Üç taraflı çok piyonlu Suriye satrancı
Ankara, Rusya’nın Afrin’deki durumu acı bir ilaç olarak içtiğini, Türkiye’nin mücadeledeki konumunu içselleştiremediğini görüyor. Tüm sorunlara rağmen Astana üçlü mekanizması çok değerli bir dengeleme mekanizması olarak Ankara’nın elinde. Dengeleme, aktif savunma ile yapıldığında, ABD ve Rusya’yı, Ankara’nın istekleri konusunda, hatta dengelemenin yararları konusunda düşünmeye ikna edecek kadar etkili bir formül.
Suriye'nin bir mücadele alanı olduğu, bu mücadelenin kaygan bir zeminde sürdüğü, kimsenin kimseye güvenemediği, günübirlik ittifakların kurulduğu söylenip durur. Bu analizler yanlış değil hatta yeni çatışma biçimleri ve iç savaşların yeni işlevleriyle birleştirildiğinde Suriye'deki mücadelenin parçası olmak kayalık ve rakip gemilerle dolu dalgalı bir denizde puslu bir havada önünü görmeden yol almaya benziyor. Akılcı/akıl dışı hamlelerin rakibin tepkisi ve oyunun kuralları düşünülerek yapılan satranç oyunundan çok farklı bir ortamda olsak da hala Suriye'yi büyük bir satranç tahtasına benzetmek mümkün. Bu benzetmenin temel sebeplerinden birisi, sahada bugüne kadar görünür olmayı başarmış, birbirine karşı hamle yapan iki karşıt aktör kümesinin görünürlük kazanması. İlk küme, Rusya, Suriye Rejimi, İran ve uzantısı Hizbullah'tan oluşuyor, ikinci kümede ise ön cephede ABD, İsrail, PYD geri cephede Washington yanlısı bazı Körfez ülkeleriyle Ürdün var. Büyük güçlerin askeri üs politikaları, silah anlaşmaları ve enerji hatlarıyla ilgili beklentileri, vekillerin ölme-öldürme kabiliyetleri kim piyon, kim at, kim fil onu belirliyor. Yine de Wittgensteincı satranç göndermelerinin çok uzağındayız çünkü Suriye'de beliren satranç tahtasının üzerinde adeta vahşi bir deniz köpürüyor, oyunun kurallarını, aktörlerin konum ve ilişkilerini belirsizleştiriyor.
KİRLİ PAZARLIKLAR
Bir hamlede birbirini kıran piyonlar, filler bir başka hamlede birbirinin elini güçlendiriyor. Nitekim son dönemde bu tür "kirli pazarlıklar" vaka-i adiye haline geldi. En son Tillerson ve Amerikan ekibi Ankara'dan giderken, Suriye'nin kuzeyinde birbirini vuran PYD ve Rejim güçleri Afrin'de anlaşabileceklerini Reuters'in kapısından dünyaya duyurdu. Sonrasında anlaşmanın tam anlamıyla PYD ve Rejim arasında olmadığı, Rejim ve İran'ın desteklediği yeni bir adla ortaya çıkan bir milis gücü ile PYD arasında olabileceği ortaya çıktı. Tam büyük puntolarla bu durum duyuruluyordu ki Tahran ve Şam destekli milisler TSK'nin topçu atışlarıyla pozisyonlarını terk etti. Sahanın gerçekliğinde, "yeni milislerin yeni kimliği" silindi, Türkiye'nin caydırıcılığının Şam ve İran'a karşı işlediği gerçeği göz önüne çıktı.
KURALLAR YENİDEN YAZILIYOR
Matrixleşen, piyonları hiç bitmeyen bu satranç maçı, biraz da Türkiye'nin Zeytin Dalı Operasyonu (ZDO) ile iki kümeli oyuna üçüncü güç olarak girmesi dolayısıyla karışmış görünüyor. Kuralların yeniden yazılması biraz zaman alacak. Bu sürede ABD de Rusya da TSK/ÖSO'nun kontrol ettiği alanı kendilerine düşman alan olarak görmediklerini ama farklı endişeleri olduğunu söylüyor. Bu endişeler hem Amerikalı hem de Rus yetkililer tarafından kimi zaman çatık kaşlar, kimi zaman homurtulu bir ses tonu ile adeta bir ikaz gibi dillendiriliyor.
Afrin'de Türkiye'nin diplomatik varlığını askeri varoluş haline getirmesinin bir yansıması bu. Gerçekten de üç aşamalı olarak düşünülen Afrin operasyonunun ilk aşaması büyük bir askeri başarı ile neticelendirildi. Bu sonuçla, Türkiye daha önce Rusya ve ABD'nin etkisindeki güçlerin (Rus PYD'si ve Amerikan PYD'sinin) etkili olduğu Afrin'in Türkiye ve TSK kontrolündeki alanlarla sınırını, hilal şeklinde, PYD tehdidinden temizlemeyi başardı.
Bu başarıyla Killis ve Hatay gibi şehirlere yönelik PYD'li teröristlerin sızma ihtimali ile roket saldırıları bertaraf edilmiş oldu. Ankara, artık Afrin harekatının ikinci aşamasına geçmek için bütün hazırlıklarını bitirmek ve Raco ve Cinderes gibi yerleşim alanlarında meskûn mahal harbi savaşı başlatmak üzere. Üçüncü aşama ise Afrin'in merkezinin PYD ve terör unsurlarından temizlenmesi ile gerçekleşecek. ZDO'nun ikinci ve üçüncü aşamasında Türkiye'nin nihai hedefi güney sınırında istikrarlı bir güven kuşağı oluşturulması ve sayıları 350 bine varan Afrinli Suriyelinin evlerine geri dönmesinin sağlanması. Bu nihai hedef Türkiye'nin Kuzey Suriye'de iki aktör kümesi arasında üçüncü aktör olarak konumunun sabitlenmesi anlamına da gelecektir. Bugün TSK'nın bu siyasi hedefi ve bu hedef üzerinden amaçlanan caydırıcılığı gerçekleştirme kabiliyeti ortaya çıktığında Suriye mücadelesindeki aktörlerin güçlerinden bağımsız olarak sıkışmaları ve homurdanmaları bu yüzden. TSK'nın Suriye'de geri adım atmayacağı ve böyle bir opsiyonun Ankara için bir seçenek olamadığı bizzat Cumhurbaşkanı tarafından Afrika ziyaretinde bir kez daha teyit edildi. Satranç masasına eklenen yeni sandalye, aktörleri sisli-dalgalı havada saklandıkları güvenlik noktasından çıkmaya, yüzlerini ya yeni bir milis gücü ile ya yeni bir bomba/bomba tahrip eğitimi ile ya da bir BM kararıyla göstermeye zorluyor.
PYD NEDEN HALA MASADA?
"Bugünkü Suriye resminde PYD nerede duruyor" diye sorulunca, cevabın "ABD'nin yanı" olduğu aşikâr. Bunun önemli bir sebebi, Rusya'nın Afrin operasyonu başında PYD karşısında Türkiye'yi tercih etmiş olması. TSK'nın Afrin operasyonu ile Rusya'nın hava sahasını Türkiye'ye açması sonucu PYD'nin büsbütün ABD'nin kanatları altına girmiş olduğu bir gerçek. Ama, bu durum Moskova'nın PYD'yi uzun vadede gözden çıkardığı anlamına gelmiyor. PYD-Tahran ilişkisi için de benzer şeyleri söylemek mümkün. Moskova ve Tahran için PYD, piyon rolüne sıkışıp kaldı, rakiplere hatta Şam'ın ileride baş kaldırmasına karşı kullanılabilecek bir manivela olarak hem de Afrin gibi değerli bir alanda saklı tutuldu. Tahran-PYD/PKK ilişkisinin karmaşıklığı dışında bu rol kısıtlılığının temel sebebi ABD'nin PYD'ye daha zengin bir rol portföyü ile gelerek gönlünü çelmesiydi. ABD açısından da PYD, rakibe zarar vermek için zaman zaman feda edilebilecek piyon rolüne sahipti, hem de pek çok aktöre karşı aynı anda kullanılabilir olması PYD'yi piyonlaştırma stratejisini değerli hale getiriyordu. Rakka ve Deir al Zor gibi alanlarda PYD'nin saldırgan stratejiler içerisinde DEAŞ karşısında, Rejim karşısında hem ölebilecek hem de alanı ABD adına (ve yardımıyla) kontrol edecek aktör olarak ortaya çıkarılması ABD için de PYD için de önemliydi. Ve nihayetinde PYD için rüya rol geldi, ki bu rol Rusya ile İran'ın PYD hakkında ortak endişesini de yansıtıyordu: ABD'nin PYD aracılığıyla Suriye'nin kuzeyinde Washington'a biat eden bağımsız bir PYD özerk garnizon devleti kurması. PYD'nin ABD satranç hamlelerinde aynı anda hem at, hem kale hem piyon olabilmesi ABD-PYD ortaklığının gerçekleşmesinin önünü açtı. Bu durum Moskova ve Tahran'ın asla arzu etmediği ve kabul edemeyeceği bir sonuçtur. İki başkentin ortak inancına göre, böyle bir bağımsız PYD devletinin kurulması Washington'un Suri-ye'deki varlığını daimî kılacak ve sonuçta Suriye'nin parçalanması kaçınılmaz olacaktır. Bugüne kadar geçen süre zarfında, PYD'nin Suriye denkleminde ABD'yi tercih ederek Rakka ve Deir al Zor'da Washington ile birlikte hareket etmiş olması ve örgütün ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde oluşturmak istediği sınır güvenlik ordusu içinde yer alması Moskova ve Tahran için alarm görevi gördü. İşin sonucunda bölgesel hegemonya hayalleri kuran İran'ın ve nükleer bir güç olarak üsleri ve füzeleri ile Suriye'ye inmiş Rusya'nın Doğu Akdeniz ve Lübnan'a uzanan hattaki çıkarları söz konusu. Trump enerji, silah ve teknoloji üreten tüm rakipleri yatağında boğmak istiyor diye, PYD yönetici kadroları piyon rolünden sıyrılma düşleri görüyorlar diye ve Pentagon PYD'nin silah, eğitim ve tekrar silah desteğiyle gerçekten güçlenebileceğini hayal ediyor diye Suriye'de insanlar ölebilir ama ne Moskova, ne Tahran tası tarağı toplayıp Suriye'yi terk etmeyecekti.
Nitekim Moskova, Rusya'nın kırmızı çizgilerini aşmanın bedelinin ne olabileceğini Ankara'ya kuzey Suriye'de TSK operasyonları için yeşil ışık yakarak gösterdi. PYD'nin bazı koşulları kabul etmesi şartıyla Suriye'de kısmi bir özerkliğe sahip olmasına Moskova ve Tahran'ın ancak izin verebileceği söyleniyor. Bu şartların kabulü ise ((i) Kürtlerin Suriye rejiminin egemenliğini kabul etmesi ve (ii) ABD'yi de tamamen terk etmesi) Afrin'de tüm silah ve eğitim desteğine rağmen TSK karşısında çözülen PYD için giderek zorlaşıyor.
Türkiye'nin üçüncü güç olarak Suriye mücadelesine dahil olmasının Rusya-ABD mücadelesinin geldiği nokta açısından bir zorunluluk olarak görüldüğünü, bu imkanı bulan Türkiye'nin de kabiliyetleri dolayısıyla fırsatı kazanca çevire-bildiğini söyleyelim. Türkiye'nin kazancının Suriye'nin geleceğindeki oyunda hamlelerini zorlaştıracağını düşünen Rusya tarafından da ABD tarafından da farklı nedenlerle farklı hamle hazırlıkları nedeniyle hoş karşılanmadığını vurgulayalım. Tüm bu resme rağmen ne Washington DC ne de Moskova Türkiye'yi kaybeden, üçüncü gücü karşı tarafa kaptıran aktör olmak istemiyor. Washington ve Moskova ile ulusal çıkarlarıyla uyumlu olacak şekilde bir Suriye formülü üzerinde anlaşma olasılığının olup olmadığı Ankara için oldukça önemli. Geçen hafta yaşadıklarımız bize gösterdi ki, Beyaz Saray da Kremlin de bu sihirli formülü samimiyetle aradıkları konusunda Ankara'yı ikna etmek istiyor.
AKTİF SAVUNMA-DENGELEME
ABD'nin Türkiye'nin çıkarları sabitken (beka-güvenlik-mutlak savunma) ABD-Türkiye buluşmasını sağlayacak bir formül yaratıp yaratamayacağı konusundaki ilerlemeleri, 8 Mart'ta yeni kriz yönetim mekanizmasının ilk toplantısında göreceğiz. Ankara'nın masaya geldiğinde Washington'a Irak ve Suriye konusunda ne yapmak istediğini doğrudan soracak. Ankara'nın aktif savunma politikasıyla birlikte sürdürmekte olduğu siyasi dengeleme politikası açısından Washington ile yeni başlayacak bu diyalog mekanizması önemli zira Astana-Soçi hattında da zaman zaman güven sorunu yaşanmakta. Bilindiği gibi son zamanlarda Astana'da kabul edilmiş İdlib ve Doğu Guta gibi çatışmasızlık alanlarında Moskova'nın Suriye rejimini ve onun sahada sebep olduğu insani kıyımı desteklemiş olması iki başkent arasında ciddi bir güvensizlik meselesi haline geldi. Keza İran'ın Şii milisler eliyle PYD'den Afrin'i almaya çalışması... Ankara, Rusya'nın Afrin'deki durumu acı bir ilaç olarak içtiğini, Türkiye'nin mücadeledeki konumunu içselleştiremediğini görüyor. Bütün bu sorunlara rağmen Astana üçlü mekanizması çok değerli bir dengeleme mekanizması olarak Ankara'nın elinde. Dengeleme, aktif savunma ile yapıldığında, sihirli bir değnek değil belki ama çıkarların korunması açısından şimdilik sihirli bir formül olarak işliyor. En azından iki büyük gücü de Ankara'nın istekleri konusunda hatta dengelemenin yararları konusunda düşünmeye ikna edecek kadar etkili bir formül.
Ankara'nın Nisan ayında İstanbul'da yeni bir Soçi toplantısına ev sahipliği yapacak olması bazı pürüzlere rağmen Rusya ve Türkiye'nin üçlü garantör mekanizmasını sürdürmekte kararlı olduğunu gösteriyor. Rusya'nın şu anda Soçi'den vazgeçmemiş olmamasının iki önemli nedeni var: Astana-Soçi mekanizmasının Washington karşısında hala iyi bir dengeleyici olması ve Türkiye'nin önemli bir NATO üyesi olması. Bunlara ilaveten, Rusya jet krizi sonrası Ankara ile ilişkisini çeşitlendirdi ve böylece kendisine ticari, askeri ve enerji konularında ciddi kazançlar getirecek ortak projelere imza attı. Demek ki, ne ABD ne de Rusya şu an için Türkiye'yi gözden çıkarabilecek durumda değil. Türkiye'nin sihirli formülü büyük güçleri Ankara üzerinde düşünmeye itti ama Ankara'nın ABD ve Rusya'ya verdiği sürede Afrin'de hızla ilerlemesi de can sıkıyor. Bu nedenle aktörler Türkiye'yi yavaşlatmak için formül arıyor. BM'nin Doğu Guta ateşkes kararının Afrin'i de kapsadığını söylemek için herkesin birbiriyle yarışması bu yüzden. Ancak unutulmamalı TSK'nın Afrin Operasyonu 1,5 ayına yaklaşırken Türkiye bu operasyonu yavaşlatma yönündeki tüm çabaları geri püskürttü. TSK'nın caydırıcılığının nasıl işlediği hafızalarımızda. BM kararının insani amaçla değil (Doğu Guta'da ölümler devam ediyor) Cereblus-Azez hattı arasındaki gibi istikrarlı bir bölgenin ortaya çıkışını yani daha çok sivilin daha insani koşullarda yaşamasının önünün açılmasını yavaşlatmak için kullanıldığı gerçeği de hafızalarımıza kaydedildi.
Türkiye üç taraflı, çok aktörlü satrancın kurallarının ortaya çıkmasını, askeri, diplomatik ve insani alanda Suriye'deki aktif varlığıyla bekliyor. Saha çetin. Türkiye'nin ısrarcı olduğu sivillerin korunması ilkesi bile kabul edilemiyor. Ama göz ardı etmemeli, Türkiye'nin aktif savunma, çoklu aktif dengeleme formülü işe yaradı, Türkiye'yi Suriye satrancının tarafı haline getirdi.
Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney - Star Açık Görüş