"Akşam nöbet tuttuğum tesise, gündüz ailemi sokmuyorlardı"
28 Şubat sürecinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilişiği kesilen Astsubay Kıdemli Üstçavuş Coşkun Şabanoğlu, "Gece sorumlu olduğum tesisler bölgesinden gündüz kızım ve eşimle dışarı çıkarıldık. Bunları yaşadık" dedi. Komutanların sürekli, "Eşinin başını aç. Burada namaz kılma. Evde kaza edersin. Biz senin arkandayız. Yeter ki eşinin başını aç" şeklinde baskıda bulunduklarını aktardı.
28 Şubat sürecinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile ilişiği kesilen Astsubay Kıdemli Üstçavuş Coşkun Şabanoğlu, "Gece sorumlu olduğum tesisler bölgesinden gündüz kızım ve eşimle dışarı çıkarıldık. Bunları yaşadık." dedi.
Şabanoğlu, 28 Şubat öncesi ve sonrasında yaşadıklarını anlattı.
Teknisyen astsubay olarak göreve başladığını ifade eden Şabanoğlu, 1991'de Körfez Savaşı nedeniyle İdil kırsalında görevine devam ettiğini aktardı.
Sonrasında sık sık tayin olduğunu ve 28 Şubat sürecine giderken 90'lı yılların başlarında baskıyı hissettiğini dile getiren Şabanoğlu, şöyle konuştu:
"Eşi başörtülü olan personele farklı muamele edilmeye başlandı. Orduevlerine, lojmanlara alınmama gibi sorunlar o dönemde başlamıştı. Sonrasında Lüleburgaz'a tayin oldum. Orada ilk yıllarda herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmadım. 1996 ve sonrasında artarak devam eden bir süreç söz konusu. Orada daha keskin bir şekilde lojman ve orduevi girişlerimiz engelleniyordu. Öyle ki nöbet tuttuğum sosyal tesiste gündüz ailemle gittiğimde içeri almıyorlardı. Size hizmet verilmiyor. Gece sorumlu olduğum tesisler bölgesinden gündüz kızım ve eşimle dışarı çıkarıldık. Bunları yaşadık."
Şabanoğlu, kendisi ve diğer muhafazakar subay ve astsubaylarla alakalı 6 ayda bir "sakıncalı" ibarelerinin yer aldığı raporların geldiğini dile getirerek, bu raporlara maruz kalan personelin kariyerlerinin başarı ve takdir belgeleriyle dolu olduğunu kaydetti.
"EŞİNİN BAŞINI AÇ" TELKİNİ
Devlet için hak gözeterek mesai yaptıklarını anlatan Şabanoğlu, şöyle devam etti:
"Ben ve aynı muameleye maruz kalanların dosyaları takdirlerle doluydu. Sıhhiye bölük araçlarından sorumluydum. Tatbikat ve görevlerde sürekli takdir belgeleri aldım. 1998 Ağustos şurasında ordudan atıldım. 97 sonları 98 başlarında tugay komutanı bizim tavrımızı ve ısrarcılığımızı görüyordu. Farklı yerlerden çok haberler geliyordu. 'Eşinin başını aç. Burada namaz kılma. Evde kaza edersin. Biz senin arkandayız. Yeter ki eşinin başını aç.' deniliyordu. Ben de 'Başörtüsüz eşlerinizi onların rızası olmadan kapatamayacaksanız ben de aksi yönde baskı yapamam.' dedim. Bunun özgür irade sonrası verilen bir karar olduğunu söyledim. Son dönemde Çorlu tabur komutanlarını topladı. 'Eşi başörtülü olanlara müsamaha gösterilmeyecek. Başka sebep aranmadan atılacak. Atmayan bölük veya tabur komutanı görürsem ben onları atacağım.' diyordu. Bu boyuta geldi işler. Tabur ve bölük komutanları bu talimatları aldı. Sıhhiye bölük teknisyeni olmama rağmen, beni tank taburuna görevlendirdiler. Bir süre orada görev yaptım. Sonra Hakkari Dağ Komando Tugayı'na tayinim çıktı. Bu süreçte atılmam için dosyam gitmiş."
Şabanoğlu, Hakkari'deki görevinde bağlı çalıştığı tugay komutanından herkesin çekindiğini belirterek, "Tugaydaki caminin içindeki minareyi yıktırmış. Cami içindeki Kur'an-ı Kerim'ler dahil bütün kitapları toplatmış. Sadece namaz vakitlerinde cami 15 dakika kadar açılıyordu. Panik halinde namaz kılınıyor ve çıkılıyordu." dedi.
Namaza gitmemesi için sürekli uyarı aldığını ifade eden Şabanoğlu, tugayda her türlü faaliyetin serbest olmasına rağmen din adına her şeyin yasaklandığını söyledi.
Şabanoğlu, bir insanın dini, vatanı ve namusu için ölebileceğini anlatarak, "Bunların bütün duyguları alınmıştı. Dini, zaten yaşayamıyordunuz. Vatan ve namus duyguları da tugay komutanın hakarete varan baskısıyla alınmış. O günkü terörle mücadele ile bugünkü mücadele arasındaki farkı göstermesi açısından da önemli noktalar bunlar." ifadelerini kullandı.
Baskı yapanların ordunun tamamına hakim olamayacağı düşüncesiyle ailesini ve kendisini teskin ettiği dile getiren Şabanoğlu, şunları aktardı:
"Azgın bir azınlığın hakim olduğunu, bu baskıyı bize ordunun değil onların yaptığını düşünüyorduk. Sabrediyorduk. Devlet bizim, ordu bizim. Dolayısıyla o yapının bizi yıpratsa da onlara karşı olurken, devlete ve orduya karşı olmamamız gerektiğini, imanımız ve terbiyemizle kendimizi frenliyorduk. Yaşadıklarımız az şeyler değil. Kendimizle ilgili olanları kaldırıyorduk. Eş ve çocuklarımıza yapılan baskılar zor geliyordu. 'Rızkı veren Allah.' diyorduk. Ordudan atıldığımda çocuklarımdan biri 2 diğeri 7 yaşındaydı. Böyle bir durumda atıldık."