinin ancak halife için söylenenler olduğunu, söylemediklerinin ise halife için saklananlar olduğunu belirtti.
KENDİ YAPTIĞI UD İLE ŞARKI SÖYLEDİ
Konuşmasıyla halifenin ilgisini çeken Ziryâb, eğer izin verirse halife için daha önce kimsenin duymadığı şarkılar söylemek istediğini ifade etmiş, bunun üzerine halife hocası İshak'ın udunu getirmelerini emretmişti.
Hocasının udu gelirken o kendisinin imal etmiş olduğu udu kullanmak istediğini, zira ondan başkasını tercih etmediğini belirtti ve udunun da kapıda olduğunu eğer izin verilirse onu kullanmak istediğini beyan etti. Halifenin emriyle Ziryâb'ın udu huzura getirildi.
Halife, getirilen udun diğerinden farklı olmadığını düşündü ve neden hocasının udunu kullanmayı istemediğini sordu. Ziryâb da "Efendim, hocamın bir şarkısını söylemem isteniyorsa onu hocamın uduyla çalar söylerim. Eğer benim şarkım istenirse, o zaman kendi udumla çalmam gerekir" demiş ve bunun üzerine halife Harun er-Reşîd iki udun da aynı göründüğünü söyleyince, bu sefer Ziryâb, halifenin doğru söylediğini belirttikten sonra farklı bir gözle kendi uduna bakılmasının gerektiğini belirtmişti.
HALİFENİN TAKDİRİ, SÜRGÜNÜNÜN BAŞLANGICI OLDU
Udunun, hocasının udu ile aynı boyutta ve malzemesinin aynı ağaç cinsinden olsa da; kendi udunun ağırlığının diğer udun üçte biri kadar olduğunu, tellerinin ise, sıcak su ile eğirilmeyen ipekten yapıldığını -sıcak su ile eğirilen ipek telin gevşek olacağını- ifade ettikten sonra udunun bam ve mesles tellerini ise arslan yavrusu bağırsaklarından yaptığını ve bu tellerden çıkan sesin netliği, gürlüğü ve tizliğinin diğer hayvanların bağırsaklarından elde edilen tellerden kat kat iyi ve udunun göğsünün de mızrap darbelerine karşı diğer udlardan daha dayanıklı olduğunu söylemişti.
Halife, Ziryâb'ın udla ilgili olarak anlattıklarını beğendi ve ona şarkı söylemesini emretti. Ziryâb'ın dudaklarından şu sözler döküldü:
"Ey şansı iyi olan hükümdâr Hârun,
İnsanlar sana erkenden geldiler."
Ziryâb şarkısını tamamlayınca Hârun er-Reşîd sevinçten ayağa kalktı. İshak'a, Ziryâb'ı kendinden saklamış olsaydı cezalandırılacağını söyledi; onu yanına almasını ve ona özen göstermesini emretti.
BAĞDAT, MAĞRİB VE ENDÜLÜS…
İshak'ın, halifenin bu sözlerinden sonra Ziryâb'a "Sanatta ortaklık düşmanlığı getirir" demesi ve gitmesini istemesi üzerine Ziryâb, Bağdat'ı terk edip Mağrib'in yolunu tuttu.
Doğu'da unutulduğunu zikredilen Ziryâb'ın Mağrib'teki yaşamıyla ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Ziryâb'ın ne kadar süre ile burada kaldığı bilinmemekle birlikte, 821 yılında Antere'nin beyitlerinden bestelediği bir şarkıda Ağlebî hükümdarını kızdırdığı ve bunun üzerine de hükümdarın, onun dövülmesini ve şehirden kovulmasını buyurduğu ve üç gün sonra şehirde görülürse de kellesinin vurulmasını emrettiği zikredilir.
Ziryâb, hilafet mücadelesinde Halife Emîn'in yanında yer aldı ve kardeşi el-Me'mûn'un bu mücadele sonunda Halife Emin'i 813 yılında öldürmesi üzerine Endülüs'e geçti.
HÜKÜMDAR, ONU KARŞILAMAK İÇİN ŞEHRİN DIŞINA ÇIKTI
El Makkarî, Ziryâb ve ailesinin şehre bir akşamüstü girdiğini ve en güzel saraylardan birisine yerleştirildiğini söyler. Ziryâb, üç gün istirahat ettikten sonra II. Abdurrahman'ın huzuruna davet edilmiştir. İbn Haldûn ise, hükümdarın kendisinin de onu karşılamak için şehrin dışına çıktığını zikreder.
Hükümdar II. Abdurrahman, Ziryâb'ın sadece çaldığı ud ve söylediği şarkılarından değil; tarih ve şiir başta olmak üzere, onun hemen hepsinde oldukça bilgili olduğu muhtelif sahalardaki sohbetlerinden de faydalanmıştı. Ziryâb kısa sürede II. Abdurrahman'ın nedimi olmuştu.
UDA BEŞİNCİ TELİ EKLEYEN İLK KİŞİ
Ziryâb bunlardan başka muhtelif branşlarda da bilgi birikimine sahipti. Onun aynı zamanda astronomi ve coğrafya konularında da malumatı vardı. El Makkarî, Ziryâb'ın yedi iklimi ve bunların tabiatlarındaki ihtilafları, havalarını, denizlerini, ülkelerinin tasnifini ve nüfusları hakkında bilgili olduğunu kitabında zikreder.
Ziryâb'ın ud mızrabı olarak ince tahta mızrap yerine, akbaba teleğini kullanan ilk kişi ve ayrıca uda beşinci bir tel ilavesini yapan ilk musikî üstadı olduğu belirtilir. Ziryâb öncesinde udlar dört telli idi ve bunlar dört mevsimi simgelerdi. O, udunun ortasına beşinci kırmızı bir tel ilave etti.
Rezonansı artırmak için daha ince ahşap malzeme kullanması, teller ve mızrap için seçtiği malzemede nadir şeyleri tercih etmesi, önceden kullanılan ahşap mızrabı, akbaba teleği ile değiştirmesi ve bunun yanı sıra iki üst ipek telin yaygın olarak kullanılanlardan farklı hazırlaması, aşağıdaki iki telin ise aslan yavrusu bağırsağından yapması gibi teknik yenilikler ona atfedilir.
Ziryâb'ın hafızasında 10 bin eserin güfte ve bestesinin bulunması o dönem için halk arasında onun, cinler tarafından desteklendiği ve bu şarkıları onların öğrettiği düşüncesinin yayılmasına neden olmuştur.
ENDÜLÜS'TEKİ MODANIN DA BELİRLEYİCİSİYDİ
Ziryâb, mûsikî birikiminin yanı sıra, 9'uncu yüzyıl Kurtuba'sında zamanın modasına yön veren bir modacı ve stil simgesi olmuştu. O, Bağdat'ı terk ederek Endülüs'e geçişiyle, beraberinde Bağdat modasını da getirmişti.
Zira Abbâsî imparatorluğunun başşehri Bağdat, bugün Paris ve New York'un durumu gibi o dönemin moda merkeziydi. Görkemli başkent Bağdat'tan Kurtuba'ya sürekli bir fikir akışı söz konusuydu ve özellikle bazı alanlarda Abbâsî etkisi çok güçlü bir şekilde kendisini hissettiriyordu.
Ziryâb'ın Endülüs'e gelişi, burada "Doğululaşmayı" daha da hızlandırdı. Kurtuba'daki Emevî Sarayı onun yardımlarıyla kendilerinin rakipleri olan Irak'taki Abbâsî sarayının kültürel ve sanatsal açıdan pek çok fikrini kendisine mal edebildi.
MEVSİME GÖRE GİYİNMEYİ O ÖĞRETTİ
Ziryâb, Kurtubalılara aynı zamanda neyi, nasıl giyeceklerini de öğretti. Onlara mevsime göre giyinmeyi göstermekle yetinmedi canlı ve renkli kıyafetlerle yeni bir moda dahi oluşturdu.
Buna göre yaz boyunca beyaz ve açık renkli hafif kıyafetler, ilkbaharda renkli ipekli giysiler, sonbahar ve kış aylarında ise, kalın ve yünlü elbiseler giyilmeye başlandı.
Ziryâb temizlikle ilgili olarak bir kısım yenilikleri de Kurtubalılara tanıttı. Endülüslülere elbiselerin üzerindeki kirleri, tuzla temizlemeyi ve böylece elbiselerin rengini beyazlatmayı, ayrıca diş macunlarıyla diş temizliğini o gösterdi.
MODERN YEMEK KÜLTÜRÜNDE 'SOFRA DÜZENİ' İLE İZ BIRAKTI
Ziryâb Kurtubalılara neyi, nasıl yemeleri gerektiğini de anlatarak, Endülüs mutfağında devrim yaptı. Bitkiler hakkında da geniş bir bilgi birikimi olduğu anlaşılan Ziryâb, kuşkonmaz gibi yeni bitkileri Endülüslülerin zevkine sundu. El Makkarî, Endülüslülerin daha önceden bu bitkileri bilmediğini zikreder.
Ziryab'ın modern dünyada bıraktığı en derin ize, yemek kültürümüzde rastlamak mümkündür. Önce çorba, sonra ana yemek son olarak da tatlı sunumunu getiren ve yemeklerin ayrı ayrı tabaklarda servis edilmesi geleneğini oluşturan kişi odur.
Ayrıca içeceklerin pahalı ve ağır metal kadehler yerine, kristal ve cam kaplarda sunulmasının daha şık olacağı düşüncesini o yerleştirmiştir. Yemeklerin konulduğu ahşap malzemelerin üzerine keten örtüler örterek, "masa örtüsü" kavramını oluşturan da yine Ziryâb'ın kendisidir.
İbn Hayyan, Allah'ın sanatçılara dağıttığı bütün yetenekleri Ziryab'da birleştirdiğini ifade eder. Ona göre Ziryâb, udda birçok yenilik yapan, diğer yandan yıldızların hareketlerini bilen bir astrologdur.
İbn Haldun ise, onun ardından şu sözleri söyler: "Ziryâb'ın etkisi ve gücü okyanusun dev dalgaları gibi tüm İspanya ve Kuzey Afrika'yı silip süpürdü; geriye ölümsüz bir miras bıraktı."
Fikriyat