Dursun Çiçek: "Ölüm hayata dair ve dâhildir"
Hızla akan bir çağın merkezinde yaşıyoruz. Bu hız çağında çoğu zaman etrafımızda olup biteni dahi fark edemiyoruz. Şehir, mekan, dağ, düşünce ve İslam düşüncesi üzerine yazdığı yazılar ve eserler ile tanıdığımız Dursun Çiçek ile insanın öte kavramı ile bağını, mekanı, şehir algımızı ve İslam düşüncesini merkeze alan geniş, kapsayıcı ve doyurucu bir röportaj gerçekleştirdik. Şöyle diyor Dursun Çiçek: "Tek başına kalmamak için yalnızlığa tutunuyoruz."
🔹 Bekir Salih Yaman:
Dağın Ötesi, Türkünün Ötesi, Fotoğrafın Ötesi şimdi de Mekânın Ötesi... Okurken bizi içimizden başlayan bir yolculuğa çıkaran Dursun Çiçek metinleri bunlar. Kitaplarınızı bir seri olarak mı ele almak lazım yoksa birbiriyle bağlantılı bir hafıza metinleri olarak mı düşünelim?
🔺 Dursun Çiçek:
Evet, doğrusu ikinci cümle. Öte tabiri de şöyle; biz hemen hemen 100 yıldır 200 yıldır hep berisini yaşıyoruz. Yani geçenlerde sağ olsun İhsan Fazlıoğlu güzel bir espri yaptı. Şimdi, dedi, sıra "Dağın Berisi", "Fotoğrafın Berisi", "Türkünün Berisi" ve "Mekânın Berisi"ni yazmana geldi. Aslında espri olarak söyledi ama bunu da yazmamız gerekiyor. Şundan dolayı; Aydınlanma düşüncesiyle, Kant'la birlikte başlayan bir "numen-fenomen" ayrımının mutlaklaştırılması var. Yani bizim daha Türkçe tabirle "aşkın" olanla "gerçeklik" dediğimiz fenomenel olanın, birbirinden koparılması hadisesi var. Daha açıkçası, bizde bir "öte" fikrinin yok edilmesi hadisesi var. Biz, bir anlamda Aydınlanma sürecinde ne yaşadık; bir "öte" fikrini yok etme üzerine yaşadık.
Bir öte fikrinin olmadığı bir sanatı, edebiyatı, mimariyi yaşadık. Resim yapılırken bir öte fikri yoktu veya şiir yazılırken bir öte yoktu ve bu Aydınlanma düşüncesinin tezahürü olarak bize de yansıdı. Biz de tabii büyük şairlerimizle büyük edebiyatçılarımızla aslında o hafızaya tutunduk. O şairler ki bugün kıymeti bilinmeyen, birilerinin kendince bir şey yaptığını zannederek küçümsediği, ergen çocuklar gibi veya ergen sosyolog gibi ergen psikolog gibi baktığı Necip Fazıl'lar Sezai Karakoç'lar… Hatta bir ara Yunus Emre'nin şair olup olmadığını tartışıyordu genç romantikler.
Oysa bu şairlerin hafızamıza tutunmaları o ayrımın "öte" ve "beri" ayrımının mutlaklaşmasını engellemiş oldu. Fakat dediğim gibi, bunu ben nasıl yapabilirim veya ben bunu nasıl aşabilirim, cümlesi çerçevesinde bir arayış benimkisi… Sonuçta yaptığım şey aslında bir metafizik. Yani metafiziği de Kantçı anlamında kullanmıyorum. Bunları kullanırken de her birinin hesabını vermek gerekiyor.
Bugün metafizik diyerek ezbere kullandığınız zaman hiçbir anlamı yok. Kant'ın metafizik tanımıyla Kant öncesi felsefenin metafizik tanımı bile birbirinden farklıdır. Kant klasik metafiziği reddeder, yeni matematik ve fizik üzerine yeni bir metafizik kurar. Dolayısıyla metafizikten bahsederken bu ayrımı yapmazsanız hiçbir şey anlaşılmıyor.