ABD'nin yeni sopa ve havuçlarının bir anlamı var mı?
Eğer dünyanın belirli kabiliyetlere sahip ülkeleri muğlak havuçlara ve sopa diplomasisine Ankara kadar direnebilselerdi, bugün ABD pervasız saldırganlığı ile müttefiklerini vururken en azından iki kere düşünürdü.
2018 yazı çok sıcak bir yaz oldu. Haberlerde gördüğünüz, kavurucu sıcaklar, eriyen asfaltlar, süs havuzlarına çıplak ayaklarıyla giren çocuklardan bahsetmiyorum; 2018 yazı uluslararası ilişkiler açısından dünyanın dengesini daha da kaybettiği, sistemin daha çok kırılganlaştığı, hepimizin krizler beklediği bir yaz oldu, demek istiyorum. Ne sabah açan güzel bamya çiçekleri, ne günbatımını selamlayan akşam sefaları hiçbiri derdimize derman olmuyor. Buralarda da oralarda da herkes ya telefonunun ya televizyonunun mavi ekranından petrol fiyatlarına, doların küresel piyasada değer kazanışına, dolayısıyla değişen kurlara, ABD'nin her gün farklı ülkeleri hedef alarak açıkladığı yaptırım kararı ve tehditlere, sonrasında yine değer kazanan dolara, değişen kurlara bakıp duruyor. Trump'ın ve ekibinin savunduğu Evangelist sosa bulanan Yeni Muhafazakarlık biçimi; bir kontrollü krizler sarmalı yaratıp, bu krizlerin meyvesini küresel piyasalarda topluyor. Ancak, Evangelist sosu, selamlanan misyonerleri, misyonerlerin selamladığı Trump'ı ve akla ziyan tweetleri kazıyınca, altından bu küresel kriz sarmalının gerçek nedeni ortaya çıkıyor: ABD'nin çok uzun sürmeyecek bir güç tekelini, enerji piyasalarında bir üstünlüğü eline geçirdiğini, bu güçten faydalanıp krizleri kontrolde tutacağını düşünerek dünya sistemini sarstığını açıkça görüyoruz. Dünya'nın çivisi çıkmıyor, Trump yönetimi, elinde kerpeten Dünya'nın çivisini çıkarıyor.
Güç farkındalığı Washington'da hâkim. Trump yönetimi altında açıklanan son Ulusal Güvenlik Stratejisi, bu farkındalığın üzerinde yükseliyordu ve okuyanların hatırlayacağı gibi Evangelist bir masalcılıktan ziyade realist bir mantığı yansıtarak, ABD'nin bu güç tekeline ancak belirli bir süre sahip olabileceğini tüm vatandaşlarına anımsatıyordu. Bu süre içerisinde ABD'nin caydırıcılığını, hiçbir rakibi bu caydırıcılığı sınamayı düşünmeyecek bir noktaya itecek şekilde, güçlendirmek için bir şeyler yapmak gerektiği, yapılacağı söyleniyor; ancak ne yapılacağı belirli genellemeler dışında belirtilmiyordu. İşte, içinde bulunduğumuz yaz aylarında artık bu 'yeni muhafazakâr' sürpriz belli oluyor. ABD yönetimi, bir süredir, iktisadi/diplomatik yaptırımlar ile yaptırım tehditlerini bir silah olarak kullanmaya karar vermiş görünüyor. Bu silah, ABD'nin çeşitli araçlarla kontrollü bir şekilde büyüttüğü kriz balonları oluşturuyor. Balonlar, Trump'ın hakaret, övgü veya tehdit tweetleriyle kimi ülkeleri içine alıp, kimi ülkeleri dışında bırakıyor. Bu görünmez kriz balonları, oynayan kurlar, ticareti durdurma kararları ve düşmanlara sağlanan silah ve politik destek üzerinden görünür olduğundan zehirli bir gazın yayılması gibi karar vericileri ve kamuoylarını korkutup, sindirmeyi de amaçlıyor. Soğuk Savaş'ın nükleer silah-psikolojik savaş ikilisi yine başka biçimlerde, "özgür dünyanın" kalesinde ortaya çıkıyor.
ABD, aslında, bu sefer kullandığı silahın etkinliğini daha önce Rusların elinde gözlemledi. Nasıl ki Rusya, zaman olgunlaştığında, Soğuk Savaş'ta inşa ettiği doğal gaz ve doğal gaz boru hattı imparatorluğunu Doğu Avrupa ve Baltıkları köşeye sıkıştırmak için pervasızca kullandı; ABD de Soğuk Savaş'ta inşa ettiği serbest ticaret ve kapitalist mali politikalar ağını pervasızca herkesi köşeye sıkıştırmak için kullanıyor. Soğuk Savaş'ta belli ölçülerde sefa, belli ölçülerde cefa çekenler, örneğin Almanya ve Japonya gibi belirli bir güce sahip olarak Soğuk Savaş sonrası düzenin parçası olan aktörler, refah ve büyüme pastasıyla kandırılıp korkunç cadının evine çekilmiş Hansel ve Gratel gibi büyük güç politikalarının oldukça saldırgan bir biçimde geri dönüşünü izliyorlar. Üstelik ABD, Rusya'nın Avrupa'da küçük çapta, boru hatları ve doğal gaz fiyatları üzerinden deneyip kısmi başarı elde ettiği saldırganlık oyununu küresel düzeyde tekrarlarken rakipleri kadar müttefiklerini de hedef alma kararlılığında. Belki de bu nokta geçmiş Amerikan saldırganlığı ile günümüz Amerikan saldırganlığını birbirinden ayıran en önemli husus. Geçmişte de Amerika, belirli güç unsuru tekellerini ya da üstünlüğünü elde ettiğinde önleyici nükleer savaş planlayabilecek kadar saldırgan politikalar izlemeyi göze almıştı. Fakat, Trump öncesi Amerikan saldırganlığı, güçlenme ve müttefiklere hesap ödetme stratejisini müttefikleri gerçekten güçsüzleştirecek, müttefiklik ilişkisini ve ABD'nin kendi kurduğu ittifak ilişkisini anlamsızlaştıracak bir boyuta taşımamıştı. Trump öncesi müttefikleri tedirgin eden ABD saldırganlığının bir pazarlık boyutu vardı. Bugün ise yaptırım tehditleri ile hem rakipler hem müttefikler aynı anda sıkıştırılıyor. Böylece rakiplerle müttefiklerin yakınlaşması engellenirken, pazarlık kapıları da sanki kapanıyor. Günümüz dünya siyasetinde örnekten bol bir şey yok, bakınız daha geçtiğimiz günlerde ilk ayağı yürürlüğe giren ABD'nin İran yaptırımları karşısında belirli imtiyazlar peşinde koşan Avrupalılar, şimdilik elleri boş döndüler.
SOPA AVRUPALILARIN KAFASINA
Bilindiği gibi 6 Ağustos itibariyle, İran ile yapılacak araba ithalatı ile altın ve değerli metallerle alışveriş yasaklandı. 4 Kasım yaptırımları ise çok daha önemli; zira bu tarihten sonra İran Merkez Bankası aracılığıyla yapılacak tüm petrol ve petrol ürünleri ticaretine Washington'un yaptırım uygulaması söz konusu. ABD bu kararı hayata geçirmek suretiyle, Tahran'ın petrol ihracatını sıfıra indirmeyi amaçlıyor. İran krizinden çeşitli nedenlerle hem tüketici hem yatırımcı olarak olumsuz etkileneceği düşünülen Avrupa piyasasını yatıştırmak için hatırlanacaktır AB Yüksek Komiseri Mogherini, Mayıs ayında, nükleer anlaşmayı yaşatmak için İran'ın yanında duracaklarını ve bunun için pratikte bazı çözümler bulacaklarını ilan etmişti. Ancak, Mogherini ekonomik yaptırımların nasıl ve ne zaman aşılacağıyla ilgili bağlayıcı hukuki bir söz veremedi. Avrupa'nın İran ile sahip olduğu 2015 nükleer Anlaşması sonrası gerçekleştirmiş olduğu ticaret hacmi 20 milyar Euro civarında. Dolayısıyla, birçok AB ülkesinin İran ile kurmuş olduğu ticaret potansiyeli bir çırpıda gözden çıkarılmayacak kadar önemli. Örneğin Fransız Total'in 2015 Anlaşması sonrası Tahran ile Güney Pars bölgesindeki doğal gaz rezervlerini çıkarmak için 5 milyar dolarlık bir anlaşma yaptığı biliniyor. Benzer şekilde, İngiliz BP'de Rhum gaz sahasını jointventure olarak işletmek için İran Devlet Gaz şirketiyle anlaşmıştı. Avrupalılar büyük paralar kazanmak için İran Nükleer Krizinin başından beri uzun pazarlık safhalarında büyük emek ve zaman harcamışlardı. Ayrıca, İran ile ticaret meselesi Avrupalılar için hiçbir zaman sadece para meselesi olmadı. Rus gazına bağımlı olan Avrupa ile bu Avrupa'nın dertlerini çekmek zorunda kalan Batı Avrupalılar için İran, sisteme entegre edilebilseydi Avrupa için alternatif bir enerji pazarı olabilecekti. Doğrusu, ABD, pahalı LNG'si ile Avrupa kapılarından içeriye girmişken, geçen hafta yazımızda bahsettik İsrail gazı hayal olmuşken, İran ile ticaret Avrupa için stratejik bir önem de taşımaktaydı. Kısaca Trump, İran Anlaşmasını kameralar önünde yırtıp attığında ve İran karşıtı/Rusya karşıtı yaptırımları devreye eş anlı olarak soktuğunda, İran ile iş yapan artık bizimle iş yapamaz buyruğunu savurduğunda Avrupalıların sadece para kazanma değil ABD'den bağımsız olma hayallerini de söndürdü. Hikayemizin Hanseller'i Avrupalılar, ABD haydutluğundan kaçacak yol kalmadıysa biraz daha pasta yiyelim derdine düşmek üzereler. Kimi Amerikalı akademisyenlerin, "sadece çikolata üreten ülkeler" olarak kategorize ettiği Atlantik Okyanusu'nun doğusundan gerçek bir stratejik ses yükselebilecek mi, görmek için Kasım yaptırımlarından hemen önce İstanbul'da toplanması planlanan zirveye ve İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya'nın Türkiye ve Rusya ile kurduğu ilişkilerine bakmak gerekecek.
DENGELEME MEKANİZMASI
Tabii hikayemizin Hanselleri kadar, Grateller'i de var.Trump yönetimi Avrupalıları, Amerikan LNG'si üzerinden, NATO üzerinden, Rusya üzerinden mideye indirmeyi düşünüyor olabilir ama "diğer müttefikleri" konusunda –Örneğin Hindistan, Güney Kore, Japonya, Suudi Arabistan- çok emin değil, çünkü bu diğerlerine çıkarttığı kontrollü kriz stratejisinde, krizin gerçekten kontrolde kalması için ihtiyaç duyabilir. İran yaptırımları Avrupalılara doğrudan, Türkiye'ye ve diğerlerine piyasa üzerinden dolaylı (çünkü henüz doğal gaz ithalatı yaptırım listesine alınmadı) olarak zarar verebilir ama asıl etkisini İran petrolünün piyasalardan çekilmesi nedeniyle arz-fiyat dengesinin bozulması sonucu tüm ekonomiler yaşayacak. ABD, İran yaptırımları üzerinden oluşturduğu krizin birkaç yerden kontrolden çıkmasını da bekliyor. Bu noktada diğer müttefiklerine duyduğu ihtiyacı havuç-sopa stratejisinin farklı bir versiyonu ile yeni bir pazarlık masası kurarak gösteriyor.
ABD'nin en önemli çekincelerinden birinin kendisine karşı oluşabilecek dengeleme mekanizmaları olduğunu biliyoruz. Müttefikler ve rakipler birbirine ne zaman fazla sokulsa Trump'ın çantasından yeni bir kriz peyda oluyor. Buna rağmen ABD'nin özellikle Pasifik'teki Amerikan üstünlüğü ve Çin'in yaratabildiği riskler konusunda çok hassas olduğunu biliyoruz. Asya-Pasifik/ Hint-Pasifik enerji açısından zengin ülkelerin mekânı ve bu ülkeleri, "hadi gidip çikolata üretin" diye kandırmak çok mümkün değil. ABD, İran petrolünün piyasadan çekilip, bu arz açığını telafi edemediği ya da edemeyeceği izlenimi oluştuğu takdirde yükselen fiyatlardan önce Asyalı müttefiklerinin, sonra Amerikan halkının rahatsız olacağını, Amerikan kaya gazı/petrolü üretiminin artan maliyet nedeniyle sınırlanabileceğini, daha sonra da bu arz açığı/fiyat yüksekliğinden Rusya gibi bazı üretici ülkelerin fayda sağlayacağını biliyor. Dolayısıyla kontrollü krizlerin kontrolü için şimdiden bazı tedbirler almaya çalışıyor. ABD'nin ilk tedbiri, İran yaptırımlarının ve İran petrol arzının "sıfır"a indirilmesinin ek arz imkanlarıyla telafi edileceği güvenini piyasaya vermek. Bu noktada ABD'nin kapısını çaldığı ilk adres Riyad oldu. Aslında Suudi Arabistan, kendi ihtirasları nedeniyle gelire ihtiyaç duyduğundan ve bu konuda Rusya gibi silahlı devlerle mücadele ettiğinden petrol fiyatlarını düşürücü bir hamle yapmak istemiyordu. Riyad-Moskova mutabakatı da bu bağlamda petrol arzının artırılmaması yönündeydi. Fakat Trump, İran krizi balonunu Küre siyaseti ile birleştirip, Katar'a karşı rekabeti fişekleyince; Riyad Saray'ında Suudi Monarşisini, yeni prensinin gözlerinden takdis edip, Riyad'ın ne kadar "modern" olduğunu dünyaya ilan edince Suudi Arabistan'ın dayanacak gücü kalmadı ve çok değerli petrol arzını artırma kartını biraz da ucuza ABD lehine harcadı. İkinci tedbir, Riyad'a çok güvenmeyenler için geliyor. Tahran yönetiminin Suudi rezervleriyle ilgili güvensizlik yaratma politikası -olmaz ya- tutarsa ABD, kendi stratejik rezervleri ile arz açığını kapayacağını piyasaya temin ediyor. Tabii, ABD'ye inanıp güvenenlerin sayısı o kadar azaldı ki üçüncü bir tedbire ihtiyaç duyuldu. Trump, bu tedbiri "havuç" haline getirmeyi başarmış durumda. Washington'da politika üretenler, İran yaptırımları uygulanırken bazı özel müttefiklere, bazı özel imtiyazların tanınabileceğini söylüyorlar. Obama dönemi yaptırımlarda kimi Avrupalı bankaların bu tip imtiyazlardan yararlandığı biliniyor. Washington'un listesi belirsiz; sürekli eklenenler ve çıkanlar var. Asya-Pasifik'in dengeleyicileri, yani Hindistan, Japonya, Güney Kore, maazallah, başka taraflara bakıp Amerikan karşıtı dengeleme mekanizmalarında yer almasınlar diye mutlaka sayılıyor ancak listenin sonrası biraz muğlak. Çünkü sırada, ABD'nin –bugün için öngöremediği, dolayısıyla tedbir de alamadığı- artçı krizleri kontrol altında tutmakta gücü ve jeopolitik konumu nedeniyle asla kaybetmek istemediği -ama bir türlü de kendi planlarına "evet" dedirtemediği Türkiye gibi ülkeler var.
GERÇEK PAZARLIK İHTİYACI
Türkiye, uzun bir süredir, ABD'nin PYD, Brunson, FETÖ, yaptırımlar vb üzerinden sopa sallarken, İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır, Yunanistan üzerinden caydırıcılığını başkalarına test ettirirken hayali değilse bile muğlak bir havuç uzattığının da farkında. Ancak Türkiye, ABD ile süregiden diyalog ve pazarlık masalarında muğlak havuçlar görmek istemiyor. Gerçek pazarlıklar, gerçekler üzerinden yapılır. ABD belki kriz siyasetini şu ana kadar başarıyla kotardı ve dünyayı siyasi, diplomatik, iktisadi hatta peşi sıra çıkarttığı krizlerle yordu ama kendi güvenilirliğine de zarar verdi. Dahası, bir şekilde ve tüm ABD'nin saldırganlığına karşı Bush dönemini filan atlatmayı başaran ittifak ruhu zarar gördü. Bu ruhun artık muğlak havuçlar, gerçek sopalarla tamir ve terbiye edilmesi mümkün değildir. Ankara, bu gerçeğin bilinciyle, bir süredir Akdeniz başta olmak üzere bölgesinde ve komşu alanlarda çıkar ve güvenliğini savunmada çok faydalı olabilecek kabiliyetler geliştiriyor. Alan Erişiminin Engellenmesi ve Harekât Kabiliyetinin Kısıtlanması (yani meşhur A2AD kabiliyetleri) üzerinde düşünce üretildiği ve bazı merhalelerin alındığı biliniyor. Türkiye-Rusya ilişkilerini, Suriye'deki pazarlıklara (Rusya sayesinde var olup öldüre öldüre ilerleyen Rejim ile, Rejim'e karşıyken varolmak için Rejimi kabul eden Amerikan silahlarıyla donanmış PYD ile, Golan'ı Ruslar ve Esat korusun diye çırpınan İsrail'in gölgesindeki- hala güçlü ile güçsüzün ayırt edilmediği Suriye pazarlıklarına) sıkıştıranların görmek istemediğini aslında Moskova görüyor. Rusya'nın Doğu Akdeniz'deki kazanımlarını korumasının yolu Türkiye ile dostluktan geçiyor. Türkiye-ABD ile masaya oturduğunda muğlak havuçları kabul etmiyor, sopayla diplomasiyi reddediyorsa, bunu yapabileceğini bildiği içindir. Zamanın jeopolitiği Türkiye'ye kilit ve önemli bir güç unsuru sundu, dahası Türkiye de bunu değerlendirerek, yakın ve uzak gelecekte her türlü tehdide karşı caydırıcılık ve pazarlık kabiliyetini artırmak istiyor. Kısaca siyasi irade jeopolitik ile buluştu, geriye direnme gücünün neye ne kadar yeteceği sorusu kaldı. Jeopolitik böyle bir şeydir; sizi akşam sefalarıyla gündoğanlara değil döviz kurlarıyla donanma güçlerine bakar hale getirir. Yaz çiçeklerini özleyenlere ise şunu söyleyelim, eğer dünyanın belirli kabiliyetlere sahip ülkeleri muğlak havuçlara ve sopa diplomasisine Ankara kadar direnebilselerdi, bugün ABD pervasız saldırganlığı ile müttefiklerini vururken en azından iki kere düşünürdü.
Nursin Güney - Star Açık Görüş