Soyağacı furyası
Arşivden soyunu öğrenmek kolay değildir. Horasan’dan kalkmış bir aile, asırlarca Bitlis’te yaşamış; sonra Bosna’ya yerleşmiş; nihayet Bursa’ya göçmüş. Kim, hangi soyağacını tutacak?
e-Devletin usul-füru (altsoy-üstsoy) aplikasyonunun faaliyete girmesi üzerine, milyonlarca kişi soyunu öğrenmek üzere birbiriyle yarıştı. Çokları da öğrendiklerinden memnun olmadı. Nitekim bu bir soyağacı (şecere) değil, anne ve ninelerin de gösterildiği tafsilatlı nüfus kayıt suretidir.
Yıllar evvel halkla münasebetler mütehassısı Betül Mardin bir konferansında, globalleşmeye karşı kendisini korumak isteyenlerin, soylarına alaka duyacağını söylemiş; "şimdiden soyunuzu öğrenmeye çalışın" tavsiyesinde bulunmuştu. Vaktiyle soyunu araştıranlar delilikle itham olunur; ucunda miras yoksa, bu gibi işlere fuzuli gözüyle bakılırdı. Gelin görün ki refah arttıkça, milletin karnı doydukça, bu gibi fantezilere rağbet arttı.
YA PAŞA, YA AĞA
Cenâb-ı Peygamber aleyhisselâm, "Akrabalarınıza sıla-i rahm yapacak kadar soyunuzu öğreniniz. Zira sıla-i rahm, yani akrabasını arayıp sormak, görüşmek, yardımına koşmak, ailede sevgi, malda bolluk ve ömürde uzunluk demektir" buyurmuştur (Tirmizî).
Soyunu aramak, övünmek için olmamalıdır. Rahmetli büyük amcam, soyunu merak eden bir gence, şöyle demişti: "Oğlum, sen kötüysen, deden iyi olsa ne fayda! Sen iyiysen, deden kötü de olsa, torunu dedesinin yüzünü ak etti derler." Son zamanlarda antikacılardan bulduğu bir resmi duvara asıp, paşa dedesi diye tanıtanlar çıkıyor. Zaten her nasılsa, herkesin dedesi, şehirde ise "paşa", köyde ise "ağa"dır. Ama Haleb oradaysa arşın da buradadır.
Tek başına dede ve ninesinin ismini öğrenmek ne ifade eder? Nasıl biriymiş; nerede yaşamış, ne yapmış, bilmedikten sonra… Soyağacını aramak, akrabasını bulmak için olsa bir mana ifade eder. Gerçi bu zamanda, olmadık birinin akraba çıkıp başa bela getirmek ihtimali de yok değildir.
CAN DERDİNDEKİ İNSAN
Avrupa'da insanların soyunu öğrenmesi daha kolaydır. Zira aristokrasi ve feodalite gibi müesseseler, buna imkân veriyor. Hristiyanlığa giriş vaftizle olduğu için, en küçük köy kiliselerinde bile vaftiz kayıtları, fazla göç de yaşanmadığı için, bir Avrupa köylüsünün 700 sene evvel yaşamış atasını bulmasına yardımcı oluyor.
Bizde, atası tımarlı sipahi gibi bir memuriyette bulunmamış veya aile vakfı kurmamış ise, bir kimsenin soyunu asırlar öncesine uzatması mümkün değildir. Böyle ise, resmî arşivlerden bir şeyler çıkmak ihtimali vardır. Çok az bazı aileler soya ehemmiyet vermiş, kendileri hususi şecerenâme tutmuşlar; nesilden nesile ilavelerle bugüne getirmişlerdir. Memleketin dörtte biri muhacir olduğuna göre, sınırlar haricinde kalan vesika ve akrabalara ulaşmak daha da zorlaşır.
Şark'ta nüfus kayıtları vergi ve askerlik maksatlıdır. Sadece erkekler yazılır. Evvelce lakap vardı. 1934'te uydurma soy isimlerle bu lakaplar da değiştirildi ve unutuldu. Aristokrasi, feodalite ve esas itibariyle toprak mülkiyeti de olmadığı için, nüfus çok seyyardır. Bugün yaşadığı şehir veya köyde 200 yıldan fazladır oturan aile yok gibidir. Horasan'dan kalkmış bir aile, Bitlis'te yaşamış; sonra Bosna'ya yerleşmiş; nihayet Bursa'ya göçmüş. Kim, hangi şecereyi tutacak? Can derdindeki insan için, aile tarihi biraz fantezidir.
150 YAŞINDAKİ DEDE
İlk modern nüfus sayımı 1830'larda yapıldı. Sadece erkek nüfus sayılmıştır. Başbakanlık arşivindeki bu defterleri, nedense devlet açmıyor. 1887 tarihli nüfus kütükleri, bugüne bölük pörçük intikal etmiştir. Şimdi câri nüfus kayıtları, 1905; yangın, işgal vs. görmüş yerlerde 1925 tarihlidir. Bir kimse, e-Devlet hizmetiyle açılan bu sicillerden o tarihte yaşayan dedesinin baba adını öğrenebilir. Bu kişi uzun ömürlü ise, soyunu 1820'lere kadar götürebilir. Temettüat ve kefalet defterleri de son asra aittir.
Bu sicilleri, yeni yazıya çevirirken ciddi okuma yanlışları yapılmıştır. Mesela Mekki ismi Güllü diye okunmuştur. Çoğunun ölüm kaydı işlenmemiştir. 150 yaşında kişiler gözükmesi bundandır. Hayatta kullanılan isim ile kütükteki isim aynı olmayabilir. Rumî tarihler miladiye tahvil edildiğinden, yıllar bir sene oynayabilir. Zaten kimsenin zamanında kütüğe yazılmadığı bir memlekette, bunların ne kadar hakikati aksettirdiği de şüphelidir.
Bu kütüklerden soyumuz nereden gelmiş, hangi ırktanız, hangi Oğuz boyundanız gibi suallere cevap aramak beyhudedir. Hele kendisini bir ırka mensup zannederken, bambaşka bir sürprizle karşılaşmak ihtimali de vardır. Kimse kendisine şöyle veya böyle bir soyu yakıştırmıyor. İslâmiyet ırka değil, ahlâk ve takvâya ehemmiyet verdiği için, Osmanlılar, bir imparatorluğa yakışır şekilde, her ırk mensubu teb'asına fırsat eşitliği temin etmiş; aynı şefkat ve merhametle yaklaşmıştır. Yeniçerisinden, savaş esirine; Arnavut'tan Çerkez'e, farklı ırklar, İslâmiyet potası içinde erimiş, bir millet hâsıl olmuştur.
MEDET UMMA!
Soyunu öğrenmek isteyenler, arşivlerden fazla medet ummamalıdır. Evvela fırsat elden kaçmadan aile yaşlılarını konuşturmalıdır. Yıllarca süren harbler, esaretler, âfetler, hicretler bir nesli yok etmiştir. Bilecek ve anlatacak insan bulmak da zorlaşmıştır. Ama bir şeyin hepsi ele geçmezse, tamamı da terk edilmez sözü meşhurdur. Dinlemek, dinlediğini anlamak ve bunu kayda geçirmek mühim bir meziyettir.
Eğer kaldırılıp yeri park veya gazino yapılmamışsa, mezar taşlarını bulup okumalıdır. Bizde yazılı vesika an'anesi zayıftır. Hele hâtıralarını yazan, yok denecek kadar azdır. Dünyaya nizam vermiş koca padişahlar bile hayatlarını kayda değer görmemişlerdir. Yine de varsa aile evrakı, günlükler, mektuplar, fotoğraflar, tapular, senedler, mahkeme ilamları ehline çok şey anlatır. Memleketin öbür ucunda, hatta İşkodra'da veya Şam'da bir akrabanızın çıkma ihtimali vardır.
Harf ve lisan değişikliği bu işleri de çok zorlaştırmıştır. Dedesinin mezar taşını, hele mektuplarını okuyacak babayiğit pek kalmamıştır. Bu sebeple soyağacı tedkikatı ancak Osmanlıca okuyabilen ve bilgili kimselerin yardımıyla yapılabilir. Her vesikayı da herkes okuyamaz. Klasik arşiv vesikaları divânî, tapu defterleri siyakat denilen şifre yazısı ile yazılmıştır. Üstelik şehir ve köylerin isimlerinin değiştirilmesi de, ipucu bulmak ihtimalini zayıflatır.
Bu e-Devlet aplikasyonuyla başlayan furya da bir gün söner. Çoğu eli boş hüsrana uğrar. Ama insanların maziye alâka duymasının sevindirici bir şey olması bir tarafa, sosyal tarihle bir irtibat kurmaya da vesile teşkil edebilir.
Türkiye Gazetesi
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci