ABD ile Rusya’nın Balkan düellosu
Yakın tarihte yaşananların bize Balkanlarla ilgili öğrettiği acı bir gerçeği bir kere daha hatırlamakta fayda var, bölge; yıllardan beri süper güçlerin mücadele alanı. Taraflar zaman zaman cephe değiştirseler de, günümüzde, Batı ile Rusya arasında cereyan ediyor.
16 Ocak 2016 Salı günü Kosova'nın Mitrovica şehrinden gelen cinayet haberi Balkanları endişe ve korkuya sevk etti. Dikkatleri yeniden bölgeye çekti. Son yıllardaki barışçı söylemleri ile tanınan Kosovalı Sırp politikacı Oliver İvanoviç'in planlı olduğu anlaşılan bir cinayete kurban gitmesi, 2018 yılının Balkanlarda yeni gerginliklere ve olaylara gebe olduğuna işaret ediyor. Olay sonrası çıkan söylentiler, bu cinayetin katillerinin ve azmettirici gücünün, kısa zamanda ortaya çıkarılamayacağı mesajı veriyor. Karadağ'ın maceralı ve korku filmi gibi süreç sonunda NATO' ya girişi, Makedonya'da yıllar sonra gerçekleşen olaylı iktidar değişimi, Balkanlarda pamuk ipliğine bağlı istikrarın önündeki tehditlerin arttığını düşündürüyor. Üstteki fotoğrafta ABD Bşk. Yrd. Mike Pence'in Karadağ ziyaretinde merasim bölüğü tarafından karşılanışını görüyorsunuz. Bu fotoğrafta Rusya'ya bir mesaj gönderme amacı var.
AB'de BREXIT, ABD'de ise Trump'ın iktidara gelişi sonrası yaşananlar sebebiyle, hatta daha da öncesinde batının, Balkanlarda istedikleri sonuca ulaşamamaları sebebiyle olsa gerek, ilgileri iyice azalmıştı. ABD merkezli Atlantic Council adlı düşünce kuruluşunun, BALKANS FORWARD "A New US Strategy for the Region" ismi altında yayınladığı rapor ile, ABD'nin bölgede yeniden aktif rol oynamaya hazırlandığı anlaşılıyor. Şu anda ABD Kongre Üyesi olan Michael R. Turner'in Bosna-Hersek'te çatışmalara son veren Dayton anlaşmasının yenilenmesi için yaptığı çağrı, ABD'nin bölge ile ilgili yeni bir çalışma içinde olduğunu doğrular mahiyette idi. 1995 yılında, Dayton barış görüşmelerine ev sahipliği yapan şehrin, o yıllardaki Belediye Başkanı, şimdinin kongre üyesi M. Turner'in bu çağrısı, bölgedeki siyasi aktörleri harekete geçirdi. Bosna-Hersek Sırp yönetimi lideri Milorad Dodik, "Dayton anlaşmasının değişmesi söz konusu değil, DAYTON 2 diye bir anlaşmanın gündeme gelmesine bile razı olmayacağız," anlamına gelecek demeçler verdi.
Yakın tarihte yaşananların bize Balkanlarla ilgili öğrettiği acı bir gerçeği bir kere daha hatırlamakta fayda var, bölge; yıllardan beri süper güçlerin mücadele alanı olduğudur. Taraflar zaman zaman cephe değiştirseler de, günümüzde, Batı ile Rusya arasında cereyan ediyor. Bu rekabete yol açan en önemli aktörün ise Sırbistan olduğu söylenebilir. Belgrad yönetimleri, Batı karşısında ellerini güçlendirmek amacıyla olsa gerek, Rusya ile dostluğa sıkı sıkıya sarıldıklarına işaret etmek isterim.
Miloşeviç rejiminin devrildiği 2000'li yıllardan sonra AB tam üyeliğini, dış siyasetinin merkezine koyan Belgrad, diğer taraftan da Rusya ile başta ambargo olmak üzere, birçok konuda, Brüksel ve Washington'a ters düşen uygulamalara ısrarla devam ediyor. Hatta AB üyesi diğer tüm üye ülkelerin savunma politikası ile taban tabana zıt bir NATO politikası ilan etmekten de çekinmiyor. Belgrad'ın NATO üyesi olmayı reddeden bir dış politika tezini, açıkça deklare etmesinden bahsediyoruz. Sırbistan'ın, NATO ve Rusya politikalarının, AB tam üyelik görüşmeleri süreci ile nasıl uyum sağlayacağı, ciddi bir merak konusudur. Yazımızın başlığına bu sebeple düello adını verdik. Batı ile Rusya arasında sadece Balkanlarda değil, mesela Ukrayna gibi başka bölgelerde de kıyasıya bir mücadele var. Belgrad, Brüksel'le bütünleşmek için Moskova'dan vazgeçecek mi? Veya, aksine Belgrad; Moskova ile Brüksel arasında bir tercihe zorlanırsa nasıl bir karar alacak? AB, Sırbistan'a ya "ben" ya "Moskova" şartını ileri sürer mi? AB'nin kendi temel politikalarına ters görüşlere sahip olduğunu bile bile Sırbistan'ı adaylığa kabul etmesi ve üyelik müzakerelerine devam etmesi anlaşılması kolay bir durum değildir. AB'nin bu kararı, ancak Sırbistan'ın içinde bulunduğu jeopolitik konumu ile izah edilebilir.
2013 yılında AB aday üyeliğine kabul edilen Sırbistan'la yapılan görüşmelerde en büyük ihtilaf konusunun Kosova olduğunu hatırlatarak devam edelim. AB üyesi tüm büyük devletlerin (birkaçı hariç) tanıdığı Bağımsız Kosova devletini her fırsatta tanımayacağını açıklayan, hatta Kosova'yı tanıyan devletlerle arasına mesafe koyduğunu bildiğimiz Sırbistan'ın, bu tezlerle AB tam üyeliği yolunda nereye varacağı merak konusudur.
Sırbistan'ın süper güçlerle ilgili bu politikalarını nasıl okumalıyız? Bu soruyu genişleterek şu şekilde sormak daha isabetli olur diye düşünüyorum: Sırbistan'ın bu çelişkili, hatta tutarsız politikaları Balkanları nasıl etkiler? Bu sorunun cevabını ararken, yakın tarihe, 1940'lı yıllara, dönemin Yugoslavya Krallığı'nın dış politika uygulamalarına bakarak açıklamaya çalışalım. İkinci Dünya Savaşı'nın fırtınalı ilk yıllarında Yugoslavya yönetimleri Almanya ve İngiltere arasında tercih yaparken her iki tarafa da seninleyim sözü vererek çelişki dolu bir mavi boncuk politikası izlemiştir. 2. Dünya Savaşı'nın kaotik ortamında, 1941 Mart'ında, İngiltere'nin yönlendirdiği bir darbe sonucunda, Almanya yanlısı hükümet devrilmişti. Hitler; İngiltere'nin bu hamlesine, Yugoslavya'ya NAZİ ordusunu göndererek, ülkenin tamamını, 10 gün gibi kısa bir sürede, baştan sona işgal ederek cevap vermiştir. Bu işgal sonunda Yugoslavya, 1945 yılının ekim ayına kadar, Almanya safında yer almak zorunda kalmıştır. Yazımın başlığını oluşturan düello, o yıllarda Berlin'le Londra arasında cereyan etmiş idi. O yılların Yugoslavya hükümetlerinin dik duramayan, kararsız-tutarsız tutumu bölgenin kan gölüne dönmesine imkan sağlamıştı. Süper güçlerin savaş meydanına dönüşen o zamanın Yugoslavya'sında, her çeşit korumadan mahrum Müslüman Türkler ve akraba topluluklar büyük felaketlerle (soykırım, sürgün vs.) yüz yüze kalmışlardır.
O zamanın Yugoslavya'sında, yani 77 yıl önce yaşananlarla bugünler arasında paralellik kurmanın ne kadar mümkün olduğu tartışılabilir. O günlerin süper güçleri Almanya ve İngiltere'nin rollerini, bugün kimin oynadığını, birebir uymasa da, benzerlik kurmak mümkündür. Rusya ve Batı dünyasının (ABD ve müttefiki AB) başrol oyuncuları olduğu gerçeği ile yüz yüzeyiz. Ancak bugünün mücadelesi bu iki başrol oyuncusu arasındaki çatışmadan ibaret değil. Bu başrol oyuncularının yanında dikkate alınması gereken diğer siyasi aktörleri saymazsak konu anlaşılmaz duruma düşer. Bu oyuncular arasında, bölge ile güçlü tarihi ve coğrafi bağları sebebiyle Ortadoğu'da olduğu gibi, Balkanlarda da varlığı derin bir şekilde hissedilen Türkiye'nin sayılması gerekir. Hatta Çin, Japonya ve Kore gibi uzak ülkelerin bile bölgede ticari faaliyetleri göz ardı edilemeyecek bir seviyededir. BM genel kurulunda gerçekleşen son KUDÜS oylaması Türkiye'nin etkisinin bölgesel seviyenin üstüne çıkarak, sınıf atlayarak, evrenselleştiği tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçektir. Son 15 yılda ekonomiden siyasete gücünü iyiden iyiye arttıran Türkiye'nin, bu gücünü Balkanlara yansıtması mümkün mü? Sorusunun cevabını arayalım.
BALKANLARDA İSTİKRAR SAĞLANABİLİR Mİ ?
İki kutuplu dünya düzeninin dağılması ile yaşanan olaylar gösterdi ki mevcut yapısı ile, gerek BM gerek Avrupa Birliği, tüm dünyada olduğu gibi Balkanlarda da istikrar sağlama konusunda tamamen yetersiz kalmıştır. Batı dünyası göstermelik barış ve demokrasi söylemleri altında kendi çıkarlarını savunmuş, hiçbir zaman gerçek bir barış taraftarı olmamıştır. Son yıllarda, Irak ve Suriye'de yaşanan felaketler Batılıların barışı savunma konusundaki iki yüzlü tavırlarını bir kere daha gün yüzüne çıkarmıştır. Türkiye'nin Suriye'de gerek barışın sağlanması konusunda, gerek Suriyeli mültecilere karşı gösterdiği olağanüstü insani çabaların, Batılılar tarafından nasıl görmezden gelindiğini, hatta Türkiye'yi nasıl yapayalnız bıraktıklarını üzüntü ve ibretle seyrediyoruz. Ülkemizi işgal ve parçalama amacı taşıyan 15 Temmuz darbe girişiminin batılı medya kuruluşları tarafından nasıl çarpıtıldığını unutmadık. Her fırsatta ülkemizin demokrasisini beğenmeyen Avrupa'nın, 15 Temmuz darbecilerine kol kanat gererek koruması, onların çirkin yüzünü bir kere daha ortaya çıkardı.
Türkiye; İstanbul'un da içinde yer aldığı Balkanlarda barış ve istikrara şiddetle ihtiyaç duyan ve bunun için yoğun çaba gösteren bir ülkedir. Buna karşılık NATO ve Rusya'nın Balkanlara bakışının Türkiye ile aynı olmadığını görüyoruz. Rusya ile aralarında devam eden mücadelenin, barışı sağlamaktan ziyade bölgede nüfuzlarını artırmaya yönelik olduğu açıkça görülebilir. Yazımızın başındaki fotoğrafta kapağı bulunan Balkan raporu dikkatli incelenirse ABD, Rusya'nın Balkanlarda artan etkisini azaltmak amacıyla yeni bir hamle hazırladığı net bir şekilde görülebilir.. Bu hazırlığın Balkanlardaki istikrara fayda mı zarar mı getireceği şüphelidir. Biz biliyoruz ki süper güçler çatışmalarını kendi kadroları yerine, bölgedeki toplumları çeşitli farklılıklar üzerinden motive ederek birbirleri ile çatıştırarak yaparlar. Zaten bölgedeki milletlerin geleneksel düşmanlıkları asırlara dayanır. Onları birbirleriyle çatıştırmak için özel bir çabaya bile gerek yoktur. Ancak çatışmaya hazır kitlelerin yanında savaştan bıkmış huzur içinde yaşamak isteyen her ırk ve dinden sokaktaki geniş halk kitleleri bu gelişmeleri kaygı ile takip ediyor. Doğduğu topraklarda iş bulamayan genç, meslek sahibi yetenekli kadrolar geleceklerini zengin AB ülkelerine göç ederek arıyor. Barış yanlısı, savaş karşıtı herkes gibi bu gelişmeler Türkiye'yi ve Türkiye'de yaşayan sayılara milyonlara varan Balkan kökenlileri de üzüyor, endişelendiriyor.
Yukarıda sayılan tüm bu olumsuzluklara ve zorluklara rağmen Balkanlarda barış ve istikrarın sağlanması, imkansız değildir. Sokaktaki sade vatandaş, savaş ve kandan yorgun düşmüş, bıkmıştır. Barış ve istikrarı tesis etmek için sihirli formüller aramaya gerek yok. 1995 yılında imzalanan Dayton anlaşmasından sonra, BM şemsiyesi altında kurulmuş ve adı PEACE IMPLEMENTATION COUNCIL Barış Uygulama Konseyi olan bir uluslararası mekanizmayı harekete geçirmeyi denemek en akılcı yoldur. Bosna'daki kanlı savaştan sonra tüm ülkelerin verdiği destekle bir sürü eksiği de olsa, bir barış ortamı sağlanmıştı. O yıllardan bu tarafa bir sürü değişim ve yeni gelişmeler yaşandı. Bosna'da yaşanan kanlı olaylarla ilgili, Uluslararası Lahey Savaş Suçları Mahkemesi ve Lahey Adalet Divanı yeni kararlar aldı. Soykırım suçluları müebbet hapse varan bir sürü cezalar aldı. Uluslararası hukuka dayanan bu kararlar Dayton anlaşmasının yanlışlarını eksiklerinin ortaya döktü. Sırpların en sadık müttefiki Rusya bile soykırımcıları savunmadığını alenen ilan ihtiyacı duydu.
Türkiye'nin öncülüğünde Barış Uygulama konseyi yönetimindeki 15 ülkenin desteği ile, yeni bir BALKANLARI KALKINDIRMA PLANI hazırlanmalıdır. 5 asır bölgeyi barış içinde yaşatma ve idare etme becerisi gösteren Osmanlı mirasçısı Türkiye, bu işi en iyi yapacak ülkedir. AB'nin 2018 yılında bölge ile ilgili genişleme hedefleri ile bu plan uyumlu hale getirilebilirse bölge de, dünya da rahat bir nefes alır. Türkiye ve AB'nin ortak hareket edebilmesi halinde ortaya çok ciddi bir sinerji çıkar. Bu sinerji ülkeler arasındaki gerilimleri ve düşmanlıkları azaltır. Bu planın hedefinde; Balkanlardaki fakirlik işsizlik ve yolsuzluğu önlemek olmalı. AB bölgeden ihraç edilecek her çeşit mala kapılarını sonuna kadar açmalı, işsizliğin azalması refahın artması ile batı ülkelerine süren göçlerin önüne ancak bu şekilde geçilebilir. Son olarak Kosova'da Sırp politikacıyı öldüren savaş kışkırtıcısı karanlık güçlerin tuzaklarını önlemenin tek yolu budur.
Davut Nuriler