'Büyük davalar'dan hakikat arayışına: Bir 'Emanet' hikayesi
Son günlerde sosyal medyada en çok gündeme gelen konulardan biri, Aydın Karakimseli’nin anlattığı “Emanet” hikayesi... Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden yayıncı, gazeteci, televizyoncu ve siyaset bilimci Aydın Karakimseli, bir videoda hayatının önemli kırılma noktalarından birine değinmiş; İslamcılığın ideoloji boyutuyla ilişkisini koparıp tasavvuf düşüncesine, “başka türlü bir hakikat arayışına” nasıl yöneldiğini anlatmıştı. Kendi dilinden o ibret dolu hikayeyi ve bugünlerde belki de hepimizin bir kez daha gözden geçirmesi gereken “emanet” mefhumunu sizlerle buluşturuyoruz.
"Hayatımı değiştiren istikametimi değiştiren olaydır. Gene Müslümandım; o zaman da Müslümanım diyordum. Ama "böyük davaların" adamıydım. Böyük dava falan yok…
…Haramdan herkes kaçar, helalden ne kadar fedakârlık yaptığına bak. Tamam, Müslümanlar haramdan kaçınmalıdır amenna ama helalden ne kadar vazgeçiyorsun?
Allah için ne kadar vazgeçebiliyorsun? Bu göstergedir."
Bu sözlerle anlatıyordu hayatının en önemli kırılma noktalarından birini, üç gün önce hayatını kaybeden Aydın Karakimseli.
AYDIN KARAKİMSELİ KİMDİR?
1949 doğumlu Aydın Karakimseli, Kayseri'nin ulemalarından Karakimseli Hoca'nın torunuydu. Kayseri kültür hayatına önemli hizmetlerde bulunmuş, yaşamı boyunca 17 kitabı okurları ile buluşturmuştu. Yayıncı, gazeteci, televizyoncu ve siyaset bilimci kişiliğiyle tanınan, Kayseri'nin önemli simalarından biriydi.
Karakimseli, Kayseri Gündem Gazetesi ile Elif TV'nin kurucuları ve ilk genel yayın yönetmenleri arasındaydı. Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun da kurucu müdürlüğünü yapan Karakimseli, Büyükşehir Belediyesi Merkez Kütüphanesi Müdürlüğünden emekli oldu.
TASAVVUFLA HEMHAL OLMAYA UZANAN BİR YAŞAM
Onun yaşam öyküsündeki kırılma noktaları ise adeta romanlara konu olacak cinsten. Ülkücü komandoluktan, 70'li yıllarda Beyoğlu'nda geçirdiği derbeder yıllara; en yakın arkadaşı kucağında vurulunca Kayseri'de inzivaya; önce İslamcılığa, sonra partiye ve nihayetinde tasavvufla hemhal olmaya uzayan hikâyesi.
Onun "hayatımın istikametini değiştiren olay" olarak tanımladığı; kendi deyimiyle "böyük dava" ideolojisi ile ilişkisini koparıp tasavvuf düşüncesine, başka türlü bir hakikat arayışına yönelmesine vesilen olan "Emanet" hikâyesi, vefatının ardından tekrar gündeme gelen bir konu oldu.
Bizler de son günlerde sosyal medyada en çok gündeme gelen konulardan biri olan bu hikâyeyi sizlerle buluşturuyor; hepimizin bir kez daha gözden geçirmesi gereken "emanet" mefhumuna kısaca değiniyoruz.
BİR MÜSLÜMAN İÇİN 'EMANET' NEDİR?
Emanet kelimesi, Arapça'da "güvenmek, korku ve endişeden emin olmak" mânasındaki "emn" mastarından türemiş bir kelimedir.
Hıyanetin karşıt anlamlısı olarak isim şeklinde kullanıldığı gibi "güvenilir olmak" anlamında mastar olarak da kullanılır. Ayrıca "güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak tevdi edilen şey" manasına da gelir ve bu kullanılışı daha yaygındır.
KUR'AN-I KERİM 'EMANET'İ NASIL TANIMLAR?
Mukaddes kitabımız Kur'an-ı Kerîm'de emanet kelimesi, iki ayette tekil, dört ayette çoğul şekliyle geçer. Aynı kökten gelen değişik fiil ve isim kalıpları da Kur'an'da yer alır. Bu kullanım şekilleri hadislerde de görülür.
Gerek sözlüklerde, gerekse emanet kelimesinin geçtiği ayetlerin yorumu münasebetiyle tefsirlerde bu kavramın terim anlamı konusunda değişik görüşlere yer verilir. Buna göre Bakara suresinin 283'üncü ayetinde geçen, "Kendisine emanet bırakılmış olan kimse nezdindeki emaneti iade etsin" ifadesi ve diğer bazı ayetlerde zikredilen emanet kavramı, "bir kimseye koruması için bırakılan mal ve eşya" şeklindeki günlük dilde kastedilen dar anlamı yanında, insanın sahip olduğu ve kendisine geçici olarak verilmiş bulunan ruhî, bedenî, malî imkânları da kapsar.
'EMANET' SÖZÜ İLE KAST EDİLEN MANA NEDİR?
Ahzâb suresinin 72'inci ayetinin "Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, sorumluluğundan korktular; nihayet onu insan yüklendi" şeklindeki meali hakkında çeşitli yorumlar yapılmış ve buradaki emanetin "ruhî ve bedenî kabiliyetler, mârifetullah, dinî vecibeler, okuma yazma" gibi anlamlara geldiği ileri sürülmüştür.
Taberî, bu ayetteki emanetin Allah'ın kullarına gönderdiği hak din, bu dinin yüklediği vecibe ve hükümler olduğunu ifade eden birçok rivayet naklettikten sonra ayetteki emanetle hem dinî vecibe ve yükümlülüklerin hem de insanlar arasındaki emanetlerin, yani bütün emanet çeşitlerinin kastedildiğini belirten görüşün en isabetli yorum olduğunu ifade etmiştir.
Zemahşerî ve Fahreddin er-Râzî gibi bazı müfessirler buradaki emanetin "yükümlülük" (teklif) anlamına geldiğini ileri sürerler. Çünkü onlara göre birini yükümlü kılmak demek ondan kendi tabiatına aykırı davranmasını istemek demektir. Ayette göklerin, yerin ve dağların kabul etmediği emanet budur. Zira insan dışındaki varlık türleri ne amaçla yaratıldılarsa o doğrultuda hareket etmek durumundadırlar, kendi tabiatlarına aykırı davranamazlar. Hatta meleklerin ibadetleri bile bir yükümlülük sonucu olmayıp insandaki yeme içme gibi kendi tabiatlarının bir gereğidir.
Bu şekilde ilk dönem müfessirlerinden itibaren birçok âlim söz konusu ayetteki emaneti, âlemde kendi biyolojik tabiatına aykırı işler yapabilen yegâne varlık durumundaki insana yöneltilmiş yükümlülükler yahut ona yükümlülük taşıma özelliği kazandıran akıl anlamında yorumlamıştır.
EHL-İ EMANET VE EHL-İ HIYANET
Âl-i İmrân suresinin 75'inci ayetinde, Ehl-i Kitap içinde kendisine bir yük altın emanet edilse onu aynen iade edecek karakterde insanlar olduğu gibi, bir tek altın emanet edilse peşine düşmedikçe iade etmeyecek tiplerin de bulunduğu ifade edilir.
Burada sözü edilen, tefsirlerde "ehl-i emanet" ve "ehl-i hıyanet" diye adlandırılan zümrelerin kimler olduğu hususu tartışmalıdır. Bir yoruma göre ehl-i emanet Hristiyan ve Yahudi iken Müslüman olan kişiler, ehl-i hıyanet de İslâmiyet'i benimsemeyenlerdir.
Başka bir anlayışa göre Hristiyanlar ehl-i emanet, Yahudiler ehl-i hıyanettir. Zira Hristiyanların çoğunun nispeten hak ve adalete saygılı olmasına karşılık Yahudilerin çoğu hıyanete mütemayil olup bu durum onların dinlerindeki ırkçılık özelliğinden, kendilerinden olmayanların mallarını ve kanlarını mubah saymalarından ileri gelir. Nitekim ayetin devamında, emanete hıyanet etmekle suçlanan zümrenin ümmîlere yani Araplara veya kitapsızlara karşı yaptıklarından dolayı sorumlu olmadıkları iddialarına yer verilmesi de bu zümrenin Yahudiler olduğu görüşünü destekler.
Ancak Kurtubî'ye göre söz konusu ayette Ehl-i Kitap'tan bir kısmının emanete riayet ettiğinin belirtilmesi onların doğru yolda olduklarını göstermez. Nitekim günahkâr (fâsık) Müslümanlar arasında da emanete riayet edenler vardır, fakat bir tek meziyete bakarak bunların doğru yolda olduğu söylenemez.
Emanetin önemine işaret eden bu ayet nazil olduğunda Hz. Peygamber Cahiliye dönemi uygulamalarını geçersiz kıldığını, ancak emanete sadakat prensibini iptal etmediğini, emanetin sahibi ister itaatkâr ister günahkâr olsun hakkının kendisine iade edilmesi gerektiğini açıklar.
EMANET VE ADALET KAVRAMLARI BİR ARADA ZİKREDİLİR
Nisâ suresinin 58'inci ayetinin "Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder" şeklindeki mealinde, ahlâkla hukukun en geniş kapsamlı ilkelerinden olan emanet ve adalet kavramları bir arada zikredilir. Bu ayet müfessirlerce din ve şeriatı bütünüyle kapsayan, temel hükümleri ortaya koyan bir ayet olarak değerlendirilir.
Taberî'ye göre ayet, özellikle devlet adamlarının hem emanet hem de adalet ehli olmalarını gerekli kılar. Emanet ehli olmaları, ülke imkânlarını halka haksızlık yapmadan paylaştırmalarıyla, adalet ehli olmaları da bütün kararlarında hukuka riayet etmeleriyle gerçekleşir.
PEYGAMBERİMİZ 'EMANET' İÇİN NE DEMİŞTİR?
İslâm literatüründe emanet oldukça geniş kapsamlı bir kavram niteliği taşır. Bu durum kelimenin Kur'an ve hadislerdeki kullanımından ileri gelir.
Buna göre öncelikle, bir süre sonra geri alınmak üzere birinin uhdesine bırakılan aynî veya nakdî hakka, hem emanet hem vedîa denirse de vedîadan farklı olarak emanet ücret, kira, ortaklık hakkı, buluntu gibi maddî haklar yanında iman, ibadet gibi dinî yükümlülükler, beden ve ruh sağlığı, servet, makam ve mevki gibi imkân ve kabiliyeti gerektiren hususlar, sözleşmeler, mesken ve aile mahremiyetine saygı, nimet ve ikrama teşekkür, selâma karşılık verme, sırların saklanması vb. dinî, ahlâkî, içtimaî ilke ve kuralları da içine alır.
Nitekim Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) vergi memurluğu görevi isteyen Ebû Zer el-Gıfârî'ye, "Sen güçsüzsün; bu iş bir emanettir; emanet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur" demiştir.
'EMANET' HAKKINDAKİ HADİSLER
Yine Peygamber Efendimizin (sav) hadislerinde, yapılan vaatlerin, özel meclislerde konuşulan sözlerin, verilen sırların, evlenilen kadınların ve aile mahremiyetinin birer emanet olduğu belirtilmiştir.
"Emanet zayi olduğunda kıyameti bekle" anlamındaki hadiste, hangi türden olursa olsun emanete hıyanetin yaygınlaşması ve güvenin ortadan kalkmasının toplumsal bir felâket olduğu anlatılmak istenmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de emanete riayet müminlerin başlıca meziyetleri arasında zikredilir (Mü'minûn 8; Meâric 32).
Hadislere göre Hz. Peygamber de emanete hıyanet etmeyi münafıklık alâmetleri arasında saymış; fakat emanete hıyanet eden kişiye hıyanette karşılık vermeyi de yasaklamıştır.
TASAVVUFA GÖRE 'SERVET' EMANETTİR
Bütün İslâm âlimleri, özellikle de mutasavvıflar servetin emanet olduğu düşüncesi üzerinde ısrarla durmuşlar, başta zekât olmak üzere fakirlere haklarının verilmesini ve servetin asıl sahibi olan Allah'ın hoşnutluğuna uygun sarf edilmesini emanete riayet olarak değerlendirmişlerdir.
İbnü'l-Arabî mülkün emanet olduğunu, tasadduk edilirken gönül hoşluğuyla verilmesi gerektiğini belirterek "Verirken senin elin Allah'ın eli olmalıdır; işte bunun için mülkün emanet olduğunu söylüyoruz" der. Aynı mutasavvıf insanın zorunlu ihtiyaçlarını karşılayan nesnelere "istihkak mülkü", fazlasına "emanet mülkü" adını verir.
Ona göre arif kalp gözüyle, eşyanın kime ait olduğunu üstünde yazılı olandan okur; kendisine ait olanı istihkak mülkü olarak kendi yararına kullanır, başkasının adına yazılı olanı emanet mülkü olduğu için adı yazılı olan kişiye verir.
Şer'î dilde zahire bakılarak bu malların kendi mülkü olduğunun ifade edilmesi arifin tutumunu değiştirmez. Eşyanın gizli yazısını okuyacak kadar marifet sahibi olmadığından neyin istihkak mülkü, neyin emanet mülkü olduğunu anlayamayan kimse için yapılacak tek şey hepsini emanet kabul ederek tasadduk etmektir.
Derlenmiştir.
Fikriyat