Tarihin tozlu raflarına sessizce kaldırıldı...
“Milli şairimiz” Mehmet Akif Ersoy, Beyoğlu’ndaki Mısır apartmanında kaldığı dairede 27 Aralık 1936 günü hayatını kaybetti. Türk milleti, milli şairini kaybetmişti fakat ne yazık ki bu hiçbir devlet erkânının bilincine yerleşemedi. Akif’e çok büyük bir ayıp yapıldı, bu ayıp ise tarihin tozlu raflarına sessizce kaldırıldı. Milli şaire cenaze töreni bile çok görülmüştü. İstiklâl Marşı ve Safahat şairi, Türk milletinin gönlünde yer edinen önemli şahsiyet Akif’in cenaze namazı için herhangi bir tören hazırlanmamıştı. Akif gibi oğlu da hazin bir sonla hayata veda etti.
Bugün, bundan 81 yıl önce 27 Aralık 1936 günü vefat eden Milli şair Mehmet Akif Ersoy'a ve oğluna yapılan büyük ayıbı, tarihin tozlu raflarından çıkarmaya çalıştık.
Mehmet Akif, 27 Aralık 1936 tarihinde Beyoğlu'ndaki Mısır apartmanında kaldığı dairede hayatını kaybetti. Cenaze namazına onu seven binlerce genç ve dostları katıldı. Akif'in cenaze namazı için herhangi bir resmi tören hazırlanmamıştı. Cenazeye resmi kişilerden ve kuruluşlardan katılan hiç kimse olmadı.
İSTİKLAL MARŞI'NI MİLLETE ARMAĞAN ETTİ
Türkiye'nin İstiklal mücadelesinin sembol isimlerinden Mehmet Akif Ersoy Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekili olarak görev yaptı. Anadolu'nun birçok şehrinde camilerde verdiği hutbelerle halkın milli duygularını coşturdu ve halkın milli mücadeleye destek vermesinde önemli rol oynadı. Kurtuluş Savaşını destanlaştırarak yazdığı İstiklal Marşı'nı da millete armağan etti.
1923 yılında Ankara'dan İstanbul'a dönen Mehmet Akif Abbas Halim Paşanın daveti üzerine kışı geçirmek üzere Mısır'a gitti. 1926 yılına kadar kışları Mısır'da geçiren Mehmet Akif'e 1925 yılında Türkiye'ye döndüğünde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kur'an'ın Türkçeye tercümesi teklifi yapıldı. Uzun süre bu teklifi reddeden Mehmet Akif ısrarlar karşısında kabul etti. 6-7yıl kadar üzerine çalışma yaptı. Ancak 1932 yılı Ramazanında teravih namazından sonra Kur'an yerine Türkçe tercüme okunması kendisinde yapacağı tercümenin Kur'an yerine okutulma endişesini doğurdu. Bu endişe üzerine Diyanet İşleri Başkanı ile yapmış olduğu sözleşmeyi feshetti.
MEHMET ÂKİF ERSOY'UN YAŞADIĞI BÜYÜK DRAM
Milli Mücadele'ye büyük emek veren, Birinci Meclis'e Burdur Mebusu olarak katılan, İstiklal Marşımızı yazan ve ödül olarak verilen beş yüz lirayı orduya bağışlayan Akif, sırtında paltosuz dolaşıyordu. Milli şairin içinde ikamet edebileceği bir evi bile yoktu.
Emekli cüzdanında Âkif'in adresi olarak "Beyoğlu, Parmakkapı Mısır Apartmanı'nda Fuat Şemsi yanında" kaydı okunuyor. (Akyol,2010)
Dönemin idarecileri Akif tarafından kaleme alınan İstiklal Marşını 'fazla batı aleyhtarı' diye niteleyerek değiştirmeye dahi yeltenmişler ancak başarılı olamamışlardı.
Ankara'da hiçbir farklı düşünceye tahammül edemeyen yeni yöneticiler, bir süre sonra muhalif olan herkesi polis aracılığı ile takip ettirmeye başlarlar. Takip edilenlerden biri de İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy'dur. Adım adım takip edilen "Mehmet Akif Ersoy, bu muameleye çok kırılmış, 'Bana memlekete ihanet etmiş adam muamelesi yapıyorlar. Buna tahammül edemiyorum'" (Düzdağ,1990:3) diyerek vatanı terk etti ve Mısır'a yerleşti.
Mehmet Akif İstiklâl Marşı'nı Türk milletine armağan ettikten sonra neden gönüllü sürgüne gitmişti?
Taha Akyol bu üzücü olayı şöyle anlatır:
"Mısır'a gidişinin asıl sebebi "maaşsız, işsiz ve takip altında" kalmış olmasıdır. Peşine polis hafiyesi takılması çok ağırına gitmiştir. (Akyol,2010)
1923 yılında Ankara'dan İstanbul'a dönen Mehmet Akif Abbas Halim Paşanın daveti üzerine kışı geçirmek üzere Mısır'a gitti. 1926 yılına kadar kışları Mısır'da geçiren Mehmet Akif'e 1925 yılında Türkiye'ye döndüğünde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kur'an'ın Türkçeye tercümesi teklifi yapıldı. Uzun süre bu teklifi reddeden Mehmet Akif ısrarlar karşısında kabul etti. 6-7yıl kadar üzerine çalışma yaptı.
1932 yılı Ramazanında teravih namazından sonra Kur'an yerine Türkçe tercüme okunması kendisinde yapacağı tercümenin Kur'an yerine okutulma endişesini doğurdu. Bu endişe üzerine Diyanet İşleri Başkanlı ile yapmış olduğu sözleşmeyi feshetti.
1926 kışından itibaren Mısırdan dönmeyen Mehmet Akif Kahir'e yakınlarındaki Hilvan'a yerleşti. Kahire'deki "Câmi-ül Mısriyye" adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri veren Mehmet Akif maddeten sıkıntılı bir hayat yaşadı.1936 yılında rahatsızlanan Akif hava değişimi için önce Lübnan'a sonrasında ise Antakya'ya gitti. Ancak hastalığının ilerlemesi üzerine 1936 yılının haziran ayında İstanbul'a gelerek tedaviye burada devam etti."
1926 kışından itibaren Mısırdan dönmeyen Mehmet Akif Kahir'e yakınlarındaki Hilvan'a yerleşti. Kahire'deki "Câmi-ül Mısriyye" adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri veren Mehmet Akif maddeten sıkıntılı bir hayat yaşadı. 1936 yılında rahatsızlanan Akif hava değişimi için önce Lübnan'a sonrasında ise Antakya'ya gitti. Ancak hastalığının ilerlemesi üzerine 1936 yılının haziran ayında İstanbul'a gelerek tedaviye burada devam etti. İstanbul'da bulunduğu süre içinde eski dostları, sevenleri tarafından sık sık ziyaret edilen Mehmet Akif, 27 Aralık 1936 tarihinde Beyoğlu'ndaki Mısır apartmanında kaldığı dairede hayatını kaybetti.
AKİF'E YAPILAN BÜYÜK AYIP
Ertesi günü Beyazıd Camiisi'ndeki cenaze namazına onu seven binlerce genç ve dostları katıldı. Akif'in cenaze namazı için herhangi bir resmi bir tören hazırlanmamıştı. Cenazeye resmi kişilerden ve kuruluşlardan katılan hiç kimse olmadı. Mehmet Akif'in cenaze namazına bir hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer 5 Ocak 1987 de Tercüman Gazetesi'nde "Akif'in Cenaze Töreni" başlıklı yazısında o günü şöyle anlatıyor:
"…O zamanların ülkemizde egemen tek partinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Akif'in yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı.
Bizler alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık, hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmını bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük, iki kişi üzerine örtü dahi konmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akife ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzlerce genç ağlamaya başladı. Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler. Sonra merhumun bir kısım arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin zimamdarlarından hiç kimse ortalarda yoktu."
Tarihe düşülen kayıtlara göre, dönemin tek parti iktidarının 'Dahiliye Vekili' Şükrü Kaya, İstanbul valiliğine gönderdiği mesajda cenazeye sahip çıkılmamasını ve tüm resmi zevatın cenazeden uzak durmasını istemişti.
Gazeteci Ardan Zentürk, bu büyük ayıbı şöyle anlatır:
"Hafif kar yağışı olan 27 Aralık günü büyük Türk şairi, büyük Müslüman Mehmet Akif Ersoy'un tabutu dört hammalın sırtında Beyazıt Camii'ne getirildi. Burada kılınan öğle namazından sonra tabut, yirmi beş, otuz kişiden ibaret cemaatin omuzları üzerinde yola çıkarıldı. Sonunda mezarının başında on üç kişi kaldı. (Zentürk,2009)
Gazeteci Taha Akyol da Mehmet Akif'in çıplak bir tabut içerisinde musallaya getirildiğini nakleder.
"Beyazıt Camii'nin musalla taşında bir tabut, üstünde ne bir bayrak var, ne de bir örtü. Cami avlusunda cenazeyi bekleyen şair Mithat Cemal, "Bir fukara cenazesi olmalı" diye düşünüyor. O anda Emin Efendi lokantasının sahibi Mahir Usta elinde bir bayrakla cenazeye koşuyor. Sonra yüzlerce genç peyda oluyor, çıplak tabutunu üniversitenin büyük bayrağına sarıyorlar. Defnedileceği Edirnekapı Şehitliği'ne kadar omuzlarda taşınıyor. Kör ve sağır yetkililerin görmediği, duymadığı, tınmadığı büyük Akif'in cenazesi bu şekilde 'millet töreni' ile kaldırılıyor. Ertesi gün gazetelerde, bir iki sütuna, sıradan birkaç haber. Bir süre sonra, "Kimseler yüzüne bakmadı, bitler içinde öldü" türünden yalan ve aşağılayıcı yazılar."(Akyol,2006)
Milli şaire boykot uygulayan devlet görevlilerin ismi bile hatırlanmazken Mehmet Akif yediden yetmiş yediye milletin kalbinde yerini korumaya devam eder.
AKİF'İN EBEDİYETE UĞURLANIŞI VE SONRASI
O tarihlerde Milli Türk Talebe Birliğinde görevli bulunan Prof. Dr. Abdülkadir Karahan da cenazeye katılmış ve bir konuşma yapmıştı. 'Akif'in Ebediyete Uğurlanışı ve Sonrası' başlıklı bir yazıda hatıralarını anlatan Karahan cenaze töreni sonrasında başına gelenleri şöyle anlatıyordu:
"Burada bir olaya daha değinmek isterim. Benim o eşi az bulunur Milli Marşımızın eli öpülecek şairimizin kabir başındaki hitabemi, takdir yerine adeta tekdirle karşılanmak istenmesini ben bugün bile bir muamma gibi çözemediğimi de işaret etmek isterim. Çünkü 3 gün sonra beni Yüksek Öğretmen Okulu'ndan Emniyet Müdürlüğü'ne istediler. Bir şube müdürü beni sorguya çekti.
-Ne sıfatla resmi makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptığımı sormuştu.
Cevabım yaklaşık olarak şöyleydi: -Ben herhangi bir şairin değil, Türk bayrağı göndere çekilirken, yazdığı İstiklal Marşı ile göklere seslenen bir zatın kabri başında milletimizin duygusunu, saygısını dile getirdim. Beni buraya çağırmakla hata işlemiş bulunuyorsunuz."
Dönemin yöneticileri her ne kadar Mehmet Akif'e bir cenaze töreni hazırlamamış olsalar da sevenleri ve binlerce üniversite öğrencisi onu son yolculuğunda el üstünde Edirnekapı mezarlığına kadar taşıdı.
MEHMET AKİF'İN OĞLU EMİN DE AYNI KADERİ YAŞADI
Mehmet Akif'e kendi fikriyatının çilesi bir yana çocuklarının hayatı da ayrıca elem veriyordu. Onlardan birisi hazin bir sonla ömrü sona eren Emin'di.
İlk üç tanesi kız (Cemile, Feride, Suad) olmak üzere altı çocuğu dünyaya gelen Akif'in dördüncü çocuğu Ahmet Naim, bebek yaşta vefat etti. Emin ve Tahir de onlar için pek kafa yorduğu erkek çocuklarıydı. Mehmet Akif Mısır'da iken yakın dostu Mahir İz'e bir mektup gönderdi. Bu mektupta ''Emin ve Tahir ellerinizden öpüyorlar. Geçen kış onlarla birlikte bir resim aldırmıştık" diyerek çocuklarının da bulunduğu resmin arkasına şu dört mısrayı yazar:
Ne odunmuş babanız: Olmadı bir baltaya sap!
Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz.
Meşe halinde yaşanmaz, o zamanlar geçti;
Gelen incelmiş adam devri, hemen yontulunuz.
Bu mısranın ithaf elediği 2 çocuk Emin ve Tahir'dir. Mehmet Akif, Burdur vekilliği yaptığı sürede Emin'i hiç yanından ayırmaz. Bir müddet aileyi Kastamonu'ya bile yerleştirir. Emin'i de oraya okula verir ve vazifeleri sebebiyle Ankara'ya döner. Emin bu yaşamdan sıkılır ve bir yolunu bularak Ankara'ya kaçar. Milli mücadele döneminde yaptığı hizmetlerin yanında ve en önemlisi İstiklal Marşı'nı da yazmış olduğu halde emekli maaşından bile mahrum bırakılan Akif, bütün bu sıkıntıların yanında Emin ile alakalı hiç iyi haberler alamaz.
Emin ile alakalı bilgilere Mehmet Akif'in bir diğer dostu olan Fuat Şemsi'ye yazdığı mektuplardan ulaşılıyor. Bu mektuplarda Akif, dostuna oğlunun haylazlıklarından, nasihatlere kulak tıkamasından ve oğlunun bu yönüne mani olamamasından bahsediyor. Hatta Emin için
''Oğlan ahmaktır. Senelerden beri uğraştığım halde yalan söylemekten vazgeçiremedim. Yarım saat sonra meydana çıkacak yalanlarla işini görebileceğine inanan sersemlerden...'' diyerek onu yalandan vazgeçiremediğine dert yanıyor.
''BENDENİZ MEHMET AKİF'İN OĞLUYUM''
Emin'i, babası bir müddet Mısır'a yanına alır. Emin, 1934 yılında İstanbul'a geri döner ve askere gider. Askerde Kur'an ayetlerini tefsir ile meşgul olur. Bambaşka bir kişi olur. İrtica suçuyla mahkemeye verilir. Ancak bir yolunu bularak kaçar. Nasıl yargılandığı, ne cezasına çarptırıldığı ve cezasının süresi gibi sorular ise hala araştırılmayı bekleyen sorulardır. Bir türlü doğru yolu benimseyemeyen Emin, sonraları sabahçı kahvelerinde yatan, kalkan, elinde şarap şişesiyle dolaşan bir avare olur.
1939 yılında bir esrarkeş olarak yakalanan ve akıl hastanesine tıkılan Emin, buradan babasının bir dostu vasıtasıyla çıkar ve Bursa Karacabey'de kâhya olarak çalışır. Evlenen ve sakin bir hayat sürdüren Emin buradan da kovulunca, soluğu İstanbul'da alır. 1966 yılında eşini de kaybeder ve serkeş hayatına devam eder. Birkaç ay akıl hastanesine düştükten sonra taburcu olur. Hazin son yaklaşmaktadır. İstiklal şairinin oğlu Tophane'de sahipsiz bir kamyonun kasasında yatıp kalkmaya başlar.
Çetin Altan'ı gazetedeki ofisinde bu serkeş vaziyette ''Bendeniz Mehmet Akif'in oğluyum'' diyerek ziyaret eder Emin. Çetin Altan'ın beyninden kaynar sular dökülür. Cüzdanını uzatır Altan. Emin de uygun bir meblağ aldıktan sonra özür dileyerek oradan ayrılır. Altan bu olaydan yaklaşık bir ay sonra gazetede; ''Beşiktaş'taki çöp kamyonunun içinde Mehmet Akif'in oğlu ölü bulundu'' haberini okur.
İstiklal şairi olarak anılmasına rağmen cenazesine bir devlet görevlisi bile gönderilmeyen Akif gibi oğlu da hazin bir sonla hayata veda eder.
FİKRİYAT
Beyaz Tarih- M.Ertuğrul Düzdağ,Mehmet Akif Ersoy,Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri- Mithad Cemal Kuntay,"Mehmed Akif,Hayatı-Seciyes-Sanatı-Eserleri-Ömer Aymalı / Dünya Bülteni