Gönlümüzdeki Mescid-i Aksa Beşiktaş’ta işgal ediliyor
Türkiye’de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında bir tahammül sorunu varmış gibi, demokrasi ve barış mesajlarını, mistik yönü ağır basan etkinlikler ile vermekteki amaç nedir? Üç dinin asırlardır yan yana yaşamayı başardığı, 6-7 Eylül olaylarına kadar tarihi pogromlar ile kirletilmemiş bir şehir olan İstanbul’da, üç dinin aynı çatı altına toplanması çabasının İbrahimî din algısına hizmet ettiği su götürmez bir hakikattir.
Katolik Kilisesi 1965 yılına kadar mutlak kafir ve cehennemlik gördüğü Müslümanları II. Vatikan Konsili kapanış beyan-namesinde "Tanrı'nın bir şekilde kulu" olarak kabul etti. Beyannamenin Lumen Gentium kısmında "kendi kabahati olmaksızın İsa Mesih'in öğretisini kabul edememiş, ancak Tanrı'yı kalpten arayan ve İbrahim'in inancını paylaşan" insanlar olarak zikredilen Müslümanlar "Tanrı'nın kurtuluş planının bir yerinde yer alan bir topluluk" olarak tarif edilmektedir. Konsil bu tarihe kadar var olmayan bir kavramı da dünyaya hediye eder: "İbrahimî dinler!" Kökünü İbrahim'de bulduğu iddia edilen her din Kilise tarafından bu şekilde adlandırılmıştır. "Tanrı'nın kendisiyle anlaşma yaptığı bereketli İbrahim"in inancını paylaşan insanlar, Tanrı tarafından kurtarılabilecek ve Mesih'in bereketinden faydalanabilecektir.
Kilise'nin, Müslümanların Hz. İbrahim'in imanını kabul ettikleri tespiti çok doğru bir tespit olmakla birlikte; Kilise'nin tarif ettiği İbrahim'in imanını kabul etmedikleri çok açıktır. Tanrı İbrahim'e görünür ve kendisi ile bir anlaşma yapar: "O gün Tanrı İbrahim ile antlaşma yaparak ona şöyle dedi: "Mısır Irmağı'ndan büyük Fırat Irmağı'na kadar uzanan bu toprakları, Ken, Keniz, Kadmon, Hitit, Periz, Refa, Amor, Kenan, Girgaş ve Yevus topraklarını senin soyuna vereceğim." (Tevrat/Tekvin 15:18-21) Arz-ı mev'ud bu anlaşma ile İsrail'e vaad edilmiştir. Tevrat'ın tarif ettiği İbrahim, Mümtehine Suresi'nde "Andolsun, İbrahim ve beraberindekilerde sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel bir örnek vardır" şeklinde tarif edilen İbrahim'den ise oldukça farklıdır:
"Ülkedeki şiddetli kıtlık yüzünden İbrahim geçici bir süre için Mısır`a gitti. Mısır`a yaklaştıklarında karısı Sara`ya, 'biliyorum ki sen çok güzel bir kadınsın' dedi, olur ki Mısırlılar seni görüp, 'Bu onun karısı' diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar. Lütfen, `Onun kızkardeşiyim` de ki, senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar." İbrahim Mısır`a girince, Mısırlılar karısının çok güzel olduğunu farkettiler. Kadını gören firavunun adamları, güzelliğini firavuna övdüler. Kadın saraya alındı. Onun hatırı için firavun İbrahim`e iyi davrandı... Tanrı İbrahim`in karısı Sara yüzünden firavunla ev halkının başına korkunç felaketler getirdi. Firavun İbrahim'i çağırtarak, "Nedir bana bu yaptığın?" dedi, "Neden Sara'nın karın olduğunu söylemedin? Niçin `Sara kızkardeşimdir` diyerek onunla evlenmeme izin verdin? Al karını, git!" (Tevrat/ Tekvin 12:10-19)
İmanı ve vazifesi için ateşe atılmaktan geri durmayan ve teslimiyet ile evladını kurban etmekten hiç çekinmeyen İbrahim'de elbette Müslümanlar için güzel bir örnek vardır. Gelgelelim, can korkusuyla karısını Firavun'a 'peşkeş çeken' Tevrat'taki İbrahim portresi hiçbirimizin sindirebileceği cinsten değildir. Tanrı'nın kendisine görünmesi ile ancak iman eden bir İbrahim'in inancını paylaştığımızı iddia etmek mümkün müdür? Tevrat'ta "La uhibbul âfilîn" diyen ve batan hiçbir şeyi kendisine Rab olarak yakıştıramayan İbrahim'in arayışından en ufak bir eser bulunabilir mi? Dahası, kendisine çocuk müjdeleyen Tanrı'ya içinden gülen ve dalga geçen Tevrat'ın İbrahim'inin, Allah'ın dost edindiği İbrahim Halilullah'ın imanın-dan eser taşıdığı düşünülebilir mi?
Tevrat'ın İbrahim'ine iman etmiş olmaları sebebiyle Müslümanları Tanrı'nın kurtuluş planına dahil eden Kilise, iman ettiğimiz İbrahim'in bambaşka bir kimse olduğunu elbette bilmektedir. Kilise'nin bu yaklaşımında siyasi saikleri göz önünde bulundurduğu, konsil beyannamesinin Gaudium et Spes bölümünde açıkca görülmektedir. Kilise, Doğu'da yükselen komünizm tehlikesine karşı birlikte çalışmaya mahkum olduğu Müslümanlara bir ihsanda bulunurken, kendilerini "İnancı savunan hür dünyanın bir parçası" olmaya davet etmekte; bir diğer ifadeyle iki bloklu dünyada Amerikan taraftarı olma-ya açıkca çağrı yapmaktadır. Dönemin Irak, Suriye, Mısır gibi ülkelerinin,İsrail'in hamisi Amerika'dan ziyade Sovyet blo-ğuna yakın politikalar izlemeleri bu çabanın boşa olmadığını gözler önüne serer. Müslüman Arapların üzerinde birliğe çağrıldığı İbrahim'in imanı, arz-ı mev'uda imandan başka bir şey değildir!
'İBRAHİMÎ DİN' FETÖ'NÜN DİNİDİR
Türkiye tarihine Amerikancılığın en önemli saha gücü olarak geçen FETÖ'nün, Katolik Kilisesi tarafından 1965 yılında dayatılan "İbrahimi Dinler" doktrinine iman edercesine sahip çıkması son derece anlaşılır. Bununla birlikte, Türk sağının 60'lı yılların sonundan itibaren girdiği Amerikancı paradokstan hala tam olarak çıkamaması büyük bir sıkıntı olarak karşımızda duruyor. Liberal politikalar olarak Türk sağına sunulan fikirler arasında en anlaşılmaz olanı ise, din adına devlet ile fikri bir çatışmanın olmazsa olmaz olduğu tezi. Söz konusu tezin etki alanı, marjinal üç-beş yazar ile sınırlı kalmıyor; aksine kendisini siyasal skalanın sağında tarif eden hemen bütün cemaatlerin, bu fikri şuur altlarında sahiplendiği acı bir gerçek. Kemalist Türkiye'ye karşı özgürlükçü Amerika'yı idealize etmek cemaatlerimizin uzun yıllar kullandığı bir söylemdir. Ak Parti iktidarı sonrası devletle büyük oranda kaynaşan sağ cemaatlerin bilinç altından bu imajın tamamen silindiğini söylemek ise oldukça zor. Tohumları özellikle yetmişlerde atılan Amerikancılığın, Türk sağında her dönem yeniden neşv-ü nema bulmayı bekleyen potansiyel bir şaşılık olduğunu gözlemliyoruz. NATO ile başımızın hiç de hoş olmadığı şu günlerde, örneğin Yeni Asya gibi bir cemaat gazetesi, özgürlükler namına okurlarına (aslında cemaatine) Amerika güzellemeleri yapmaktan geri durmuyor. FETÖ ile Amerikancılık ortak paydasında buluşan bu cemaatin, milli güvenlik sorunu olduğu sağır sultanca malum olan meselelerde dahi, devlet karşıtı söylemler etrafında takipçilerini konsolide etmesi, yukarıda anlattığımız potansiyelin nasıl hemen aktif hale gelebildiğini gözler önüne seriyor. Kendilerini, "Tayyipçilik etrafında kümelenen ve dünyaya sırtını dönmüş bir halk" olarak tarif ettikleri Türk Milleti'nden bu saiklerle ayrıştıran bu tarz sağ yapıların en önemli fonksiyonu ise, Türkiye'deki sağ Amerikancılığı diri tutmak ve toptan bir inkıraza uğramamasını sağ-lamak olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik bu potansiyel Amerikancılık, bu defa yetmişlerden çok daha tehlikeli ve ulusal güvenliğimizi tehdit eder mahiyette. Zira tarihimizde örneği olmayan bir şekilde Amerika ile zıd düştüğümüz şu günlerde, sağ Amerikancılık, sözde Amerikan karşıtı sol ile omuz omuza devlet çıkarlarına karşı bir duruşu diri tutmaya çalışıyor. Beşiktaş Belediyesi'nin 13 Aralık'ta düzenleneceğini ilan ettiği, ancak gelen tepkiler üzerine iptal etmek zorunda kaldığı Noel&Şeb'i Arus etkinliği neresinden tutsanız elinizde kalacak bir proje idi. Şükrederiz ki, Türk Halkı değerlerine karşı girişilen böylesi bir hürmetsizliğe ses çıkarmayacak kadar aymaz bir halk değil. Gelen tepkiler üzerine programı iptal eden Beşiktaş Belediyesi yaptığı açıklamada "Beşiktaş milli ve dini değerlerle, çağdaş evrensel değerlerin bir arada kardeşçe ve özgürce yaşandığı kenttir. Beşiktaş'tan İstanbul'a, İstanbul'dan Türkiye'ye verilen özgürlükçü demokrasi mesajlarının da, bu anlayışa paralel gerçekleştirilen etkinliklerimizin kaynağı da budur. Mistik yönü ağır basan etkinliğimiz üç semavi dinin mensuplarının barış ve kardeşlik duyguları içerisinde yaşadığı Beşiktaş kent kültürünün bir yansımasıdır..." satırlarına yer vermişti.
NEREDEN ÇIKTI BU NOEL-SEMA?
Beşiktaş'tan şöyle bir karşıya bakan bir kimse, Kuzguncuk'ta aynı bahçe içinde cami ile kilisenin bir arada bulunduğunu görmüyormuş gibi; sanki Türkiye'de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında bir tahammül sorunu varmış gibi, demokrasi ve barış mesajlarını mistik yönü ağır basan etkinlikler ile vermekteki amaç nedir? Dahası, Noel'i sema ayini ile kutlamak ve bunu bir evrensel değerler mesajı haline getirmek ne anlama gelebilir?
Üç dinin asırlardır yan yana yaşamayı başardığı, 6-7 Eylül olaylarına kadar tarihi pogromlar ile kirletilmemiş bir şehir olan İstanbul'da, üç dinin aynı çatı altına toplanması çabasının İbrahimî din algısına hizmet ettiği su götürmez bir hakikattir. İslamiyet'i İbrahimî dinler havuzunda değerlendirmek, bu söylemin hizmet ettiği paradigmanın diri tutulmasına hizmet etmekten başka bir amaca yaramıyor. Türk toplumunda her geçen gün taraftar kaybeden Amerikancılık, bu gibi pro-Amerikan birliktelik gösterileri ile diri tutulmaya çalışılıyor. Öte yandan pro-Amerikan her duruş FETÖ'nün direncine hizmet ediyor. Böylelikle Fetö ile Amerikancılık arasında bir döngü meydana getiriliyor. Birbirini beseleyen iki kutup arasında gidip gelen bir sarkaç oluşturuluyor. Amerikancılık FETÖ'cülüğü beslerken, FETÖ'cülük Amerikancılığa ve Amerika'nın çıkarlarına razı bir zihin yaratmaya yarıyor. Çift kutuplu dünyada, din ve inanç özgürlüğüne taraf olmak anlamına geldiğine inandırıldığımız Amerikancılık, tek kutuplu dünyada bambaşka bir surette karşımıza çıkıyor. Amerika, Tanrı ile anlaşan İbrahim'e vaad edilen toprakları, İbrahim'in soyuna vermenin peşine düşmüş vaziyette ve bunu gizleme ihtiyacı da duymuyor. Böylelikle, Amerikancılık milli güvenliğimizi en fazla tehdit eden şey olarak karşımızda duruyor. Zira Tevrat'taki tasvire göre karısını Firavun'a peşkeş çeken İbrahim'in soyuna sadece Ortadoğu değil, Türkiye de peşkeş çekilmek isteniyor. Buna razı edilmemizin yolu ise hepimizin İbrahim'de birleştiği yalanından geçiyor. Bu plan Kudüs'te alenen işgal olarak ortaya konmakta iken, Muhafız-ı Kudüs Sultan Hamid'in Yıldız'ı Beşiktaş'ta, bizim Kudüs'ümüz işgal ediliyor. Hz. Mevlana Noel Baba'nın dekoru haline getirilmeye çalışılıyor. Bizim İbrahimimiz'in yerini Tevrat'ın İbrahim'i aldığı gün gönlümüzdeki Mescid-i Aksa yıkılacak ve yerine Süleyman Mabedi inşaa edilecek. O İbrahim'den ve onun inancından beri olarak, kendi İbrahimimiz'e ve onun Nemrud'a eyvallah demez tavrına her zamankinden fazla muhtacız. Beyan-ı İlahi Saffat Suresi'nde bizim İbrahimimiz'e sesleniyor: Selam olsun İbrahim'e!
Star-Açık Görüş
M. Taceddin Kutay