Ölümle tehdit edilen bir cumhurbaşkanı adayı: Ali Fuat Başgil
İlimle dolu bir hayat geçiren Ali Fuat Başgil, henüz lise çağında Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması nedeniyle okulu yarıda bırakarak cepheye koştu. Ardından tahsilini tamamladı, Türkiye’nin en iyi hukukçularından biri oldu ve 46 yaşında “ordinaryüs profesör” unvanını aldı. 27 Mayıs ihtilâlinden sonra milletin umudu olan Başgil, zalimlere cesurca direnen soylu bir kahraman ve fikir insanı, Türkiye’nin yetiştirdiği çok kıymetli bir âlim ve hukuk dünyasının iftihar vesilesi olarak görüldü. Ölümle tehdit edildiği için siyasetten çekildi ancak fikirleri dalga dalga insanları etkilemeye devam etti. “Laiklik” kavramının tanımını yeniden yaptı; dinin, kanunî veya idarî baskı altında olmasının “din hürriyetinin yok olması” anlamına geldiğini savundu. Vefatının 50’inci yılında Ali Fuat Başgil’i saygıyla anıyoruz.
"İlmin kaynağı zekâ,
amelin kaynağı ise iradedir."
Ali Fuat Başgil, Osmanlı'nın son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşayan, saygın, bilgili ve benzersiz kişiliği ile önde gelen kültür, hukuk ve siyaset adamlarından oldu. Ömrünü adadığı adil bir yaşam ve devlet anlayışıyla, yazdığı yazılarla, yayımladığı kitaplarla, kurduğu cemiyetle pek çok alanda geniş kitlere hitap etti. Hürriyet, eşitlik, demokrasi ve adalet kavramlarına dayanan çağdaş devlet anlayışını Türkiye'de hâkim kılmak gerektiğine, bu yönelişte kendisine de görev düştüğüne inandı; bu çerçevede hayatının son anına kadar çalışmalar yaptı.
OKULU YARIDA BIRAKIP CEPHEYE KOŞTU
Ali Fuat Başgil, 1893 yılında Samsun'un Çarşamba ilçesinde doğdu ve ilkokulu burada, ortaokulu İstanbul'da okudu. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından dolayı lise tahsilini yarıda bırakarak yedek subay teğmen rütbesiyle askerlik görevine başladı. Dört yıl Kafkas cephesinde savaştı. 1918'de Fransa'ya giderek, Paris Buffone'da lise tahsilini tamamladı. 1921 yılında Paris Grenoble Hukuk Fakültesi'nde üniversiteye başladı.
"Boğazlar Meselesi" konulu teziyle "doktor" unvanını kazandı. Ayrıca Paris Siyasi Bilimler Yüksekokulu ile Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin Felsefe bölümünden diploma aldı. Lahey Devletler Hukuku Akademisinin kurslarına katıldı. Burayı bitirip sertifikasını aldıktan sonra 1929'da Türkiye'ye döndü. Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğretim Kurumuna Genel Müdür Yardımcısı olarak tayin edildi.
1930 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde açılan imtihanı kazanarak "doçent" oldu. Bir yıl sonra "profesörlüğe" yükseldi. İstanbul Üniversitesi'nin kurulması üzerine Anayasa Hukuku derslerini okutmak üzere bu üniversiteye geldi. Görevi sırasında Mülkiye Mektebinde hocalık, İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebinde müdürlük yaptı.
46 YAŞINDA ORDİNARYÜS PROFESÖR OLDU
1937'de Hatay Cumhuriyeti'nin anayasasını hazırladı ve Hatay'ın bağımsızlığı konusunda Cenevre'de toplanan Milletler Cemiyeti Komisyonu'nda Türk heyetinin hukuk müşavirliğini yaptı. 1939 yılında "ordinaryüs profesör" oldu. Türkiye'de ilk defa iş hukuku derslerini ihdas etti, müfredat programını hazırladı ve hocalığını yaptı. 1938 - 1942 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanlığını yaptı.
TÜRK-İSLAM MEDENİYETİ GELENEĞİNE SAHİP ÇIKTI
Batı kültür ve değerlerini gereği gibi özümseyerek yararlı ve uygun kısımlarının alınmasını savunan, aynı zamanda Türk-İslam medeniyetinin öz değerlerine sırt çevirmeyen bir aydın olarak, birçok eser kaleme alan Ali Fuat Başgil, ilmin saygınlığını muhafaza etmekten, düşüncelerini açıkça ifade etmekten hatta bu uğurda hapse girmekten bile çekinmedi. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce ve inanç hürriyeti, gerçek manada laiklik, insan hakları gibi konuları büyük bir vukufiyetle ele aldı. Sorunlara ışık tutan orijinal analiz ve eleştirilerde bulundu.
1947 yılında Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'ni kurdu. 1952'de Pakistan'da, 1959'da Ürdün'de toplanan İslam kongrelerinde ve 1959'da Almanya'da yapılan Hukuk kongresinde Türkiye'yi temsil etti.
1960 İHTİLALİNDE ÜNİVERSİTEDEN UZAKLAŞTIRILDI
İsmet İnönü ve tek parti CHP diktasının sürdüğü 1947 yılında Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti'ni kuran Ali Fuat Başgil, liberal bir muhafazakâr olarak kanaatlerini her zaman ve zeminde ifade etti. 27 Mayıs 1960 Darbesi'nden sonra kurulan Milli Birlik Komitesi tarafından çeşitli üniversitelerden demokrasiye, hak ve özgürlüklere inandıkları için uzaklaştırılan 147 öğretim üyesi arasında yer aldı.
Öyle ki, bir dönem izni olmadan bir dergi tarafından iktibas edilen "Kurucu Meclis" aleyhindeki makalesinden dolayı hukuksuzca hapse atıldı. 29 Mart 1961 tarihine kadar "Balmumcu Askeri Hapishanesi'nde kaldı. Daha sonra çıkarılan bir kanunla görevine dönmesi mümkün olsa da bunu bir haysiyet meselesi sayarak üniversite hocalığını bıraktı. 10 Nisan 1961'de emekliye ayrılan Ali Fuat Başgil'i, Türk siyasi hayatında önemli bir figür yapacak süreç ise bundan sonra başladı.
DARBE SONRASI TÜRKİYE
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Türkiye adeta yeniden dizayn edildi. 1961'de kabul edilen Anayasa ile köklü değişikliklere gidildi ve bu anayasayla güçler ayrılığı ilkesi derinleştirildi. Yürütmenin gücünü azaltacak, sınırlandıracak çeşitli mekanizmalar oluşturuldu. Örneğin CHP'nin 27 yıllık tek parti iktidarında var olmayan bir Anayasa Mahkemesi, iktidarların değişebileceğinden hareketle hükümet karşısında bir kuvvet olması için kuruldu. Üniversiteler başta olmak üzere ve TRT bazı kurumlar gibi özerkleştirildi. Ayrıca 450 üyeli Millet Meclisi'nin yanında seçkinlerden oluşan 150 mevcutlu bir senato kurularak iki meclisli yasama sistemine geçildi. Amaç seçilmişlerin, yani siyasetçilerin güçlerini sınırlamaktı.
DP gibi halkın büyük çoğunluğunun desteğini alsalar bile, siyasal partilerin gücünün kırılması hedeflendi, halkın tercihlerine göre değil, seçkinlerin isteklerine göre hareket eden, azınlığın güç sahibi olduğu bir yapı kuruldu. Ülke yönetiminde askerin etkili olabilmesini sağlamak için de düzenlemeler yapıldı ve Yeni Anayasa'nın başlangıç bölümünde ordunun "Türk Milleti" adına iktidara el koyması meşrulaştırıldı. TSK, rejimin üst güvencesi konumuna geldi, yürütmeyi denetleme, yürütme ve yasama güçlerine müdahale hakkı elde etti ve siyasi-ekonomik yaşam içinde özerk bir güç olmaya başladı.
TÜRK SİYASİ HAYATINDA ALİ FUAT BAŞGİL
Ali Fuat Başgil darbe sonrası yapılan seçimlerde Adalet Partisi'nin Samsun listesinden bağımsız aday olarak senatör seçildi. Din ve vicdan hürriyetini, demokrasiyi, vatandaşlık haklarını savunan, Avrupa'da tahsil etmiş olsa da öz değerlerine yabancılaşmayan ve tek parti-seçkinci standartlara uymayan Çarşambalı Bölükbaşıoğulları'ndan Mehmed Şükrü Efendi'nin oğlu Ali Fuat Başgil, muhafazakâr halk kitlelerinin duygu ve düşüncelerine, taleplerine tercüman bir ses olarak seçkinler için kurulan senatoya girmeyi başardı.
Seçim sonuçları, darbeciler ve darbe yandaşları için üzücü ve ürkütücüydü. General Fahri Özdilek'in, "…biz demokrasi dedik, durduk ve seçimlere girdik. Seçimlerden çıkan netice bu mu olmalıydı" dediği seçimlerin ardından en önemli konu Cumhurbaşkanlığı idi.
Cumhurbaşkanlığı makamı garantiye alınmalıydı. Bunu sağlamak siyasi parti liderleriyle uzlaşılarak Cemal Gürsel'in adaylığı için "Çankaya Protokolü" imza edildi. İşte tam da bu devrede darbecilerin ve seçkinlerin sindiremeyecekleri bir şey oldu.
Ordinaryüs Profesör Ali Fuat Başgil, seçmen kitlesinden özellikle de Adalet Partisi içindeki Egeli vekillerden gelen talepler doğrultusunda, seçim için 23 Ekim 1961'de adaylığını ilan etti. Halkın "Reisicumhur Ali Fuat Başgil" nitelemesiyle büyük ilgi gösterdiği, Adalet Partisi'nden vekillerin adaylık için imza topladıkları ve kendisinden dilekçe aldıkları Ali Fuat Başgil'in adı bile 27 Mayıs'ı savunan çevreleri rahatsız etmeye yetti. Adaylıktan çekilmesi için baskı yapılmaya başlandı. O kadar ki ölümle tehdide varana kadar.
ÖLÜMLE TEHDİT EDİLDİ: "ETLİK'TE GÖMÜLEBİLİRSİNİZ!"
27 Mayıs Darbesi'nin komutanlarından General Sıtkı Ulay ve Fahri Özdilek tarafından Başbakanlığa görüşme için davet edildiğinde, bunu olumlu olarak görüp fikir ve görüşlerini anlatmak için giden Ali Fuat Başgil, 24 Ekim 1961'de gerçekleştirdiği görüşmenin ardından hem adaylıktan çekildi, hem de yemin dahi etmeden Samsun Senatörlüğü'nden istifa ederek İsviçre'ye gitti. Kamuoyunun bir mana veremediği bu sonucun sebebi ise sonradan anlaşılacaktı.
Hatıraları'nda kendisini görüşmeye çağıran generallerin ordu içinde hâkim olamadıkları bir cuntadan söz ederek kendisini ölümle ve seçimleri iptal edip meclisi kapatmakla tehdit ettiklerini yazan Ali Fuat Başgil'i, nasıl caydırdıklarını anlatanlardan biri de General Sıtkı Ulay'dı. Senato Başkanlığı'nı teklif ederek adaylıktan vazgeçmesini isteyen Generaller, ret cevabı alınca, kendisini doğrudan tehdide başlayan Sıtkı Ulay: "Seçildiğiniz anda Cumhurbaşkanı töreni için toplarınız atılmayacaktır. Sizi Cumhurbaşkanlığı arabası alıp Köşk'e götürmeyecek, aksine bir cipe bindirilerek Etlik'e götürüleceksiniz; orada yeriniz hazırlanmıştır. Belki de Etlik'te gömülebilirsiniz" dedi.
"PAŞALAR, SİZ HİÇ HARP GÖRDÜNÜZ MÜ?"
Bunun üzerine "Paşalar, siz hiç harp gördünüz mü? Harpte savaştınız mı?" diye soran ve "Hayır" cevabını alan Ali Fuat Başgil, "Paşalar! Ben Kafkas Cephesi'nde dört sene savaştım. Savaşın ne olduğunu bilirim. Harp sırasında ölüm akla gelmez. Ben şu anda canımı değil, milletimin geleceğini düşünüyorum" diye direnince, Sıktı Ulay kısaca, "Cemal Gürsel Paşa'nın karşısında başka bir adaylığa asla müsaade edemeyiz… Biz size cuntadan aldığımız emri tebliğ ediyoruz. Kabul edip etmemek size aittir. Lakin kabul etmezseniz sizin hayatınızı garanti edemeyiz. Bunu açık söyleyelim. Netice bununla da kalmayacak. Meclis açılmadan dağılacak, seçimler iptal edilecek, partiler kapatılacak ve askeri idare devam ettirilecektir. Siz bir hukukçu olarak bu neticeyi istemezsiniz sanırım" şeklinde konuştu ve bazı kaynaklara göre tabancasını çıkarıp masanın üzerine koydu.
Kararını veren Ali Fuat Başgil ise, ölümle tehdit edildiği için değil, seçimlerin iptal edilerek meclisin dağıtılacağı, demokratik kazanımlardan geriye gidileceği endişesiyle "Yanlış yoldasınız paşam. Dürüst bir seçimden sonra tutulacak yol bu değildir. Siz demokrasi yolunda yürüyeceğinizi söylediniz. İktidarı kazanana bırakacağınızı belirttiniz. Ben de bunun üzerine kalktım Cenevre'den buraya geldim. Sizlere yakışan verdiğiniz sözü tutmaktır… Arz ettiğim gibi ben, Cumhurreisliğine adaylığımı hod-be-hod koymuş değilim. Halkın arzusu ve milletvekillerinin talepleri üzerine koydum. Fakat buna söz verdim. Hatta yalnız söz değil, yazılı bir beyana imza ettim. Ben verdiğim sözden dönen ve imzasını yalayan namertlerden değilim. Adaylığımı geri almama imkân yoktur. Fakat benim yüzümden, memleketin söylediğiniz akıbetlere sürüklenmesine de gönlüm razı olmaz. Bu vaziyette bana düşen bir iş kalmıştır, o da yarın alessabah senatörlükten istifa ederek evime dönmektir" dedi ve gereğini yaptı. Cumhuriyet Senatosu üyeliğinden de istifa etti.
Ali Fuat Başgil'in çekilmesinin ardından 26 Ekim 1961 günü ise Cemal Gürsel, tek aday girdiği Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, asker tarafından kuşatılmış olan Meclis'ten 434 oy alarak, dördüncü Cumhurbaşkanı sıfatıyla 7 yıllığına Çankaya Köşkü'ne çıktı.
Ali Fuat Başgil, yurt dışına giderek Cenevre Üniversitesi'nde Türk Tarihi ve Türk Dili Kürsülerinde başkan olarak görev yaptı. 1965 yılında yaş haddinden emekliye ayrılarak Türkiye'ye geldi. 17 Nisan 1967 tarihinde eşi Fatma Nüvide Hanımefendi ile birlikte oturduğu Kadıköy'deki evinde, 74 yaşında hayata gözlerini yumdu.
TOPLUMDA BÜYÜK YANKI UYANDIRDI
Hayatı boyunca hukukun üstünlüğünü, bilimin haysiyetini ve şahsi vakarını korumasını bildi. Hukuka aşk mertebesinde sevgi ve saygı besledi. İnsana ve hukuka hürmeti merkez saydı. Bir Anayasa hocası ve hukuk adamı olarak kanaatlerini sözlü ve yazılı olarak cesurca açıkladı.
Ali Fuat Başgil, Türk hukukçuları arasında siyasî, sosyal, hukukî sahalarda en çok çaba gösteren ve en çok eser veren kişidir. Siyasi, sosyal ve hukuki sahalarda pek çok eser kaleme aldı. Din ve laiklik ile 27 Mayıs ihtilâli kitaplarındaki görüşleri toplumda büyük ilgi ve yankı uyandırdı. Türkiye'de en çok basılan ve okunan eserlerden biri kabul edilen Gençlerle Başbaşa, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 100 Temel Eser arasına alındı.
ESERLERİ:
Gençlerle Başbaşa: Ali Fuat Başgil bu eserinde bir ömür boyu öğrendiklerine şahsî tecrübelerini de katarak gençlere rehberlik etmek istemiştir. Burada gençlere başarılı olma yolunun tehlikeli düşmanlarını anlatmakta ve başarıya ulaşmanın şartları üzerinde durmaktadır. Ayrıca terbiyenin ruh ve karakter üzerindeki tesiri ve verimli çalışma şartları hakkında gençlere yol göstermektedir. Eser Türk gençliği tarafından en çok aranan ve okunan eserlerden biri olma özelliğini hâlâ taşımaktadır. (İstanbul 1949)
Din ve Laiklik: Din ve laiklik konusundaki düşüncelerini 28 Nisan-5 Mayıs 1950 tarihleri arasında birbirini takip eden konferanslarla önce üniversite gençliğine anlatmış, bu konuşmaları aynı yıl Yeni Sabah gazetesinde, daha sonra da kitap halinde yayımlamıştır. Burada gerçek anlamda laiklikte devletin din işlerine karışmadığını söyleyerek din hürriyetinin vatandaşların din konusunda sahip oldukları haklardan her birini serbestçe, korkusuz ve endişesiz bir şekilde kullanabilmelerini gerektirdiğini belirtmiştir. Bir ülkedeki din hürriyeti ölçüsünün dini öğretme, okutma-yayma ve telkin etme hakkı olduğunu, bu hakkın resmî veya gayri resmî, kanunî veya idarî baskı altında olmasının din hürriyetinin yok olması anlamına geldiğini savunmuştur. Diyanet İşleri'ni muhtar bir müessese haline koymak, Vakıflar'ı bu teşkilâta bağlamak suretiyle Diyanet'i malî serbestliğe kavuşturmak ve böylece "şart-ı vâkıf"ı da yerine getirmek Başgil'in savunduğu diğer fikirlerdir. (İstanbul 1954)
La Révolution Militaire de 1960 en Turquie "ses Origines" (27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri): Bu eserinden dolayı Başgil aleyhinde amme davası açılmış ve anayasa nizamını bozmak ve yabancı ülkelerde memleketin itibarını zedelemek suçlarından yargılanmıştır. Sadece 27 Mayıs İhtilâli hakkında değil Atatürk Türkiyesi ve Atatürk inkılâpları hakkında da Batılı okuyucuya doyurucu bilgiler vermek amacıyla yazılmış olan eser Batı basınında ve ilim çevrelerinde büyük bir ilgi ve hayranlıkla karşılanmıştır. Eserde çeşitli siyasî olaylar ayrıntılı biçimde ele alınmış olup birçoğunun içinde yazarın da bulunduğu bu olaylar aynı zamanda belge niteliğinde bir hâtıra özelliği taşımaktadır. (Cenevre 1963/İstanbul 1966)
Diğer eserleri:
La Vie Juridique des Peuples (Belçika 1939)
Klasik Ferdî Hak ve Hürriyetler Nazariyesi ve Muasır Devletçilik Sistemi (1938)
Esas Teşkilat Hukuku Dersleri (3 cilt, 1940)
Türkiye İş Hukuku (1940)
Vatandaşın Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Müracaat Hakkı (1944)
Hukukun Ana Müessese ve Meseleleri (1947)
Cihan Sulhu ve İnsan Hakları (1948)
Türkçe Meselesi (1948)
Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Teminatı (1948)
Demokrasi ve Hürriyet (1949)
Vatandaş Hak ve Hürriyetlerinin Korunması ve Anayasamızın Eksiklikleri (2 cilt, 1960)
Fikriyat
Derlenmiştir.
Dünya Bülteni, TDV İslâm Ansiklopedisi.