12 Eylül darbesinin üzerinden 37 yıl geçti
Türkiye'de, silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olan 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 37 yıl geçti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren öncülüğünde, emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen ve izleri yıllardır silinmeyen darbede 650 bin kişi gözaltına alındı, siyasi partiler lağvedildi, kanunların tamamına yakını değiştirildi, 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 14 bin kişiyi vatandaşlıktan çıkarıan darbeciler, aralarında yaşı büyütülen Erdal Eren'in de bulunduğu 50 kişiyi idam ettiler.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olan 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden 37 yıl geçti.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen son askeri darbesi olarak tarihe geçen 12 Eylül 1980 darbesinin başladığı, Cuma günü saat 03.59'da TRT radyosunun İstiklal Marşı ve sonrasında anons yapılmadan, Harbiye Marşı'nın çalınmasıyla anlaşıldı.
Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren imzasıyla yayımlanan Milli Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı. Bu bildiriyi 5 bildiri daha izledi.
"KAYBOLAN DEVLET OTORİTESİNİ YENİDEN TESİS ETMEK..."
Türk demokrasisine darbe yapıldığının en resmi açıklaması ve gerekçesi ise, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren tarafından duyuruldu.
Evren, darbenin gerekçesini, "... Kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalınmıştır." ifadeleriyle anlatmıştı.
Darbenin Evren dışındaki uygulayıcıları ise Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan komuta kademesiydi.
DARBE GEREKÇELERİ
TSK'nın emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği darbenin en önemli gerekçesi "güvenlik" oldu.
TBMM'nin 22 Mart 1980'de ilk turunu yaptığı Cumhurbaşkanlığı seçimini, 114 tur oylama yaptığı halde darbe gününe kadar sonuçlandıramamasının da etkili olduğu süreçte birçok cinayet işlendi.
Gazeteci Abdi İpekçi, Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, DİSK ve Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler, MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, Eski Başbakan Nihat Erim, Adalet Partisi İstanbul Milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu, CHP İstanbul Milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu, MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok ile eşi ve kızının öldürülmesi gibi çok sayıdaki siyasi cinayet, darbeci generallerin gerekçeleri olarak tarihe geçti.
6 Eylül'de Konya'da düzenlenen "Kudüs Mitingi" de darbe yönetimi tarafından "şeriatçı girişim" olarak gösterilmişti.
HAZIRLIKLARI GENELKURMAY KARARGAHI'NDA YAPILDI
Askeri darbenin hazırlıkları, Haziran 1980'den itibaren Genelkurmay Karargahı'nda yapılmaya başlandı.
Kod adı "Bayrak Harekatı" olan darbe, ilk olarak bütün ordu komutanlarına gönderilen emirle 11 Temmuz saat 04.00'te hayata geçirilmek istendi ancak 2 Temmuz'da Süleyman Demirel'in başbakanlığındaki hükümetin güvenoyu almasıyla plan ertelendi.
Aynı plan, yine aynı isimle 12 Eylül sabaha karşı uygulamaya konuldu, artık sokaklara palet ve postal sesleri hakimdi.
Emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirilen bu darbe, 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi olarak tarihteki yerini aldı.
SİYASİLER SÜRGÜNE GÖNDERİLDİ
12 Eylül askeri darbesi ile Süleyman Demirel'in başbakanı olduğu hükümet görevden alındı, TBMM lağvedildi. 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı askeri dönem başladı.
Cuntacılar, 13 generali ülke genelinde ilan ettikleri 13 sıkıyönetim bölgesine komutan olarak atarken Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay dışındaki derneklerin faaliyetleri de durduruldu.
Siyasi partileri de lağveden askeri yönetim, Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit'i Hamzakoy'a, Necmettin Erbakan ile Alparslan Türkeş'i ise Uzunada'ya sürgüne gönderdi. Siyasi yasaklar geldi. Darbeye liderlik eden 5 generalin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi, bütün yetkileri ele aldı. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu'ya kurdurulan hükümet, 21 Eylül'de göreve başladı.
Darbenin ardından geçen 3 yıl içinde önemli kanunların tamamına yakını değiştirildi ve askeri yönetimin belirlediği Danışma Meclisi tarafından hazırlanan Anayasa, yapılan "güdümlü" referandumla yüzde 92'lik "Evet" oyu aldı.
Halk oylamasında, Kenan Evren cumhurbaşkanı seçilirken askeri yönetim üyelerinin ömür boyu yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde, 2010'daki Anayasa değişikliği referandumuna kadar yürürlükte kaldı.
"ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ?"
Yönetime el koyan cuntacı askerler, acısı yıllarca sürecek idamların kararını da verdi.
Darbeden sonra ilk idamlar, 9 Ekim 1980 tarihinde gerçekleşti. İlk olarak sol görüşlü Necdet Adalı, ardından ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Darbe öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen 17 yaşındaki Erdal Eren idama mahkum edildi.
Darbeci Kenan Evren'in 17 yaşında astırdığı Erdal Eren için söylediği "Asmayalım da besleyelim mi?" sözü ise yıllarca unutulmadı.
Eren'in idam kararı, Yargıtay tarafından iki kere iptal edilmesine rağmen, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla ve yaşı büyütülerek 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Ulucanlar Cezaevi'nde infaz edildi.
MİLYONLARIN HAYATI ETKİLENDİ
Darbeden sonraki süreçte askeri yönetim, milyonlarca kişinin hayatını etkileyen kararların altına imza attı ve yıllar sürecek travmalara neden oldu.
Darbe sürecinde 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için de idam cezası istendi. Bunlardan 517 kişiye idam kararı verilirken kararların 50'si uygulandı. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılırken yaklaşık 100 bin kişi, örgüt üyesi olma suçundan yargılandı, 30 bin kişi ise "sakıncalı" olduğu iddiasıyla işten çıkarıldı.
İşkence ve faili meçhullerin çokça yaşandığı dönemde bine yakın film yine sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, 4 bine yakın öğretmen, çok sayıda üniversite görevlisinin işine son verildi. Yüzlerce gazeteci için de binlerce yıla varan hapis cezaları istendi.
YARGILAMA YOLU YİNE 12 EYLÜL'DE AÇILDI
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra yürürlüğe giren, "Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanamayacağı"na dair Anayasa'nın geçici 15. maddesi, 12 Eylül 2010'daki referandumun ardından kaldırıldı.
12 Eylül darbesinin sorumluları ile bu kişilerin emir ve talimatlarını uygulayanlar hakkındaki suç duyurularının ardından, darbe döneminin Genelkurmay Başkanı, Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya 4 Nisan 2012'de, darbeden 32 yıl sonra yargılanmaya başlandı. Yargıtayda temyiz istemi görüşülen dava, iki ismin hayatını kaybetmesinin ardından düştü.
Referandumdan sonra yapılan anayasa değişikliğiyle "Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin yargılanmayacağını düzenleyen Anayasa'nın geçici 15. maddesi" yürürlükten kaldırıldı. Türkiye genelinde birçok kişi ve örgüt, darbenin sorumluları ile bu kişilerin emir ve talimatlarını uygulayanlar hakkında soruşturma başlatılması için suç duyurusunda bulundu.
Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma kapsamında, Evren ile Şahinkaya hakkında hazırladığı iddianameyi, 10 Ocak 2012'de kabul etmesiyle Türkiye tarihinde ilk kez bir darbenin sorumluları yargı önüne çıktı. İddianamede iki komutan, ''Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek'' ile suçlandı.
İlk duruşması, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinde, 4 Nisan 2012'de görülmeye başlanan davaların duruşmalarına, Evren ve Şahinkaya, sağlık durumlarını gerekçe göstererek katılmadı. Davanın bundan sonraki duruşmalarında her iki isim de savunmalarını, tedavi gördükleri hastanelerden sesli ve görüntülü iletişim sistemi üzerinden yaptı.
Evren ve Şahinkaya, savunmalarında, suçlamaları kabul etmeyerek, kurucu iktidar olduklarını, mevcut mahkemelerin kendilerini yargılayamayacağını savundu.
AYM, BAŞVURULARINI "KABUL EDİLEMEZ" BULDU
Evren ve Şahinkaya 13 Şubat 2013'te, dava nedeniyle haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine (AYM) bireysel başvuruda da bulundu. İki eski komutan, davanın görüldüğü Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesine, ''12 Eylül iddianamesinin ve kamu davasının hukuken yok hükmünde olduğunun tespiti" için dilekçe verildiğini ancak mahkemece bu istemin reddedildiğini gerekçe gösterdi. AYM, 26 Haziran 2014'te Evren ve Şahinkaya'nın başvurusunu, olağan kanun yolları tüketilmediğinden kabul edilemez buldu.
Dava devam ederken Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la birlikte Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi kapatılınca dava, Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesine devredildi.
SAVCI MÜEBBET İSTEDİ
Cumhuriyet Savcısı Erdinç Hakan Özdabakoğlu, 12 Eylül Davası'nda verdiği esas hakkındaki görüşte, sanıklar Evren ve Şahinkaya'nın, 765 sayılı TCK'nın "Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler" başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarını istedi.
Mahkeme Başkanı Oktay Saday'ın açıkladığı hükme göre Evren ve Şahinkaya, "21 Aralık 1979'da dönemin Başbakanı'na verdikleri muhtırayla Anayasa'yı ve TBMM'yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçundan, 12 Eylül 1980'de de cebren Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM'yi ıskat ve cebren men suçundan eylemlerine uyan 765 sayılı TCK'nın 146/1. maddesi gereğince" ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Takdiri indirimle bu cezalar, "müebbet hapis cezası"na çevrildi.
Evren ve Şahinkaya hakkında, Askeri Ceza Kanunu'nun "askeri rütbelerin sökülmesi"ne ilişkin 30. maddesinin de uygulanmasına karar verildi.
Kararın ardından Evren ve Şahinkaya'nın avukatı, 24 Haziran 2014'de kararın bozulması istemiyle temyiz dilekçesini Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesine verdi. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, temyiz incelemesi sürerken Evren, 10 Mayıs 2015'te tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisinde 98 yaşında, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Şahinkaya da 9 Temmuz 2015'te 90 yaşında hayatını kaybetti.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, temyiz incelemesinde, sanıkların ölümleri nedeniyle davanın düşürülmesine karar verdi.
Dosya, Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderildi.
"12 EYLÜL İKLİMİ BİLEREK YARATILDI"
12 Eylül darbesi öncesinde Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı olan MHP Genel Başkanı Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Başdanışmanı Fethi Yıldız, darbe sırasında yaşanılan insanlık dışı uygulamalara değinerek, "Bazı arkadaşlarım benim kadar şanslı değildi. Çok anormal işkenceler yaptılar. Yönetim kurulunda olan arkadaşlarımdan bazılarına günlerce Filistin askısından elektriğe, tuzlu hamur yedirmeden tutun çok enteresan işkence metotlarını uyguladılar." dedi.
Yıldız, memleketi Yozgat'tan hukuk eğitimi almak için geldiği İstanbul'da, 12 Eylül döneminde yaşadıklarını anlattı.
İstanbul Üniversitesi'ne kaydolduğu zaman okul çevresinde ve kaldığı yurtta 12 Mart muhtırasının son demi olduğunu söyledi. 1974'te Ecevit iktidarının, Erbakan ile koalisyon yaptığını, o dönemde sokaktaki olayların daha çok protesto gibi olduğunu belirten Yıldız, şöyle konuştu:
"1975'li yıllardan sonra bu iş mahiyet değiştirdi. Anadolu'dan gelmişiz, yurtlarda kalıyoruz. Atatürk Öğrenci Yurdunda solcu ve ülkücü öğrenciler yan yana odalarda kalıyordu. Ben 1975-1976 yıllarında Ülkü Ocakları Yönetim Kurulundaydım. 1978 yılında İstanbul Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptım. Son başkan benim. Çünkü 1978 yılında Ülkü Ocakları ülke çapında kapatıldı. Bunun ardından Ülkücü Gençlik Derneğini kurduk. Yine kapatılma tehlikesine karşı, Ülkü Yolu Derneğini de kurduk."
"KAHVELER AYRI, YURTLAR AYRI..."
Beyazıt'taki okuldan çıkınca arkadaşlarıyla oturdukları kıraathanenin 200 metre ilerisinde bulunan kıraathanede solcu öğrencilerin oturduğunu aktaran Yıldız, "Neredeyse sokak sokak, semt semt, şehir şehir, kahveler ayrı, yurtlar ayrı ... Derneğimiz Aksaray'daydı ama Kumkapı'da solcular hakimdi. Gittiğimiz zaman mutlaka saldırıyla karşılaşıyorduk." diye konuştu.
Yıldız, 1977 yılındaki 1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'nda yaşanan olaylara değinerek, "Onu, bir mağduriyet edebiyatıyla, güya derin devlet yaptı diye yıllarca halkı kandırdılar. Daha sonra itiraflar oldu tabii. Hakimiyet meselesi için birbirleriyle savaştılar." dedi.
ÖĞRENCİYKEN SUİKASTE UĞRADI
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki hendek meselelerini, 1970'li yıllarda da gördüklerini dile getiren Yıldız, "Kurtarılmış bölgeler böyle bir şey. Diyarbakır Sur, Hakkari Yüksekova'da yapılan hadiselerin provalarını biz 1980'li yıllarda gördük." diyerek o günleri anlattı.
O yıllarda birkaç kez suikaste maruz kaldığını belirten Yıldız, "Bunlardan biri İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi önünde gerçekleşti. Ateş ettiler, sıyrıklarla kurtuldum. Rahmetli Mehmet Gül ile bir dava için Sultanahmet Adliyesinde bulunuyorduk. Çıkışta adliyenin kapısında bizi silahla taradılar. Çok şükür ki kurtulduk. Bir sürü suikaste uğradık ama Allah'ın verdiği canı Allah alır." dedi.
12 Eylül sürecinde uzun yıllar cezaevinde yatmadığını ancak birçok kez gözaltına alındığını, suçlamaların hepsinden beraat ettiğini söyleyen Yıldız, "Bazı arkadaşlarım benim kadar şanslı değildi. Çok anormal işkenceler yaptılar. Yönetim kurulunda olan arkadaşlarımdan bazılarına günlerce Filistin askısından elektriğe, tuzlu hamur yedirmeden tutun çok enteresan işkence metotlarını uyguladılar, gözü bağlı götürdükleri emniyette. Mesela 'İstanbul'da şu tarihlerde olaylar olmuş, bunları kabul edeceksin' diyorlar. Olayı bile bilmeyen arkadaşlarımın bazıları işkencelere dayanamayarak suçlamayı kabul ettiler. Çok dramlar var." ifadelerini kullandı.
"BİR SABAH KALKTIK, 400 POLİS YURDUN KAPISINDA"
Öğrenciyken kaldığı Atatürk Öğrenci Yurdunun kantininde arkadaşlarıyla yemek yerken saldırıya uğradıklarını ifade eden Yıldız, "Kendimizi koruduk ama yaralananlar oldu. Toplum Suçları Savcılığı vardı. Bizi savcının huzuruna çıkardılar ve Sağmalcılar Cezaevi'ne götürüldük. Sonra beraat ettik, meşru müdafaa içerisinde olduğumuz görüldü. Daha sonra Edirnekapı Öğrenci Yurdunda yoğunlaştık saldırılardan kurtulmak için bir arada olmak amacıyla. Bu tabii psikolojik bir şey." diye konuştu.
O dönemde basında her gün Edirnekapı Öğrenci Yurdu ile ilgili "Faşistlerin karargahı" diye haberlerin yayımlandığını, ardından bir sabah yurdun önünde 400 polisi gördüklerini ifade eden Yıldız, "Dedim ki; sizinle çatışacak halimiz yok. Biz devlete saygılıyız. Bize müsaade edin, gidecek yer bulalım. 'Kesin emir' dediler. Yurttan çıktık." dedi.
"KAHROLSUN PARA' DİYORSUNUZ AMA AMERİKA'DAN BLUEJEAN GETİRİYORSUNUZ"
Yıldız, Yozgat'ın bir köyünden İstanbul'a geldiğini hatırlatarak, "Zaman zaman tartışmalarda bu işte bir yanlışlık yok mu dediğimde gülerlerdi. Türkiye'yi, kurulu düzeni, milliyeti, milliyetçiliği hep bizler savunuyoruz. Halbuki biz fakir çocuklarıyız, siz de 'kahrolsun kapitalizm', 'kahrolsun para' diyorsunuz ama Amerika'dan bluejean getiriyorsunuz." dedi.
Yıldız, Kuvay-i Milliye'nin, manevi mirasçıları olan çocuklarla hala yola devam ettiğini dile getirerek, "Bizim ne makam ne para ne pulla işimiz olmadı. Vatan savunmasından başka bir gayemiz yok. 12 Eylül, silahlı terör örgütleriyle, sol franksiyonlarla, ülkücü gençliği aynı kefeye koydu. 12 Eylül'de ülkücüler ve solcular bilinçli olarak karşı karşıya gelmedi." değerlendirmesinde bulundu.
"HESAPLAŞMA DOĞRU DÜRÜST YAPILAMADI"
Yıldız, Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkındaki müebbet hapis kararını ilişkin, bu yargılama konusunda kamuoyundan destek istendiğini ve Türk milletinin bu desteği verdiğini hatırlattı.
Yıldız, kararı şöyle değerlendirdi:
"Anayasa'nın geçici 15. maddesi, darbecilere bir korunma sağlıyordu. Ama artık 90 küsür yaşına gelmiş insanlar... Zaten bu cuntanın içindeki iki kişi zaten ölmüştü. Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, mahkemeye getirilip, onlara mağdurların soru sorma hakkı tanınmadı. Kenan Evren yattığı yerden 'netekim, netekim' diye cevaplar verdi. Bu yargılama da bana göre amacına ulaşmadı. Kararlar kesinleşmeden de bu dünyadan ayrıldılar. Hesaplaşma doğru dürüst yapılamadı.
Cuntacıların darbenin yapılması için zemin bile hazırladıkları söyleniyor. 'Sabah ülkücüyü öldüren silah, öğleden sonra devrimciyi öldürdü' gibi söylemler duyduk. O zamanlar Alpaslan Türkeş, bu kardeş kavgası diye görülen şiddet hareketlerinin önüne geçilmesi için çok çağrıda bulundu. Ama bu çağrıları da karşılık görmedi. İklim bilerek yaratıldı. Darbe yapılınca Amerika 'bizim çocuklar meseleyi halletti' gibi beyanda da bulundu."
Buna benzer bir şeyin geçen yıl 15 Temmuz'da yaşandığını anlatan Yıldız, "FETÖ yine Amerika'nın kontrolüyle bu ülkeyi işgale kalktı. 15 Temmuz darbe girişimine, şiddetle karşı olan, FETÖ'nün yok edilmesini isteyenler yine ülkücüler." diye konuştu.